1. Kelâmcıların delilleri:
a) Hudus Delili
b) İmkân Delili
c) Gaye ve Nizam Delili
d) Kabuf-i Âmme Delili
e) İlm-i Evvel Delili199
2. İslâm Filozoflarının delilleri:
a) Hudus Delili
b) İmkân Delili
c) Gaye ve Nizam Delili
d) İlk Sebep, İlk İllet Delili
e) Hareket Delili
f) Ekmel Varlık Delili200
3. Batı Düşüncesinde Allah'ın Varlığına Dair Deliller:
a) Ontolojik Delil (Varlık Delili)
b) Kozmolojik Delil
c) Gaye ve Nizam Delili
d) Ahlâk Delili.
Burada bu tasniflerden ikincisini jesas alarak adı geçen delilleri ki- [; saca açıklayacağız 201
1-Kelâmcıların Delilleri:
A) Hudus Delili:
Hudus; sonradan meydana gelme, yok iken sonradan var olma demektir. Böyle sonradan var edilen varlıklara da "hadis" denir. Hadisin karşıtı "kadîm"dir. Kadîm, varlığının başlangıcı olmayan, O'nun varolmadığı bir zaman düşünülemeyen, daima var olan demektir.
Hudus delili, eserden müessire intikal suretiyle âlemin hadis oluşundan Allah'ın varlığını isbata varan bir delildir. Diğer bir ifade ile, bu alemde görülen varlıkların hal ve sıfatlarından hareket etmek suretiyle Allah'ın varlığına ulaşma delilidir. Mevcudat için sözkonusu olan illiye! prensibinden faydalanır ve âlemin hudûsu esasına dayanır. Bu sebeple hudus delili diye isimlendirilmiştir, Hudus delili kısaca şöyle bir kıyasla ifade edilebilir.
Âlem, bütün parçalarıyla hadistir. Her hadis olanın bir muhdise ihtiyacı vardır. O halde, bu âlemin de bir muhdist vardır ki, O da hadis olmayan, Vacibu'l-Vucud olan Allah Tealâ'dir.
Bu kıyasın birinci önermesinde yer alan Âlemin hadis oluşu değişik metodlarla İsbat edilir: Cevahir Metodu, Araz Metodu ve Cevahir-Aroz Metodu gibi,202 Biz bunlardan Cevahir ve Araz Metodunu kısaca izah edecek olursak, şöyle bir kıyasla belirtebiliriz:
Âlem, cevher ve arazlardan (madde ve suret) meydana gelmiştir. Cevher ve arazlar hadistir.
O halde, hadis olan cevher ve arazlardan müteşekkil olan âlemde hadistir. Âlemin hadis oluşunu isbata yarayan bu kıyasın birinci önermesinde yer alan arazların varlığının isbatı tecrübe ve müşahedeye dayanmaktadır. Âlemdeki maddelerin bir cevheri, özü, bir de bu özü niteleyen renk, hareket, sükun... gibi arazları vardır. Cisim halleri ve sıfatları değişen bir varlıktır. Cisimde gözlediğimiz bu değişiklikler arazlardır.
İkinci önermede yer alan cevher ve arazların hadis oluşu da yine duyularla kavranabilen bir durumdur. Zira biz duran bir cisim hareket ettirildiği zaman onda daha önce bulunan sükun, hareketsizlik arazının yok olup yerine hareket arazının kaim olduğunu bizzat görmekteyiz. Buradan hareketle arazların hadis oluşuna hükmederiz. Zira önceden yok olan bir arazın meydana gelişine şahit olmuşuzdur. Arazların hudusunu
kendi dışımızdaki varlıklarda afakî olarak müşahede imkânına sahip olduğumuz gibi, kendi içimizde meydana gelen açlık, susuzluk, elem, rahatlık gibi enfûsî durumlarda da müşahede imkânına sahibiz. Hatta bu sebepledirki, arazların hudusunun ilk bilinen bedihî bilgilerden olduğunu söyleyen âlimler vardır.
Cevherlerin hadis oluşunu ise, arazların hadis oluşundan hareketle isbatlarız. Çünkü cevherler arazsız kâim olamaz, varlığını sürdüremezler. Meselâ, her hangi bir cismi ele alacak olursak onu, meydana getiren parçalar ya bir arada, içtima' halinde, ya da birbirinden ayrı, iftirak halinde olur. Bu iki ihtimal arasında üçüncü bir ihtimal mevcut değildir. Gerek içtima', gerekse iftirak, cisimler için birer araz teşkil eder. O halde cisimlerin arazsız olabileceğini akıl kabul etmez. Arazlar ise hadistir. Öyleyse hadis olan arazlara konu olan cevherler de hadistir. Çünkü kadîm olan hem hadislere konu olmaz, hem de değişikliği kabul etmez.
Âlemi meydana getiren cevher ve arazlar hadis olunca, Allah'tan başka her şeyin hadis olduğu ortaya çıkmış olur. Çünkü hadîslerin geriye doğru sonsuz olarak devam edemeyeceği açıktır. Hadis demek zaten sonradan var edilmiş demektir.
Âlemin hadis oluşu, âlemin daimî bir değişme içinde oluşuyla da ispatlanır. Nitekim. Kur'an-ı Kerim'de de âlemin değişikliğe maruz kalıp, halden hâle intikal ettiği bildirilmektedir. 203 Varlıklar alemindeki bu değişiklik, bir kısım yaratıklarda gözle görülmekte, bizzat müşahede edilemeyenlerin de böyle değişme halinde olduğu akılla bilinmektedir. Değişikliklere konu olan her şey hadistir, yani sonradan var olmuştur. Öyle ise, daimî bir değişiklik içinde olduğu sabit olan âlem hadistir.
Cevahir ve araz metoduna dayanan hudus delilini ilk kullanan Ca'd b. Dirhem'dir. Bu, Cehm b. Safvan yoluyla Mu'teziie'ye geçmiş, Mu'tezileden el-Âllaf tarafından geliştirilmiştir. Eş'arî, Mâtüridî ve onlardan sonra gelen Eş'arî ve Mâtüridî kelâmcılar da bu delili kullanmışlardır.
Hudus delilinin birinci önermesi böylece isbat edilince, yani âlemin bir zamanlar yok iken sonradan meydana geldiği sabit olunca, sıra İkinci önermeye geliyor, her hadisin bir muhdise, her var edilenin bir var ediciye muhtaç oluşu. Bu ise illiyet, sebeplilik kanunu gereğidir.
Her hadisin bir muhdise muhtaç oluşu, Ehl-i Sünnet kelâmcıları ve Mu'tezile'den bazılarına göre her fiilin bir faili, her yazının bir yazıcısının bulunması gibi bedihî ve zarurîdir. Bazı Mu'tezilîlere göre ise istidlalidir.
Buraya kadar hudus delilinin İki mukaddimesini; âlemin sonradan yaratıldığını ve sonradan yaratılan her şeyin bir yaratıcısının^ bulunduğunu isbat ettik. Bu yaratıcı kimdir? Sorusuna verilecek cevap ise "Allah'tır" olacaktır. Zira hadis olan varlıkların yaratıcısı yine hadis varlıklar cinsinden olamaz. Böyle farz edildiği taktirde o da hadis olduğu için bir başka muhdise, var ediciye muhtaç olacaktır. Bu sebepler zinciri ya sonsuza dek bir silsile halinde devam eder, yahut da bu iki hadis varlık birbirinin var oluş sebebi olur ki, birincisine "teselsül", ikincisine de "devr" denir.
Teselsül ve devrin her ikisinin de batıl olduğu ispatlanmıştır. Teselsül; herbirinin varlığı daha öncekinin varlığına dayanan ve ezele doğru uzandığı tasavvur olunan sonsuz bir silsile demektir.
Devr ise, mümkin iki varlıktan her birinin, ötekinin var olması için illet teşkil etmesi, her ikisi de birbirlerinin var oluş sebebi olarak kabui edilmesidir. Meselâ, A ile B mümkin iki varlık olsun, bunlardan A'nın var edicisi B, B'nin var edicisi de A olarak düşünülürse bu tarz bir düşünceye devr denir ki kelâmcılar böyle bir düşünüş şeklini batıl kabul etmişlerdir. Çünkü bu, sebepsiz müsebbebin var oluşunu söylemektir.
Âlemin bizzat kendisi kendi varlığının sebebidir, denemez. Zira illiyet kanununa göre sebebin sebep olunandan, neticeden önce var olması gerekir. Aksi halde kendisi var olmayan bir şeyin yani "yok"un başka bir varlığın var olmasına sebep olduğu iddia edilmiş olur ki bu imkânsızdır.
