Bu politikanın hüsranla sonuçlandığı, Türk burjuvazisine (ABD’ye bağlılığını kanıtlamak dışında) hiçbir şey kazandırmadığı gibi, büyük iktisadi kayıplara yolaçtığı bugün artık ortak kabul görmektedir. Bu “aktif politika”yla Türk devleti, komşu bir ülkenin yakılıp yıkılmasına, yüzbinlerce Irak vatandaşının katledilmesine, hastaların ve çocukların ilaçtan ve sütten bile mahrum kalmalarına “aktif’ suç ortaklığı etmiş oldu.
Buna rağmen, savaşı izleyen politik süreçlerde kendisine herhangi bir rol bir yana, oluşan masalarda yer bile verilmedi. Savaş öncesinde Türk devletinin Kerkük ve Musul’a ilişkin tarihsel emellerini alttan alta kışkırtan ABD, savaş sonrasında Güney Kürdistan’da kurdurduğu kukla Kürt devletini de doğrudan kendi vesayeti altına aldı. Dahası, bu devleti koruma adına, Kuzey Kürdistan’a askeri olarak ayrıca yerleşti. Irak Kürdistanı’nda doğan yeni fiili durumun Kürdistan’ın iki parçasını fiilen birleştirdiğini, bunun Türkiye Kürdistanı’ndakı silahlı özgürlük mücadelesine bazı önemli avantajlar sağladığını, Türk devleti içinse bir türlü başa çıkamadığı yeni problemlere yolaçtığını biliyoruz. Türkiye’nin halen “bölge gücü” olarak en “aktif’ dış politika eylemi olan sınır ötesi operasyonlar (ve son işgal eylemi), bu yeni problemlerin ağırlığını ve içinden çıkılmazlığını gösteriyor.