Bununla birlikte, Türk burjuvazisinin dış politikasındaki yeni açılımları yalnızca dış gelişmelerin bir ürünü saymak yanlış ve yanıltıcıdır. Bugünün uygun dış koşullarında artık olanaklı hale gelen bu açılımları besleyen nesnel iç nedenler de vardır. Dahası bu iç dinamikler özetlemiş bulunduğumuz dış gelişmeleri zaman olarak da öncelemektedirler.
Özellikle son 20-25 yılda büyük bir iktisadi-mali güç kazanan ve bu gücü artık uluslararası planda daha etkin bir biçimde kullanabileceğine inanan Türk tekelci burjuvazisinin saflarında, bölgesel bir emperyalist güç olma hevesi ‘80’li yıllar boyunca içten içe büyümekteydi. Bu heves salt soyut bir arzu değil, fakat aynı zamanda, Türkiye kapitalizminin ulaştığı gelişme aşamasının ve bu aşamada kendini artık iç pazarda gereğince üretememesinin zorladığı bir nesnel eğilimdi. Öte yandan, Türkiye’nin kapitalist ekonomisi, döviz darboğazı, kronik dış ticaret açıkları, sürekli büyüyen ve ödenmekte zorlanılan dış borçlar gibi yapısal sorunların çıkmazını yaşıyordu. Bu koşullarda, dışa açılmak, bir seçenek olduğu kadar bir zorunluluk olarak da Türk burjuvazisinin karşısına çıkıyordu. İMF’nin dayattığı bir politika olarak 24 Ocak Kararları’ndan beri izlenen bu “dışa açılma” (ve elbette Türkiye pazarını da sınırsız ölçüde uluslararası tekellere açma) politikası, ‘89 sonrasının uluslararası gelişmeleri ve bunun Türkiye’yi çevreleyen coğrafyadaki yansımaları ile de birleşince, Türk burjuvazisinin geleneksel dış politikasını da değişime zorladı.