Âlemin bizzat kendisi kendi varlığının sebebi olamayınca, âlemin bir cüz'ü, parçası olan âlemdeki varlıklardan herhangi biri bu âlemin'varlık
sebebidir de denemez. Çünkü bütünün güç yetiremediği bir şeye parçası hiç güç yetiremez. Yani âlemin tamamı için bu mümkün olmadığına göre parçası için de mümkün olamaz. Çünkü cüz' külle tabidir.
Öyleyse bu âlemin var edicisinin hadis olmayan Vacibu'l-Vucud bir varlık olması gerekir ki o da ezeli ve ebedi olan Allah Tealâ'dir. 204
B) İmkan Delili:
İlk ve en çok kullananlar islâm filozofları olduğu için, islâm filozof-larının delili diye meşhur olmuş olan bu delil, müteahhir-in kelâmoılar tarafından da kullanılmıştır. Bunlar arasında Şehristânî, Fahreddin Râzî, Taftazanî ve Cürcani'yi zikredebiliriz.
Bu delil, âlemdeki varlıkların dolayısıyla âlemin mümkün oluşundan hareketle Allah'ın varlığını isbata giden bir delildir.
Mutlak mevcut delili, imkan ve vücub delili gibi isimler de verilmiş olan bu delili şöyle bir kıyasla takrir edebiliriz;
Âlem mümkinler topluluğudur.Her mümkin var olabilmek için, yokluğuna varlığını tercih edecek bir müreccihe muhtaçtır,
O haîds bu âlem de var oiabümek için böyle bir müreccîhe muhtaçtır. O da Vacibu'l-Vucud olan Allah'tır,
Bu âlemin mümkin varlıklardan meydana gelmiş olduğu, dolayısıyla mümkün oluşu değişik şekillerde isbatlanabilir:
a-Bu âlemde müşahade ettiğimiz bir çok varlık vardır. Bunların varlığı bir gerçektir. Ancak yokluğunu düşünmek de muhal değildir. Bu varlıklar hiç var olmayabilirdi, yok olmaları da mümkündür. İşte böyle yokluğunu düşünmek muhal olmayan, varlığı ve yokluğu mümkün olan varlıklar mümkün varlıklardır. Âlem de böyle mümkün varlıklardan meydana geldiğine göre o da mümkündür.
b-Âlemde müşahade ettiğimiz değişikliklerin olması da yine bu âlemin mümkün oluşuna delalet eder. Çünkü Vacib olan değişikliği kabul etmez. Varlıklar ya vacib, ya da mümkün varlık olur. Âlemdeki değişiklikler tecrübe ve müşahade ile sabit olunca, âlemin vacib olması imkânsızdır ve o mümkinu'l-vücuddur.
Yukardaki kıyasın ikinci önermesi, mümkünün tarif ve özelliklerinden çıkarılmaktadır. Çünkü mümkün, varlığı ve yokluğu zatına nisbetle eşit olan ve var olmak için mutlaka bir illete, sebebe muhtaç olandır. Her mümkün, mutlaka var olabilmek için bir müreccihe muhtaçtır. O halde, bu âlem de var olabilmek için varlığını yokluğuna tercih edecek bir müreccihe muhtaçtır ki, o da Vacibu'l-Vucud olan Allah Tealâdır.
Eğer bu müreccihin Allah olduğuna itiraz edilir ve hadis varlıktır denirse o zaman üç ihtimal sözkonusu olur
1-Bu, ya âlemin kendisidir ki, bu illiyet prensibine aykırıdır. Zira -yukarda da belirtildiği gibi- illetin ma'lülden önce olması gerekir.
2-Yahut âlemin bir cüzüdür, parçasıdır. Bunun da imkânsız olduğunu yukarda söyledik.
3-Yahut da âlem dışında bir başka hadis varlıktır ki bu taktirde devir ve teselsül gerekir. Bunların her ikisi de batıldır,
O halde, mümkünler topluluğu olan bu varlık aleminin illetinin yine kendi cinsinden mümkün bir varlık olması iddiası geçersiz olunca, bu çilemin yaratıcısının Vacibu'l-Vucud olan Allah Tealâ olduğu ispatlanmış olur. 205
C) Gaye V£ Nizam Delili :
İnayet, hikmet, nizam-ı âlem, illet-i gaiyye, ibda', ihtira, delili adıyla da kullanılan bu delil, hudus ve imkân delillerine göre daha açık ve seçiktir. Herkes tarafından kolayca anlaşılır. Kur'an-ı Kerim'de de çok kullanılan bu deiil için İbn Rüşd, "güneşin duyuya nisbeti kadar akla acık olan delil" demektedir.
Gaye ve nizam delili, Sokrat devrinden beri kullanılan çok eski bir delildir. Kur'an'da en çok kullanılan delil bu olduğu gibi, bugün yine en çok kullanılan ve herkese hitap eden bir deiil olarak karşımızdadır. Hudus ve imkân delilleri bir takım felsefî izahlara dayandığı için herkes tarafından kolayca anlaşılabilme özelliğinden yoksundurlar. Gaye ve nizam delili ise malzemesini duyular âleminden aldığı ve bütün bu kainatı dolduran yaratıklarda herkesin görüp sezebileceği hikmetler bulunduğu için herkese hitap eder ve herkesi tatmin eder. Pozitif ilimlerin gelişmesi ve kâinatın sırlarının günden güne çözülmeye devam etmesi gaye ve nizam delilinin önemini daha da artırmıştır.
İmam Gazzalî, "el-Hikmetü Fi Mahlukatillahi azze ve celle" isimli e-serini bu konuya tahsis etmiştir. Adından da anlaşılacağı gibi bu eserde mahiukatın yaratılış hikmetlerinden ve düşünülünce Allah'ın varlık ve' birliğine götüren özelliklerden bahsedilmektedir. İbn Rüşd'ün de bu delille ilgili bir eseri vardır. Adı, "el-Keşfu 'An Menahîci'l-Edille"dir.
Kâinatı dolduran sayısız varlığın bir sebepler ve gayeler sistemi arzettiği his ve müşahede ile sabittir. Hiç bir şey gayesiz, abes ve boşuna var edilmemiştir. Her şey bir sebeple var edildiği gibi, belli bir gayeye de yöneltilmiştir. Yani her varlığın var oluşuyla gerçekleştirilmek istenen bir gaye mevcuttur.
Kur'an-ı Kerim'de göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünen insanların: "Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen batıl şey yaratmaktan münezzehsin. Artık bizi cehennem ateşinden koru." 206 diyecekleri ve bu hakikati kavrayacakları bildirilmiştir. Çünkü bu kâinatın varlığı, Alt lah Tealâ'nın varlığına delâlet ettiği gibi, kâinattaki nizam ve intizam da O'nun birliğine delâlet etmektedir. \
Sözgelimi gözümüz vardır ve onun varlığının bir gayesi de vardır; Göz insanın güzelliğini tamamlayıp insana hizmet ederken hiç bir zaman gayesinin dışına çıkmaz, ben görmek istemiyorum, tad almak istiyorum demez. Binaenaleyh insana verilen ve herbiriyle başka bir gaye gerçekleştirilmek istenen uzuvlar arasında öyle bir iş bölümü yapılmıştır ki, katiyyen kargaşa ve düzensizlik, birbirinin görevine müdahale sözkonu?-su olmaz. Hepsini Allah Tealâ büyük bir düzen ve intizam içinde en uyf gun şekilde yaratmıştır.
İnsanın dışındaki varlıkların hepsi insanın emrinde ve hizmetindedir, insanın yaşaması için yaratılmışlardır. Bunlar arasında da akıllara durgunluk veren bir düzen ve nizam sözkonusudur. İnsan tabiat düzenini ve kanunlarını keşfettikçe hayretini gizleyemez. Onları bilmesi ise hayatı daha kolay hale getirmek için tedbir almasına yarar. Meselâ, med-cezir olayını yeri ve zamanı ile birlikte bilmesi, gece ve gündüzün, yaz ve kışın gelişini önceden bilmesi gibi. Yine insan, herşeyin bir sebebi olduğunu ve yöneltildiği gayeyi gerçekleştireceğini bilmelidir. Böylece arpa ekip te buğday biçmeyi beklemez. Arpadan arpa, buğdaydan buğday alınacağını bilir.
Bu örnekleri dünyadaki varlıklar kadar çoğaltabiliriz. İnceleme konumuz olan varlık ister atom olsun, isterse hücre; ister karınca olsun isterse fil, hepsinde aynı nizam ve gayeyi görür, onları var edip bu gayelere yöneltenin varlık ve birliğini, gücünü müşahede ederiz. Kur'an-ı Kerim'de de: "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de fesada uğrar, bozulurdu."" 207buyurularak bu hususa dikkat çekilir.
