CENÂZEYE TELKÎN
Telkîn; kelime olarak anlatmak, öğretmek, belletmek manalarına gelir. Yerleşik anlamda ise; ölmüş olan bir kimseye bazı hakikatlerin yeniden hatırlatılması ve bir takım gerçeklerin ölü yanında tekrarlanması olayından ibârettir.
Şurası inkâr edilemez bir hakîkattir ki, nasıl yaşanırsa öyle ölünür, nasıl ölünür ise öyle de karşılık görülür.
Öyle ise; Îmân ve İslâm prensiplerine uygun bir hayat sürmüş olan bir kimse Allâh’ın inâyeti ile dünyâ âleminde iken gerçek telkîni almış ve Yüce Rabbisine hoşnut olarak kavuşmuştur. Bu kimse, Kur’ân’ın apaçık işâretleriyle cennet ile muştulanmış ve kurtuluşa ermiştir. O Allâh öyle bir Allâh’tır ki kullarına zerre miktarı zulmetmez, kendi istediği doğrultuda tertemiz bir hayat sürmüş kulunu o alemde rezil-rüsvay etmez ve en güzel bağış ve râzılıkla karşılar. Evet, ne mutlu o kimseye ki, telkînini diri iken almış, kulaklarını hak çağrıya tıkamamış ve sâlihlerden olmuştur.
Dünyâda iken kulaklarını hak kelâmına tıkamış, gözlerini hakka karşı yummuş, kalbini nûra kapayıp karanlıklara açmış, gönül Kabesini Allâh’a tahsîs etmeyip orada şeytânı ağırlamış, bir ömrü hebâ etmiş kimselere gelince...!
Hayatta iken kendilerine verilen telkîne vurdum duymaz olurlar, kendilerini sağırlığa verirler, Hakka gönül vermezler de, acaba şanı yüce Rabbimiz, onlara öldükleri zaman, yani tevbe kapısının kapandığı, ömür güneşlerinin batıdan doğduğu ve bir daha doğmamacasına battığı demde bizlerin yaptığı telkîni! duyurur mu? Duyursa da kabul etmeye, kavramaya tâkât ve kudreti verir mi onlara?
Hâşâ, binlerce hâşâ!
Rabbimiz vaadinden caymayandır. Müminlere hak ettiklerini, îmânsızlara da lâyık olduklarını verecek olandır.
Öyleyse; günümüze kadar uygulana gelmiş ve nerede ise farz gibi telakki edilerek yapılmakta olan telkîn de neyin nesidir?
Rivâyetlere bir göz gezdirdiğimizde şu gerçekle karşılaşmaktayız. Hem Resûlullâh @ zamanında ve hem de diğer Masum zâtların @ yaşadığı dönemlerde, telkîn; genellikle ölmek üzere olan bir kimseye, son nefesinde kurtuluşuna vesîle olacak Kelime-i Şehâdeti ve benzeri hak sözleri kabûle yönelik hatırlatma, bu söz ile çene kapama, îmânda sâbit kalma ve Rabbine mutmain bir kalb ile kavuşması amacıyla yapılır. Ve o anda kişinin henüz hâfızası yerinde olduğundan tevbe etme ve îmâna gelme imkânı mevcuttur. Hal böyle olunca, o durumda yapılan telkînin sayısız faydalarının olacağı akl-ı selim sâhiplerine gizli değildir.247[247]
Bir kısım rivâyetlerde ve ilim-irfan ehli âlimlerin eserlerinde de ölünün kabre konulduktan sonra verilecek telkîn ile ilgili bilgiler mevcuttur.248[248] Bunları elbette kaldırıp atacak ve tümden reddecek değiliz. Şurası muhakkak ki ölüm; Peygamberler @ ve diğer Masumlar @ hâriç, henüz hiç birimizin tamâmıyla künhüne varamadığımız bir olaydır. O âleme giriş, bu âlemden ayrılış, kabir hayatı, sorgu-suâl meleklerinin mâhiyeti ve ölü ile ilgileri nasıldır, hangi boyuttadır, bizce oldukça meçhûl ve gizlilikler âlemi, sırlar âlemidir... Konuyu ancak nakiller ışığında biraz olsun kavramaya çalışıyoruz ve diyoruz ki;
Ölüye verilen telkîn; küfür ve şirk üzere olmayıp, dağlar kadar günâhı da olsa îmân üzere âhiret âlemine intikâl etmiş olan kimseye, Allâh’ın ona vermiş olduğu izin ile işitme ve bellemesi nisbetinde son kez bir hatırlatmadır. Yeni doğan ve henüz kavrayış ve şuuru olmadığı halde bir bebeğin sağ kulağına ezân, sol kulağına da kâmet okunulmasına benzer bir ameldir. Mezarın başında olan kimselere de en hassas bir noktada ve anda:“Ey İnsanlar! Siz ölümün bir yok oluş, bir son olduğunu mu zannediyorsunuz? Ölüm bir doğuştur, ruhun ebedî bir âleme göçüdür. Ölü dediğimiz varlıklar hakîkatte bizi duymakta, dediklerimizi algılamakta, yalnız biz onları duymamaktayız. Şunu sizde iyice biliniz ki, sizlerde bir gün bu hale gelecek aynı telkîni alacaksınız. Öyle ise bu âlemde iken de verilen telkîni iyice belleyin, hal ve hareketlerinizi buna göre ayarlayınız.” (Ben kızıma diyorum, gelinim sen de işit.) mesajını ulaştırmak, onları da îkâz etmektir.
