Türk burjuvazisinin emperyalist heveslerinin gerçek yaşamla ilişkisi bugün olaylar tarafından somut olarak sınanmıştır. Türk(64)burjuvazisinin o günlerde “güçlü dünya devleti”, “lider ülke”, “200 milyonluk Türklük aleminin lideri” argümanlarıyla uygulamaya koyduğu yeni “aktif dış politika”, çok geçmeden Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da peşpeşe utanç verici bir hezimete uğradı. Bu yeni “aktif dış politika”nın ilk uygulama alanı olan Körfez krizi ve savaşında da sonuç farklı olmadı.
Olaylar bugün bütün açıklığı ile göstermiştir ki, Türk devletinin Türkiye’yi çevreleyen kriz bölgelerinde oynayabileceği rol, ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yapabilecekleriyle sınırlıdır. Türkiye ABD emperyalizmi için Ortadoğu’da “bekçi”, İslam dünyası ile ilişkilerde “köprü”, ve nihayet Orta Asya ile ilişkilerde ise “taşeron” konumundadır. Aynı şekilde, Türkiye’nin Balkanlar’daki kışkırtıcı faaliyetleri de hemen tümüyle ABD’nin dümen suyundadır. Türk burjuvazisi, tüm sözde “tarihsel ve kültürel” avantajlarına rağmen, Türkiye’yi çevreleyen ve dünyanın büyük emperyalist devletleri arasında dişe diş bir rekabetin alanları olan kriz bölgelerinde, herhangi bağımsız inisiyatif gösterme gücünden yoksundur.