Bu izahlardan sonra gaye ve nizam delilini şöyle bir kıyasla ifade e-debiliriz:
Kâinat, birbirine uygun bir sebepler ve gayeler manzumesi arzeder. Sebepler ve gayeler manzumesi olan her şey, âlim ve akıllı bir illetin eseridir. O halde, kâinat da âlim ve akıih bîr iHetin eseridir.
0 da Cenab-i Allah'tır. Buradaki birinci önermenin doğruluğu deney ve gözlemle, müşahede ile sabittir. Çünkü varhklardaki gaye ve nizamın bir çoğunu müşahede edebilmekte, diğerlerini de onlara kıyaslayarak aynı hikmetlerin onlarda da bulunduğuna akılla hükmetmekteyiz.
İkinci önerme ise illiyet prensibine göre açıklanır. Çünkü illiyet prensibine göre illetin ma'lülden daha büyük ve üstün olması gerekir. Âlemde gözlenen akılları hayrette bırakan nizam ve gayenin ilim ve akıldan yoksun bir varlığın eseri olmasını akıl kabul etmez.
Bu alemde görülen güzellik, ahenk, nizam, tertip ve sağlam işleyiş karşısında üç ihtimal akla gelebilir:
1-Ya bu düzen ezelden beri böyledir, denir. Nitekim naturalist, tabiatçı ve pozitivistler böyle düşünürler. Daha önee hudus ve imkân deliliyle kâinatın ezelî, öncesiz olmadığı ispatlanmıştı. Âlem ezelî olmayınca, ondaki düzenin ezelî olması da imkânsızdır. Binaenaleyh bu iddia tutarsızdır.
2-Ya da bu düzen ezelden beri değil de sonradan var olmuş, ama kendiliğinden ve tesadüfen var olmuştur. Âlemdeki düzenin kendiliğinden olduğu delillendirilemez ve tesadüfle de izah edilemez. Çünkü tesadüfle düzen olmaz. Meselâ, üzerinde birden ona kadar sayıların yazılı olduğu kâğıtları bir torbanın içine koyup sonra, önce bir rakamını almak şartıyla, sırasıyla almaya çaiışan bir kişinin ilk alışta bir rakamını alma şansı onda birdir. Birinoi ve ikinci seferde bir ve ikiyi ardarda alma şansı ise yüzde bir ihtimaldir. Birden ona kadar olan sayıların hepsini sırasıyla arka arkaya alma şansı ise on milyonda bir ihtimaldir.
Bu kadar basit bir düzen için tesadüfün bu derece uzak oluşu, kâinattaki son derece karmaşık ve mükemmel olan nizamın tesadüfle izahının imkânsız olduğunu göstermektedir.
3-Sonradan var olmuş olan bu düzen, biri tarafından var edilmiştir : Âlemdeki bu düzeni koyan, âlemin bizzat kendisi veya bir parçası olamaz. Bu âlemin dışında ve bu âlem cinsinden olan başka bir âlem tarafından bu nizamın verildiği de iddia edilemez. Çünkü o takdirde teselsül veya devr gerekir ki, ikisi de bâtıldır. Öyleyse bir tek ihtimal ve gerçek kalıyor ki, o da bu âlemdeki düzenin Kadîm olan Allah tarafından konmuş olması ve Allah'a delâlet etmesidir. 208
D) Kabûl-İ Âmme (Ucumun Kabûlu) Delili :
Beşer tarihinin şehadeti veya şehâdet-i âmme delili de denen bu de-Mi, insanlık tarihinin tetkiki ve insandaki din ve Allah fikrinin doğuştan olduğu esasına.dayanır.
İnsanlık tarihi tetkik edilince, hangi devir ve zamanda, hangi ırk ve milletten olursa olsun, en iptidaîsinden en medenisine kadar insanın bulunduğu her yerde mutlaka bir ibadet ve tapmak izine rastlanır. İnsanlar, medeniyetin kendilerine sağladığı her türlü nimetten yoksun oldukları dönemlerde bile, mabetsiz, tapınaksız, ibadetsiz, kısaca dinsiz yaşamamışlar, yaşayamamışlardır. Hak olsun, bâtıl olsun bütün insanlar mutlaka ilâhî bir kudretin varlığına fıtraten inanagelmişlerdir.
İnsanlar arasında görülen bu fikir ve şuur birliği, yersiz ve asılsız bir şey olamaz. Üstelik insanın nefsanî arzularına zıt bir hususta bu derece umumî bir ittifak; cehalet, korku, siyaset, terbiye ve veraset gibi özei ve değişken sebeplerle de izah edilemez. O haide, tarihin tanıklık ettiği bu ortak fikir, şüphe götürmez bir gerçeğe delâlet etmektedir ki, o da Allah'ın varlığı ve birliğidir. Bütün insanların aynı duygularla bezenmiş olması başka şekilde izah edilemez.
İnsanlar bazan bolluk ve refah içinde oldukları zamanlarda içlerindeki bu duyguyu gizleyip Allah inancından uzak kalabilirler. Ama başlarına bir feiâket gelince hemen Allah'a yönelir, içten gelerek Allah Teâla'ya dua ve niyazda bulunurlar. "O kâfirleri, kara bulutlar gibi dalga sardığı zaman, dinî Allah'a has kılarak O'na yalvarır, dua ederîer. Allah onları karaya çıkarıp kurtardığında içlerinden bir kısmı doğru yo'da kalır (diğerleri ise eski küfürlerine devam eder,)" 209 ve "(Mu'Dizelerin Allah tarafından olduğunu) kalpleriyle yakinen bildikleri halde, nefislerine zulüm yaparak ve klbrederek bütün mu'eizeSeri (açıktan) inkâr ettiler." 210 âyetlerinde de açıkça ifade edildiği gibi, felâketli ve sıkıntılı zamanlarda çoğu kez fıtrat nefse ve akla galebe eder, üstün geiir ve insan kibri, gururu ve inadı bırakıp Allah'a yönelir, O'ndan istimdad eder.
Normal zamanlarda inanmıyor görünen, yahut inanmadıklarını söyleyenlerin bile böyle sıkıntılı anlarda Allah'a yönelmeleri, onların inanma ihtiyacıyla birlikte yaratıldıklarını ve Yaratıcı'nın, yarattığı insanlara ken-
dişine yönelme duygusunu verişi de, O'nun varlık ve birliğini açıkçagös-terir. Çünkü eğer insanların yaratıcısı aynı ve tek olmasaydı, bütün insanlar ona karşı aynı duyguları taşımaz, aynı fıtratta olmazlardı. 211
E) İlm-İ Evvel Delili:
Kelâmcılardan İbn Melkâ (vf. 560/1165) tarafından kullanılan bu delil, ilmi kendinden olan ilk âlime varıncaya kadar, her âlimin ilmi,kendinden önceki bir âlimden öğrenmiş olması esasına dayanır. Böylece sıralanan ilim halkalarının, ilmi başkasından olmayıp, varlığı gibi ilmi de zâtının gereği olan bir ilk âlimde durması gerekir ki, o da Cenab-ı Alloh'ör.
Burada talebe-hoca zincirinin sonsuza dek teselsül etmesi imkânsızdır, çünkü teselsül, bâtıldır.
Eğer beşerî ilimleri, hoca-talebe zinciri ile insanlığın ilkotosıHz. Âdem'e kadar vardırmak mümkün olsa - ki ilimlerin hepsi Hz. varmaz, ilk olarak kim öğretti ise onda kalır- Hz. Âdem'in de il tan aldığı sonucuyla karşılaşılır. Öyleyse bu ilim zincirinin, ilmi de zâtı gibi varlığının gereği, ezelî ve ebedî olan Allah Teâla'da noktalanması gerekir. Nitekim Kur'an'da: "Allah Âdem'e bütün isimleri öğret 212 ve "Her bilenin üstünde bir bilen vardır." 213 buyurulmaktadır. 214
2 -İslâm Filozoflarının Delilleri;
A) Hudus Delili:
İslâm filozofları da eserlerinde İsbât-ı Vâcib konusuna geniş ysr a-yirmışlardır. Bu sebeple onlar da kendilerine has deliller kullanmıştadır. Bu arada bazı mukaddime ve izahlarında değişiklikler bulunmasına rağmen, hudus ve imkân delilleri gibi bazı delilleri kelâmcilarla müştereken kullanmışlardır.
Hudus delilini, Mu'tezile kelâmı ile felsefe arasında bir geçiş devresi mümessili sayılabilecek olan ilk İslâm Filozofu el-Kindî kullanmış ve hakkında bir çok mukaddimeler serdetmiştir. Kindî'nîn kullandığı hudus delili, tenahi-i âlem, âlemin sonluluğu prensibine dayanır. Kindî, önce cisimlerin sonlu olusunu isbat eder. Daha sonrarin değişikliklerinden ibaret olan hareket ve hareketin sayımı olan zamanın da buna bağlı olarak sonlu olduğu isbat edilir. Sonra da sonlu olanların ezelî olamayacakları, yani hadis oldukları isbat edilmiş olur.