Ölüye de verilen telkîn ile ilgili kimi rivâyetlere ve değerli İslâm âlimlerinin bu amele onay vermelerine, müstehâb (iyi bir amel) olduğunu beyân etmelerine binâen biz de bu konuda verilmesi gereken telkîne âit sözleri naklediyor ve şunu da özellikle vurguluyoruz:
En makbûl telkîn; kişinin, henüz aklı başında, sağlıklı, sıhhatli, hal-i vakti yerinde iken şuurluca Hakkı onaylamasıdır.
En makbûl telkîn; insanlara, yaşarlarken Hakkın onaylattırılması ve öğretilmesidir.
En makbûl telkîn; ölüm anında da îmân ve İslâm öğretilerinin son bir kez yine hatırlatılması ve kalb-ruh huzurunun sağlanması, îmânın sâbit kalması için yapılan telkîndir. Yani; teblîğdir, teblîğin tekrârıdır, îmânın ikrârıdır.
Gerek ölmek üzere olsun, gerekse mezara konulmuş olan kimseye yapılan bir telkîn şöyledir:
Ey .............oğlu/kızı..............249[249] kulak ver ve iyi dinle, anla!
Sana Allâh’ın iki görevli meleği gelerek; Rabbinin kim , Peygamberinin kim, Kıblenin neresi, Dîninin hangi din, Kitâbının hangi kitap, İmâmının kim olduğunu soracak.
Onlara de ki;
Rabbim; Allâh,
Peygamberim (Nebim); Muhammed @,
Kıblem; Kabe,
Dînim; İslâm,
Kitâbım; Kur’ân-ı Kerîm,
İmâmım; Oniki İmâm @ ki, onların ilki; İmâm Ali, sonra sırasıyla; İmâm Hasan, İmâm Hüseyin, İmâm Zeynelâbidîn, İmâm Muhammed Bâkır, İmâm Cafer Sâdık, İmâm Mûsâ Kâzım, İmâm Ali Rızâ, İmâm Muhammed Takî, İmâm Ali Nakî, İmâm Hasan Askerî, sonuncusu ve zamanımın da İmâmı, İmâm Muhammed Mehdî’dir.
Anladın mı ey ...........?
Allâh seni bu sözler üzere sâbit kılsın ve seni rızâsı ile mükâfatlandırsın... vs. gibi duâlar edilerek cenâze ameli ile baş başa bırakılır ve mezarlıktan ayrılınır.
Kim olursa olsun İslâm’a göre ölünün peşinden saçını başını yolarcasına, kendini kaybedercesine ağlamak, dövünmek uygun bir davranış değildir. En güzel hareket, sabırlı olmak, rahmet ve bağışlanma dilemek, Müslüman ölüye duâlar etmek, ölünün ruhu için Fâtiha, Yâsin, Âyetel Kürsî ve benzeri sûre ve âyetler okumak, Allâh’tan gelip Allâh’a gideceğimizin idrâki içerisinde olmaktır.
Cenâzenin kabre konulduğu ilk gece, ölünün rûhu için “Vahşet namazı” (Yalnızlık namazı) adı verilen iki rekatlık bir namaz kılmak müstehâb (iyi) görülmüştür. Bu namazın birinci rekatında Fâtiha’dan sonra bir defa Âyetel Kürsî ve ikinci rekatta da Fâtiha’dan sonra on defa Kadir sûresi okunur. Rükû ve secdeleri diğer namazlar gibi yerine getirilir ve selâmdan sonra da kılınan namazın sevâbı ölüye bağışlanır.
İşte geldim işte gittim.
Yağ çiçeği gibi bittim.
Şu dünyâda ne iş ettim.
Ömürcüğüm geçti gitti.
Çağırdılar imâm geldi.
Her biri bir işe geldi.
Azrâil pençesin saldı.
Can kafesten uçtu gitti.
İşte geldi yuyucular.
Tenime su koyucular.
Kefenim elinde hoca,
Kefenciğim biçti gitti.
Ayırdılar ilimizden.
İp attılar belimizden.
Pek tuttular kolumuzdan.
Can cesette uçtu gitti.
İlettiler mezarıma,
Sığındım Ğanî, Kerîm’e
Toprak attılar serime.
Gözüm yaşım taştı gitti.
İmâm telkine başladı.
Bir sevapcık iş işledi.
Komşular bizi boşladı.
Geri dönüp kaçtı gitti.
Kabrime bir melek geldi.
Bana bir sualcik sordu.
Hışmedip bir topuz vurdu.
Tebdilciğim şaştı gitti.
Teslim Abdal oldu ferman.
İşte geldi âhir zaman.
Yardımcımız Oniki İmâm.
Ten turâba karıştı gitti.250[250]
Dostları ilə paylaş: |