Kindi, âlemin sonlu ve sınırlı oluşuyla, sonlu ve sınırlı olanlar ezelî olamayacağından, âlemin hudusunu isbatladıktan sonra, her hadis bir muhdise muhtaçtır ve âlemin muhdisi Allah'tır, neticesine varır.
Burada Kindî'nin hudus delili ile kelâmcılarınki arasındaki en bariz fark, onun âlemin hudusunu tenâhi-i âlem prensibi ile izah etmesidir. Âlemde üç şey vardır: Toplanma, büyüme - küçülme ve ayrılma. Bunların hepsi de cisimlerin sonlu olduğunu gösterir. Cisim, hareket ve zaman hadistir. Öyleyse bu âlem de hadistir. Âlemin hudusunu bu şekilde isbat ettikten sonra kelâmcılar gibi neticeye varır. 215
B) İmkân Delili :
İslâm filozoflarından Kindî, Fârâbî ve İbn Sina'nın her üçü tanj dan da kullanılan bu delil, muhtelif şekillerde izah edilmiştir.
İbn Sina'nın izah şekli şöyledir: Bir Vâcibu'l-Vucûd mutlaka vardır. Şayet bunun aksini düşünecek olursak, her mevcudu mümkün varlık o-larak kabul etmemiz gerekir. Bu mümkin, ya icad edilmiştir - ki var olduğuna göre mutlaka icad edilmiştir-, ya da icad edilmemiştir.
İcad edilmiş olan bu mevcudatın varlığının devamı, ya bir illet sayesindedir, veya kendiliğindendir. Varlığının devamını kendiliğinden farze-decek olursak, o zaman illetle malul aynı olmuş olur ki, bu, illiyet prensibi ve mantık kaidelerine göre bâtıldır.
O halde, mevcudatın varlığının devamı bir illet sebebiyledir ki, o da Vâcibu'l-Vucûd olan Allah Tealâ'dır. 216
C) Gaye Ve Nizam Delili :
Gaye ve Nizam Delilini İslâm Filozoflarından Kindî ve Farâbî kullanmışlardır. İzahları yaklaşık olarak kelâmcılarınki ile aynı olduğu için burada tekrar etmeyeceğiz. 217
D) İlk Sebep, İlk İllet Delili:
Adı geçen üç islâm filozofu tarafından da kullanılmış olan bu Aristo'nun ilk muharrik delilinin bir başka izahı gibidir.
Bütün varlıkların var edici bir ilk sebebi olmalıdır. Bu ilk sebep, ilk mevcuttur. Onun varlığı için başka bir sebep yoktur. O, bütün noksanlardan münezzeh, varlıkların en üstünü ve en önce olanıdır, ezelîdir, varlığına asla yokluk arız olamaz. Onun varlığı için her hangi bir sebep düşünülemez ki, onunla, ondan veya onun için var oldu, denilebilsin.
O, madde değildir, varlığının devamı maddeye de bağlı değildir. Madde olmadığına göre onun için suret de düşünülemez. Zira onun için madde ve suret düşünecek olsak, onun bu iki cüzden meydana gelmiş olması gerekir ki, böylece onu teşkil eden cüzlerden her biri onun varlığı için bir sebep olur. Haibuki o, ilk sebeptir. Onun varlığının bir gayesi de yoktur ki, o gayeyi gerçekleştirmek için var olmuş olsun. Günkü bu takdirde gaye, var olmanın bir nevi sebebi olur, bu ise onun ilk sebep olmasıyla çelişir ve muhaldir. 218
E) Hareket Delili:
Aristo tarafından ilk defa ortaya konan hareket delili, İslâm filozoflarından Farâbî de dahil pek çok âlim tarafından değişik şekiller ve isimlerle kullanılmıştır.
Bu delille, maddede görülen hareket vasıtasıyla Allah'ın varlığı isbat edilmeye çalışılır. Hareket delilini kısaca şöyle bir kıyasla ifade edebiliriz :
Kâinatta bir hareket vardır. Her hareket bir muharrikin, hareket ettiricinin eseridir.
O halde, kâinattaki bu hareketin de bir muharriki olmalıdır, O da Allah Tealâ'dır.
Birinci önermede yer alan kâinatın hareketliliği, duyu ve gözlemle sabittir. Kaldı ki, maddenin bizzat yokluktan varlığa geçişi, var olması bir harekettir.
Madde âleminde hareket halinde olan her şey, bir başka güç tarafından hareket ettirilir. Bu hareket ettirenin hareketi de ya bizzat kendinden olur veya bir başka hareket ettirici vasıtasıyla olur. Sözkonusu hareket başkası vasıtasıyla ise, onun da bir hareket ettiricisi aranacaktır. Bu hareket eden ve ettirenler silsilesi sonsuza dek böyle gidemez. Çünkü teselsül bâtıldır.
Öyle ise, eşyadaki hareketi veren ilk muharrikin, başkası tarafından hareket ettirilmeyen, hareketi bizzat kendisinden olan olması aklen zarurîdir ki, bu hareketini başkasından almayan ilk muharrik Allah'tır. 219
F) Ekmel Varlık Delili:
İlk defa İslâm filozoflarından Farabî tarafından kullanılan bu delil, daha sonra Batıda "Varlık Delili" adıyla kullanılmaya başlanmış ve Fara-bj'den [öl. 339/950) yaklaşık bir buçuk asır sonra yaşamış olan Hristiyan teologu Saint Anselm'in (1033-1103) delili diye tanıtılmıştır.
Farabî: "Zihnimde ekmel bir varlık düşünüyorum. Kemâl vasıtalarından biri de gerçekte, zihnin dışında bir fiil var olmaktır. O halde, Tanrı'-daıı ibaret olan bu ekmel varlık mevcuttur." demektedir.
Burada zihinde tasarlanan ekmel varlık fikrinden harektle Allah'ın varlığını isbata varılmaktadır. Zihinde en büyük ve mükemmel varlık olarak tasarlanan bu varlığın, zihnin dışında bilfiil mevcut olmaması eksikliktir. Yani bilfiil mevcut olmayan bir şey en mükemmel olamaz. En mükemmel olabilmenin bir şatı da var olmaktır. Öyleyse en mükemmel var-lık olan Allah Tealâ bilfiil mevcuttur, vardır. 220
3-Batı Düşüncesinde Allh'ın Varlığına Dair Deliller:
A) Varlık Delili;
The Ontoİogical Proof, Bürhân-ı Vücûdî, Delil-i Künhî isimlen de verilen bu delil, uluhlyet düşüncesinden, Allah tasavvurundan hareket ederek Allah'a giden bir delildir. Tam manasıyla metafizik bir delil ve meta-fizikçilerin delilidir. Herkesin anlayabileceği ve herkese hitabeden bir de-
Batı felsefesinde Ontolojik Delilin mucidi olarak bilinen Saint An-selm'den yaklaşık bir buçuk asır önce yaşamış olan Farabî'nin Ekmel Delili, Saint Anselm'in kullandığı Ontolojik Delile çok benzemek-
Bu delil, ilk defa sistemli bir şekilde ise İbn Sina'da görülür. 221 Batıda ise Saint Anselm'den sonra Deseartes (öl. 1650), Spinoza (öl. 1677), Leibnitz (öl. 1716) ve Hegel (öl. 1831) gibi yeni filozoflardan pek çoğu bu delili kullanmış ve her biri bu delile yeni bir şekil kazandırmıştır.
Varlık delili şu temel fikir üzerine kurulmuştur; Bir şeyin varlığına o şey hakkındaki fikrin varlığından hereket ederek ulaşılmalıdır.
Saint Anselm'e göre, delilin sağlamlığı ise, hasım tarafından kabul edilmiş olan esaslara dayanmasına bağlıdır. Bu sebeple, ontolojik delilde hem Allah'a inananların, hem de inanmayanların kabul ettiği bir prensipten hareket edilir ki, o da şudur: İlâh fikrî zihinlerde mevcuttur. Uluhiyet tasavvurunu, Allah'ın varlığını inkâr edenler de dahil, herkes kabul etmektedir. İnanmayanların zihinlerinde de uluhiyet fikri vardtr. Ama onlar, Allah'ın zihnin dışında var oluşunu inkâr etmektedirler,
O halde, ilk merhale şudur; İster mü'min olsun, isterse münkir olsun, herkesin zihninde bir ilâh tasavvuru mevcuttur.
İkinci merhale ise şöyle: Zihinlerde tasavvur olunan ilâh, aklın daha büyüğünü tasavvur edemeyeceği vasıftaki en büyük müdrektir, varlıktır.
En büyük olarak tasavvur edilen ilâhın, realitede bilfiil var olması, onun büyüklüğünün gereğidir. Zira bilfiil var olmamak, yani yok olmak, bir eksiklik alâmeti olacağından, zihinlerde tasavvur olunan en büyük müdrekin varlığı zaruridir.
Varlık delilini değişik bir şekilde şöyle de izah edebiliriz:
Allah hakkında sahip olduğumuz fikre göre, onun sıfatlarından biri de " M u 11 a k Kemâl" dir. Mutlak kemâle sahip olanın da bilfiil mevcut olması gerekir. Çünkü mutlak kemâl vasfı, yokluk vasfıyla çelişmekte, ona ters düşmektedir. Yani yok olan mutlak kemâl sahibi olamaz. Öyle ise mutlak kemâl sahibi olanın varlığı zaruridir, bilfiil var olması gerekir.
Saint Anselm'in bu deliline bazı itirazlar ve tenkidler de yöneltilmiştir. Dekart ve Leibnitz ise bu itirazları ve tenkidleri bertaraf edecek şekilde izahlar yapmışlardır ki, onların izahları İbn Sina'ya daha yakındır. 222
İbn Sina'da Varlık Delili:
İbn Sina, Allah'ın varlığına varlık sözünün açık ve seçik, bedihi olmasını esas alarak ulaşmıştır, Allah'ın varlığını, Allah'ın var olmasıyla ispatlamaya çalıştığı için buna varlık delili denmektedir. İbn Sina Allah'ın varlığının kesinliğinden hareket etmektedir. Halbuki bu delili kullananlardan biri olan Descartes' tam tersine, kendi varlığının gerçekliğinden hareket etmiştir. S. Anselm ise, bu delili, Allah'ın sıfatı olan "Kemâl" den çıkarmaktadır.
İbn Sina'da varlık delili, İbn Sina'nın varlık felsefesini üzerine kurmuş olduğu, varlık ve mahiyet ayrılığı esasına dayanır. Şöyle ki, deneysel, müşahhas varlıklardan işe başlayarak, onların var olmadan önce varlık ve mahiyetlerinin ayrı olduğunu ve bunlardan (vücud ve mahiyetten) hiç birinin diğerine göre daha imtiyazlı olmadığını ortaya koyar.
Böylece varlıkla, yani vücûdla mahiyeti birleştirip, varlıkları var edecek bir başka varlığa ihtiyaç olduğu açığa çıkar. Eğer onun da varlığı böyle iki unsurdan (vücûd ve mahiyetten) meydana gelmiş olsa, onun da var olmak için bir diğer varlığa ihtiyaç duyması gerekir... Bu böyle sonsuza dek gidemiyeceğine göre ve varlıklar da var edilmiş yani, varlık ve mahiyetleri birleştirilmiş olduğuna göre, varlıkları meydana getiren varlığın kendisine varlık ve mahiyet ayrımı uygulanmayan, kendisinde varlık ve mahiyet diye iki unsur bulunmayan, varlığı ile mahiyeti aynı olan bir varlığın olması gerekir ki, o da Vacibu'l-Vucud olan Allah'tır.
Böyie bir varlığın varlık ve mahiyet diye iki ayrı unsuru olmadığından varlık ondan hiç ayrılmaz. Çünkü varlık kendisidir. Birleşmemiştir ki ay-rıiabilsin. İbn Sina buna "Inniyet" demektedir.
Onun varlığı kendisinden ayrı düşünülemediği için varlığı zorunlu ve gereklidir. Böyle bir varlığı kabul etmemek bütün varlıkları inkâr etmek olur.
Böylece İbn Sina, var olandan hareket ederek Allah'ın varlığına ulaşıyor, Vacîbu'l-Vucud'un varlığından da kâinatın varlığına geçiyor. O önce Vacibu'l-Vucud'un varlığını kabul ediyor, varlığı ondan başlatıyor ve O var olduğu için diğer varlıkları da var ediyor, yaratıyor. Bunu şöyle formüle edebiliriz: iÜ-Varlık Vacibu'l-Vucud - fiil kâinat. Varlıklar var edilmeden önce vücûd ve mahiyetleri ayrı idi. Bunların var olması için vücûd ile mahiyetin birleşmesi gerekir. Biz yaratığı gördüğümüz zaman zihnen onun yaratılmadan önce varlığı ile mahiyetinin ay-.' rılığını anlarız, tahmin ederiz. Onun var olması için varlığı ile mahiyetinin birleşmesi ve bunu birleştiren bir varlığın olması gerekir.
Varlığı meveudu meydana getiren vücûd ve mahiyeti teker teker ele aldığımız zaman, bunlardan hiçbirinin böyle bir şeyi gerçekleştirecek ö-zelliğe sahip olmadıklarını görürüz. Demek ki varlıkla mahiyeti birleştiren ne varlık ne de mahiyettir, bunların dışında başka bir yarlıktır.
Eğer onları birleştiren varlık da vücûd ve mahiyetin birleşmesi ile meydana gelen bir varlıktır denilecek olursa onun da bir birleştiriciye ihtiyacı vardır. Bu böyle devam edecek oiursa teselsül meydana gelir ki batıldır.
İşte varlık ve mahiyeti aynı olan, varlık ve mahiyeti birleştirerek eşyayı var eden yani yaratan Vacibu'l-Vucud olan Allah'tır.
Kâinat var olmadan önce varlık ve mahiyeti ayrı idi. Bu, iki unsuru birleştiren ve kâinatı meydana getiren Vacibu'l-Vucud'a delalet, eder. Zira kâinattaki varlıklar mevcuttur. Eğer Vacibu'l-Vucud olmazsa diğer varlıkların varlık ve mahiyetlerinin birleşmesi, dolayısıyla kâinatın varlığı düşünülemez. Eşyada bu birleştirme işini Vacibu'l-Vucud yaptığına ve kâinat böylece meydana gelmiş olduğuna göre, bütün mevcudat Allah'ın varlığına delalet eder. 223
B) Kozmolojik Delil :
The Cosomoiogica! Proof, Deliii-i Kevnî, Kâinat Deliii gibi isimler verilen bu delil, varlık delilinin aksine bir takım zihni kavram ve kaidelere değil de deney ve tecrübeye, olayların jiletlerinin ve mahiyetlerinin araştırılması (istikra, endüksiyon) esasına dayanır. Halbuki varlık delili birtakım akli zaruretlere ve bedahete istinat etmekteydi.
Kozmolojik deli! - hernekadar izah tarzları ve şekilleri değişik olsa da - illiyet prensibine (causaiiîy) istinat etmektedir. Dayandığı esas kaide illiyet prensibidir. Varlıkların mutlaka var oldukları kabul, edildikten sonra buradan hareketle en yüksek derecedeki ilk illete yahut müsebbibi olmayan ilk sebebin varlığına ulaşılır ki, bu ilk sebebin sebebi kendiliğindendir ve o da Allah'tır.
Böylece kâinat Allah'ın varlığına delil getirilmiş, kâinattan hareketle Allah'ın varlığına ulaşılmış olur. Kâinatta bulunan illiyet sonsuza dek gi-demiyeceği için.illeti olmayan bir ilk illetin kabulü kaçınılmazdır ki, oda bizatihi var olan Allah'tır. Bu ilk sebebin mahiyet itibariyle âlemden farklı olması aklen zorunludur. Aksi halde teselsül gerekir ki batıldır.
Thalss bu deüii âlemin sınırlılığı ve sonlu oluşuyla izah etmektedir. Alem sınırlı ve sonludur. Sınırlı ve sonlu olanlar mutlaka var olmak ve varlıklarını sürdürebilmek için sınırlı ve sonlu olmayan yani, âlem cinsinden olmayan bir varlığa muhtaçtırlar ki, o da Allah'tır.
Saint Thomas (öl, 1274) kozmolojik delilin en yaygın şekli olarak, 0} Hareket delili i!o b) İmkân ve vücub delilini gösterir ve şöyle izah eder:
a) Hareket Delili : Bu delil, hareketin ve bu hareketin de mutlaka bir muharrikinin bulunduğu fikrine dayanır. Muharriklerin teselsül etrv.esi mümkün değildir. Hareketi kendinden olan bir ilk muharrikin varlığını aklın kabul etmesi zaruridir ki, bu ilk muharrik Allah'tır.
Temelde Aristo'nun fikirlerine dayanan bu delil daha sonra kâinat delilinin en meşhur şekillerinden biri olmuştur. Aristo şöyle demektedir: Hiç bir şeyin kendi kendini hareket ettiren yani hareketinin sebebi bizzat kendisi olması mümkün değildir. Çünkü hiç bir şeyin aynı anda kendi kendine hem bilkuvve hem de bilfiil durumda olması mümkün değildir. Hareketli olan her varlık hareketini bir başkasından alır. Bu sonsuza dek böyle zincirleme gidemez. Hareketini başkasından almayan bir ilk mu-harrikde son bulmak zorundadır.
b) İmkân ve Vücub Delili : Bu delil, bütün varlıkları varlığın iki çeşidi olan vacib ve mümkün diye ayırma esasına dayanmaktadır. Varlık mutlak var olması itibariyle ele alınacak olursa, onun Vacibu'l-Vucud ve Svîümkinu'l-Vucud kısımlarına ayrıldığı görülür. Mümkin varlık vuku kabiliyetine sahiptir. Onun vuku kabiliyetinden bilfiil varlık haline intikali kendisinden başka bir varlığın tesiriyle oiur. Zira bu intikal hareketi eğer kendi zatından olsa, o zaman aklın onu önceden meydana gelmiş olarak tasavvur etmesi gerekir. Çünkü bizatihi, varlığı kendi zatından olan şeylerin sonraya kalması mümkün değildir. Eğer onun var olma kabiliyetinde olduğu ve bununla beraber meydana gelme hareketinin de kendi zatından olduğu düşünülecek olursa bu durum tenakuzdur, mantığa aykırı düşer.
Eğer bu intikal hareketi kendi zatından değil de bir başkasının tesiriyle olmuşsa o takdirde var veya yok olmasında bir başka varlığa muhtaçtır. Şayet meydana geldiyse, var olduysa, hareket etmiş demektir. Çünkü intikal, yokluktan varlığa geçiş bir harekettir. Ve bu hareket onun kendi zatından değil bir başkasının tesiriyle olmuştur.
Mümkinu'l-Vucud olan şey var olabilmek için kendisinden başkasına muhtaçtır. O hareket halindedir, sabit değildir, bir durumda kalıcı değildir, tam ve kâmil değildir,
Vacibu'l-Vucud ise mümkinin karşıtıdır, ona zıttır. Akıl mümkini tasavvur ettiği zaman zaruri olarak Vacibu'l-Vucud'u da tasavvur eder. Çünkü mümkinin meydana gelebilmesi bir harici müessirin bulunmasını gerekli kılar. Bu harici müessirin mümkin varlıklar nevinden olduğu farze-dilse bu takdirde bu ikinci mümkin için de birinci mümkin için gereken şey gerekir. Bu böyle teselsül edemeyeceğfne göre mümkinin var olmasında müessir olan varlığın mümkin cinsinden olmayan, bizatihi var olan Va-cib'ul-Vucud olması gerekir ki, o da Allah'tır. 224
C) Gaye Ve Nîzam Delili:
Bu delil, Allah'ın varlığını isbat yolu olarak tabiatta görülen nizam, kasıt, düzenlilik ve hikmet ile bunların çeşitli görünümlerine dayanmaktadır. Tabiatı müşahede eden kimse görürki, bu âlem muayyen bir şekilde terkip edilmiştir ve düzenli, şaşmaz, bozulmaz bir kanuna uygun olarak yürümektedir. Kâinattaki her şeyin yöneldiği ve gerçekleştirmek istediği bir hedef ve gaye mevcuttur. Âlem güzellik ve nizamda en yüksek örnektir ve bunun tesadüfi illetlerin bir neticesi olması ebediyyen mümkün değildir. Aksine kemal sahibi, akıllı, hayrı gözeten, her şeyi bir maksat ve hikmete uygun olarak tertip eden bir varlığın eseridir.
Gaye ve nizam delili Aristo ve Eflatun'a kadar varan eski bir delildir. Kant'ın en cok beğendiği delillerden biri olan gaye delilini Saint Au-gustinus (öl. 430), Saint Thomas, Berkley (1685-1753) ve Nevvton (1642-1727) gibi filozoflar da kullanmışlardır.
Saint Thomas (1224 -1274) tabiatın düzeni açısından Allah'ın varlığına delil getirmenin iki şekli olduğunu söylemektedir:
1-Kâinatta anlayış ve bilgiden yoksun birçok varlığın belli bir gayeyi gerçekleştirmek için faaliyette bulunduğunu görmekteyiz. Eşya bu gayeye tesadüf yoluyla ulaşmıyor, bilakis kasıtlı olarak vasıl oluyor. Halbuki marifetten yoksun olan bir şey arif bir varlık tarafından yönetilmedikçe herhangi bir gayeye yönelemez. O halde, tabiattaki bütün eşyayı bir gayeye doğru yönelten akıllı bir varlık vardır.
2-Bütün kâinat, aralarında bir kısmının diğer bir kısmından yararlanması için belirli bir düzene bağlanmıştır. Halbuki birbirinden ayrı olan şeyler, tek bir varlığın koyduğu nizama bağlı olmadıkları süreee bir düzende birleşemezler. Kâinattaki varlıkların bir düzende birleşmeleri ve birbirini tamamlamaları bize onların yaratıcısının ve düzenleyicisinin birliğini göstermektedir ki o da Allah'tır. 225
D) Aklâk Delili :
Ahlâk delili deyince yeni çağ filozoflarından Kant (1724-1804) akla gelmektedir. Kant'a göre doğru bilginin yolu ne tek başına akıl ne de duyulardır. Doğru bilgi ancak akıl ve duyuların müşterek faaliyetiyle elde edilir.
Bu görüşü sebebiyle tenkitçiliğin (Criticism) kurucusu sayılan Kant, sadece akla veya duyulara dayandıkları gerekçesiyle diğer delilleri tenkit etmekte ve ahiâk delilini savunmaktadır.
Kant bu delili iki şekilde formüle etmiştir:
1-Mutlak ahlâk kanununun varlığından istidlal ederek bu kanunu vaz' eden bîr kanun koyucunun varlığı neticesine ulaşmak: Ahlâk kanunu ruhlarımıza yabancı gelen birtakım zorlayıcı emirler ve yasaklar topluluğudur. Ahlâk kanunu-iradeleri yorucu ve ağır gelen bir yola zorlamaktadır. Buna rağmen insan mutlu olabilmek için bu kanuna uyma mecburiyeti hisseder. Yani insan ahlâklı bir varlıktır. Eğer insan ahlâklı olmak istiyorsa, mutlaka ona ahlâklı olmasından dolayı değer verecek bir varlık olmalıdır. Diğer bir ifadeyle insanın ahlâklı oluşunun karşılığında bir mü-kâfatçı olmalı ki bu da Tanrıdır.
Kant şöyle demektedir: "Ben bilmiyorum, söyle artık ey vazife sen hangi toprakta yeşerdin? Hangi ağaçta olgun meyva haline geldin? Sen insana hoşlanacağı, lezzet alacağı bir şey takdim etmiyorsun. Sen ona yorucu, ağır gelen şeyler veriyorsun, lâkin, bunun karşılığında ona şahsiyetini nasıl kazanacağını, iyiliğini nasıl koruyacağını öğretiyorsun." De-mekki ahlâk kanunu bir kuvvetten sadır olmuştur ki o kuvvet zor sahibidir, güç ve otorite sahibidir. Bu otorite insan iradesini ahlâk kanununa uymaya mecbur edici emirler verme otoritesidir. İşte bu otorite ve zorun sahibi olan kuvvet "İ!âh"ın ta kendisidir.
2-Bu hayattaki "fazilet" ile "mutluluk" arasında uygunluk bulunmamasından istidlal edilerek kendisinde hayır bulunan ve fazilet üs mutluluğu bağdaştırabilecek gücü olan bir mevcudun varlığını isbata ulaşmak: Ahlâklılık tasavvuru aslında mutluluk tasavvuru ile ayrılması mümkün olmayacak tarzda sağlam bir irtibatla bağlıdır.
Ahlâk kanununun bir tek cümlede özetlenmesi mümkündür: 'Seni mutluluğa lâyık yapabilecek herşeyi yap." Şu kadar varki bizleri mutluluğa lâyık kişiler yapacak şeyleri yapmamız gerektiği zaman, şüphesz bunun neticelerini gerçekleştirmek bizim irademiz dahilinde değildir. Çünkü mutluluk, bir yönden bizim dışımızdaki tabiata bağlı, diğer yönden de başka insanların iradelerine bağlıdır. Bununla beraber ahiâk kanununun boş bir vehim olmaması için mutlak hayrın mümkün olması gerekmektedir. Yani fazilet ile saadet arasındaki insieamın gerçekleşebilir olması lâzımdır.
Bu durum insan iradesinden de, tabiattan da üstün bir iradenin var olmasını gerektirir. Çünkü tabiat ve insan iradesinin her ikisi de saadetin kendilerine bağlı bulunduğunu söylediğimiz iki âmildirler. Bu dengenin devam etmesi ve bu bağlılığın mutluluğu gerçekleştirmesi ancak yüce ve sonsuz bir varlıkla mümkündür ki, bu varlık Allah'tır. 226
4 -Kur'an-I Kerim'de İsbat-I Vacib
Kur'an-ı Kerim'de Allah Tealâ'dan bahseden âyetlerin çoğu O'nun sıfatlarını konu edinmiştir. Kur'an'da bilhassa Allah'ın birliği üzerinde e-hemmiyetle durulur, O'nun şeriki ve benzeri olmadığı ifade edilir. Zira Alah'ın varlığı hususu, insan için bilinmesi tabii, yani zaruri ve bedihi bir hadise olarak kabul edilmiştir. Çünkü selim bir fıtratla yaratılan insan normal olarak yaratanını tanır. Buna ancak gaflet, kibir ve inat gibi haller mani olabilir.
Kur'an'da İsbat-ı Vacip konusunda deli! olarak zikredebileceğimiz âyetlerin birkısmı da ahiretle ilgilidir. 227
İsbat-I Vaciple İlgili Âyetleri Yedi Grupta Toplayabiliriz. 228
1-Büyük bir kudret, ilim ve hikmet eseri olan insanın yaratılışı, onun bir mu'cize olan vücut yapısı, uzuvlar ve fonksiyonları, vücut sistemine bağlı olarak insana lütfedilen sayısız nimetleri bildiren âyetler:
"Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi? Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güc yetireniz." (el-Mürselât, 77/20-23).
"Ölesi insan, ne kadar nankördür. Allah onu hangi şeyden yaratmış? Onu rnen'iden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiş; sonra, yolu ona kolaylaştırmıştır. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir." ('Abese, 80/17-22).
"Ey insan, Yüce Rabbinin adını teşbih et. O, yaratıp şekil vermiştir O, her şeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir. O, yeşillikler bitirmiştir. Sonra da onları kuruyup kararmış çer çöpe çevirmiştir." (el-A'lâ 87/1-5.).
"(Ey Muhammed.) Yaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan in adıyla oku." ('Alak, 96/1 - 2 ).
"Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha çift yaratan Allah münezzehtir." 'Yâsîn, 36/36).
Bilmediklerindi "İnsan kendisini bitvnutfeden yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da: "çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyerek, bize misâl vermeye kalkar. Ey Muhammed de ki onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir." Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş yakarsanız. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü o, yaratan ve bilendir. Birşeyi düediği zaman O'nun buyruğu sadeee, o şeye "ol" demektir, hemen olur. Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir" (Yâsîn, 36/7783.).
"İnsanı sudan yaratarak ona soy sop veren O'dur. Rabbin her şeye kadirdir." (Furkan, 25/54),
"İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır? O, akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti. Ondan, erkek, dişi iki cins yaratmıştı. Bunları yapan Allah'ın ölüleri dirilmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter." (Kıyâme, 75/36-40.)
"Allah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek, dişi) kıldı. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O'nun bilgi-siyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta(yazılı)dır.ŞüphesizonlarAllah'akolaydır,"(Fâtir>35/11.).
"Allah'ın gökten indirdiği suyu görmedin mi? Biz onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kullan içinden ancak â-limler, Allah'tan (hakkıyla) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır." (Fâtır, 35/27-28,).
"Hr'avn, "Robbiniz de kimmiş, ey Musa?" dedi. O da, Bizim Rabbi-miz, her şeye hilkatini veren, sonra da hidayete yöneltendir." dedi, "Öyie ise, önceki milletlerin hali ne olacak?" dedi. Musa; Onlar hakkında bilgi, dedi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim ne yanılır, ne de unutur. O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir." Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için âyetler vardır. Sizi ondan topraktan) yarattık; yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi ondan çıkacağız. Andolsun biz ona (Fir'avn'a) delilierimizin hepsini gösterdik, yine de o yalanladı ve diretti. (Tâhâ, 20/49-56.).
"Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi? Söyleyin öyleyse dökmekte olduğunuz meni nedir? Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz? Aranızda ölümü takdir eden biziz, Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik). Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?" (Vâkı'a, 56/57-62).
"(..Onlar mı hayırlı,) Yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz!"
(Nemi 27/62).
"De ki; size gökten ve yerden kim nzık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere (onları yaratmağa) kim kadir olabilir? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Yaratma) işini kim idare ediyor? (Onlara bu soruları sorduğunda, bütün bunları), Allah (yapıyor)" diyecekler. De ki; öyle ise (O'nun azabından) korkmuyor musunuz?" (Yûnus, 10/3'
"İşte kudreti size anlatılan bu zât, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl (haktan sapıklığa) döndürülüyorsunuz?" (Yûnus, 10/32). ,
' "Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratmış, sonra ondan eşini va;r etmiştir. Sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. (Bu sekiz çift, erkeği ve dişisiyle, deve, sığır, koyun ve keçidir). Sizi anneleri-
nizin karnında üç türlü karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz olan Allah'tır. Mülk O'nundur. Ondan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?" (Zümer, 39/6).
"Allah, yeri sizin için bir mesken, göğü de kubbemsi bir yapı gibi bina eöen, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandırandır. İşte o Allah, Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yücelerden yücedir." (Mü'min, 40/64).
"Kesin oiarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de ibretler vardır. Görmüyor musunuz?" (Zâriyât, 51/20-21).
"Sizi Allah yarattı, sonra sizi yine öldürecek. Bilgili olduktan sonra hiç bir şeyi bilmesin de (bilgisizliğin ne demek olduğunu anlasın) diye sizden bazı kimseler erzel-i ömre kadar yaşatılır. Allah alîm ve kadirdir.
Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, nzıklarını ellerinin altındakilere (köle ve hizmetçilere) vermiyorlar ki, rı-zıkta hepsi eşit olsunlar. (Onlar ellerinin altındakilerle kendilerini eşit tutmazlarken, Allah'ı putlara nasıl eşit sayıyorlar? Yoksa) Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
Allah, size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla besledi. Onlar halâ bâtıia inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? Onlar Allah'ı bırakıp da kendilerine göklerde ve yerde olan rızıktan hiç bir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen şeylere tapıyorlar. İşte böylece siz de Allah'a bir takım benzerler icad etmeyin.'Çünkü Ailah her şeyi bilir. Halbuki siz pek çok şeyi bilemezsiniz.
Allah, hiç bir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş, bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel nzıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misâl verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.
Allah, şu iki kişiyi de misâl verir. Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi bu (adamla), doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu? Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) saatinin durumu ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan başkası değildir. Çünkü Aliah her şeye kadirdir.
Siz, hiçbir şey bilmezken Allah sizi analarınızın karnından çıkardı, şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi." (NahI, 16/70-78).
"Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe, haline getirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline soktuk; müteakiben, kan pıhtısını, bir lokmacık et yaptık; bu bir lokmacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonunda onu bambaşka bir mahluk o-iarak 'teşekkül ettirdik. Yapıp - yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. Sonra siz, muhakkak ki bunun ardından elbet öleceksiniz . Sonra da, şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz." (Mü'mjnûn. 23/12-16). .
"Kendikendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların bir çoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâret-mektedirler," (Rûm, 30/8.)
"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaradan Rabbirvize ibadet ediniz. Umulur ki böylece korunmuş (Allah'ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz." (Bakara, 2/21).
"Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra siz, (her tarafa) yayılan birer insan oluverdiniz. Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) deliüerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüzün Allah'ın lutfundan (nasibinizi) aramanız da O'nun (varlığının) delillerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır.
Yine O'nun delillerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için (alınacak) dersler vardır.
Göğün ve yerin O'nun buyruğu ile durması da O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra sizi bir çağırdı mı hemen topraktan (kabirlerinizden) çıkıverirsiniz. Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir. İlkin mahluku yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir." (Rûm, 30/20-27).
"O Rab ki, yeri sizin için bir zemin (döşek), göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten size bir su indirdi. O su sebebiyle türlü meyvelerden (ve ekinlerden) size bir rızık (beslenme), çıkardı. Bunları bilerek sakın Allah'a ortaklar koşmayın." (Bakara, 2/22).
"Ey kâfirler, siz ölü (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Şunu bilin ki, sonra sizi (e-celiniz gelince) O, öldürecek, tekrar sizi O diriltecek ve tekrar O'na döndürüleceksiniz. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra kendine has bir şekilde semâya dönüp doğruldu ve onu yedi kat olarak sağlamca tesviye ve tanzim etti. O, her şeyi hakkıyla bilendir." (Bakara, 2/ 28-29),
"Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden sakının. A-dını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gö-
zetleyicidir. (Nisa, 4/1).
"Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı, maksadını anlatmayı öğretti." (Rahman, 55/14).
"Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. Cinleri de hâlis ateşten yarattı. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?" (Rahman, 55/14-16).
'Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr mı ettin? Fakat O Allah, benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam." (Kehif, 18/37-38).
2 -Sonsuz bir Kudretin Eseri Olan Hayvanların Yaratılışı vs İnsanın Hizmetine Verilişini Tasvir Eden Âyetler: Bir önceki maddede metin ve mealleri verilen âyetlerden bazıları bu ve bundan sonraki maddelere de atıfta bulunmakta, onlarda da zikredilmesi uygun düşmektedir. Ancak tekrar etmekten kaçındığımız ve konuyu fazla uzatmak istemediğimiz için, daha önoe zikredilmiş olan âyetleri tekrar yazmayacağız. Bir önceki maddede verilen âyetler grubunun ilgili bölümleri sonraki maddelerde de zikredilebilir.
"Onlar bakıp görmediler mi ki, biz azimuşşân kudretimizin eseri' olmak üzere pek çok faydalı hayvanlar yarattık,. Ve onlar da bunlara mâlik ve sahip oldular. Bu hayvanları onların emirlerine âmâde kıldık. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. Bu hayvanlarda onlar için içilecek sütler ve daha nice faydalar vardır. Hâlâ şükret mezler mi?" (Yâsîn, 36/71 - 73). f"'......
"Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O'dur. Biz onunla kupkuru ölü bir memlekete hayat verdik. İşte siz de böyle (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız. Bütün çiftleri O yaratmıştır, Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir ki, böylece onların sırtına binip üzerlerine yerleşince, Rabbinizin nimetini anarak, "Bunu bizim hizmetimize vereni teşbih ve
takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik." diyesiniz. "Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz." (demelisiniz)." (Zuhruf, 43/11-14).
"Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için bir çok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan topluluklar için nice ibret verici işaretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten indirmiş olduğu bir rızıkta ve ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan topluluklar için pek çok âyetler vardır." (Câsiye, 45/3-5).
"O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Diğer yıldızlar da Allah'ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda, düşü-! nen bir millet için pek çok deliller vardır. Yeryüzünde sizin için rengârenk yarattıklarında da öğüt alan bir toplum için büyük bir ibret vardır. Allah,; içinden taze et (balık) yemeniz için ve takacağınız süs (eşyası) çıkarma-1 nız için, denizi emrinize verendir. Gemilerin denizde (suları) yara yara git-; tiklerini de görüyorsunuz. (Bütün bunlar) onun lutfunu aramanız ve nime-j tine şükretmeniz içindir." (Nahl, 16/12-14)..
"Şüphesiz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size; onların karınlanndaki işkembe ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz." (Nahl, 16/66). ;
"Gökleri ve yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O'nun âveîleriridendir. O, dilediği zaman onları (tekrar) toplamaya kadirdir." (Şûra, 42/29).
"Göğün hava boşluğunda ve uçmalarına uygun hale getirilen sahada uçuşan kuşlara bakmadılar mı? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır." (Nahl, 16/79).
"Hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların k dakinden (yani aldıkları besinleri süt haline getirerek bunu) size Onlarda sizin için birtakım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz, Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız." (Mü'minûn, 23/21-22).
"Üstlerinde kanatlarını aça - kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? Onları (havada) Rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz o her şeyi görmekteidir." (Mülk, 67/19).
"Şüphesiz semavaî ve arzın yaratılmasında, gece ile gündüzün bir biri peşinden gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Allah'ın, gökten indirdiği bir su ile ölmüş olan toprağı diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre amade bekleyen bulutları döndürmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığını ve birliğini is-batlayan) pek çok deliller vardır." (Bakara, 2/164).
"Allah, her hayvani sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yapar; çünkü Allah her şeye kadirdir." (Nûr, 24/45),
3 -Bozulması ve aksaması olmayan mükemmel tabiat nizamı içindeki yer küresi, dağlar ve denizler... Göklerin ve yerin birbirleriyle ahenkli olarak gediksiz ve kusursuz yaratılışı, bunların çalışması, yer küresini koruyan atmosfer, acı ve tatlı suların ve denizlerin bulunuşu ile yerde ve gökte bulunan her şeyin insanın emrine verilişini bildiren âyetler:
"Kendisine hayat verdiğimiz ölü toprak hakikatte (onlar için oldukça mühim) bir ibret ayetidir. Çünkü biz onu yağmurla dirilttik de ondan pek çok tarım ürünleri çıkardık. İşte onlar bunlardan yerler. Biz, yeryüzünde nice hurma bahçeleri, üzüm bağlan yarattık ve oralarda bir çok pınarlar kaynattık. Onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yemeleri için (bu nimetleri verdik). Hal böyle iken onlar şükretmezler mi?" (Yâsîn, 36/33-35).
"İki deniz birbirine eşit olmaz. Şu çok tatlıdır, susuzluğu keser, içilmesi kolaydır. Şu da çok tuzludur, acıdır (boğazı yakar). Hepsinden de taze et yersiniz ve takmakta olduğunuz süs eşyası çıkarırsınız. (Allah'ın) Lütfundan (nasibinizi) arayıp şükretmeniz için gemilerin denizi yarıp gittiğini görürsün.
Allah, geceyi gündünüz içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıpta kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir. Eğer onları (putları) çağirsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin (Onları Allah'a) ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah'tan) başka hiç kimse haber veremez." (Fâtır 35/12-14).
"O ki, birbiriyle ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Cok merhametli olan Allah'ın yaratışında hiç bir uygunsuzluk göremezsiniz. Gözünü çevir bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? (Aksaklık görebilmek için bir değil) iki defa gözünü çevirip bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin halde sana dönecektir." (Mülk,67/34).
4-Bütün canlıların mayasını teşkil eden su, suyun habercisi rüzgâr, ölü olan toprağın yağmurla dirilerek muhtelif yiyecekler vermesi, İnsanların ihtiyaçlarını gideren ateş vb.nin yaratılışından bahseden âyetler:
"Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik (yağmurla bahçeleri ve ekinleri yetiştirdik). Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcuklan olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile, ölü bir toprağa ean verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir," (Kâf, 50/9-11).
"Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri de size akıtan ancak Allah'tır. Âdetleri üzere seyreden güneşi ve ayı size faydalı kılan, geceyi ve gündüzü istifadenize veren yine Allah'tır. O size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür." (İbrahim, 14/32-34).
5-Ay, güneş, yıldızlar, gece vs gündüzün meydana gelişi ve bunlardaki değişmez nizamdan ve bütün bunların insana sağladığı faydalardan bahseden âyetler: Yukarda zikredilen âyetler içerisinde bu konuyla ilgili olanlar çoktur.
6-Yiyeeek, insan ve her türlü eşya naklinde emrimize amade kılınan gemiler, denizler ve denizden çıkarılan gıdalarla zinet eşyasından bahseden âyetler: Yukarda zikredilen âyetler arasında bu hususla ilgili olanlar da mevcuttur.
7-İnsanlaran, gaflet, kibir ve inattan sıyrıldığı an yalnız Allah'a yö-nsimetari ve Q:n® yalvarmalarını haber veren âystîer: Hz. Musa'nın Fir'anv'-la olan mücadelesi neticesinde Fir'avn ve taraftarlarına azab gelince onların Allah'a yakarışlarını bildiren şu âyetleri burada örnek olarak zikredebiliriz :
"Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, "bu, bizim hakkımızdır, (bizim yüzümüzden geldi ve kendi davranışımızla bunu elde ettik)" dediler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı {Onların yüzünden kıtlık ve belaya uğradıklarını iddia ederlerdi.) Bilesiniz ki, onların uğursuzluğu Allah Katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler. Ve dediler ki; bizi sinirlemek için ne mû'cize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.- Biz de ayrı ayrı mû'cizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.
Azab üzerlerine çökünce, "ey Musa, sana verdiği söz hürmetine bizim için Rabbine dua et, eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak israil oğullarını seninle göndereceğiz" dediler. Biz ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler." (A'raf, 7/131-136).
Kur'an'da İsbat-t Vâcib konusunu Kur'an delillerinin özelliklerini belirterek noktalamak istiyoruz:
a) Kur'an delilleri ikna edicidirler. Kur'an insanları ikna etmek için mu'cîzeden çok akla hitap eder. Zaaf ve korku yoluyla inandırma yerine düşünce ve ikna yoluyla kabulü tercih eder.
b)Kelâma ve filozofların kullandıkları delillerin bazılarının devri geçebilir veya onlar herkese hitap etmeyebilirler. Kur'an delillerinin hiç bir 7aman devri geçmez, apaçık, bedihi ve umumidirler.
c) İnsanların fıtratına uygundurlar.
d) Kelâmcılann ve İs!âm filozoflarının delillerinin kaynağıdırlar. 229
Dostları ilə paylaş: |