Ersitesi basimevi 1988 konya



Yüklə 1,19 Mb.
səhifə10/24
tarix17.01.2019
ölçüsü1,19 Mb.
#98690
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   24

VARLIK-ÂLEM




1-Cevher Ve Araz :

İnsan ilimlerinin gelişmesi, varlık, varlığı tanıma vasıtası olan bilgi ve İnsanrn kendi mâhiyeti üzerindeki araştırmalara ve kanaatlere yeni bo­yutlar kazandırdı. Fizyoloji, Psikoloji, Tarih, İktisat, Antropoloji ve Sosyo­loji insanı ve küitürü bütün olarak inceleme imkânı verdiler. Biyoloji ala­nındaki çalışmalar hayatın mâhiyeti üzerindeki araştırmalara yöneldi. Es­ki bilgi ve kavramlar tekrar tenkide tabi tutularak insan ve tabii çevresi üzerinde yeni yorumlar yapıldı. Bu çalışmalar esnasında en fazla üzerin­de durulan ve kendisinden bir türlü vazgeçilemeyen kavramların başında cevher gelir.

Cevher; başlı başına mevcut olan, zatıyla kaim olandır. Ona "Ayan" da denir. Araz ise başlı başına mevcut olmayan, zatıyla kaim olmayandır. Taş cevher olup onun katılığı arazdır. Cevher yerine mevcut, araz yerine hâdise tabirleri de kullanılır. Var olan mevcut, görünen hâdisedir.

Kelâmcılar Allah'a cevher, sıfatlarına araz dememişlerdir. Fakat Filo­zoflar her iki tabiri de Allah hakkında kullanmışlardır.

Cevherde değişmelerle birlikte değişmezlik sözkonusudur. O, öz kavramı ile eşittir. Bütün yüklemler, sıfatlar cevhere dayanır. Cevher, a-razların altında bulunandır, şeyin özelliklerini taşıyandır. Eğer cevher, yani bir dayanak düşünülmezse boşlukta arazlar nasıl birleşir? Cevher soyut bir kavram olmakla birlikte, niteliklerin, özelliklerin, arazların bir arada bulunabilmesi için kabul edilmesi gereken bir kavramdır. Yakala­namaz kavram olan, yalnız hipotez olarak kurulan, kendisinden vazgeçin­ce arazlarla şeyleri kavramaya imkân olmayan cevher, vazgeçilmez, ka­çınılmaz bir halde durmaktadır.

İnsanlık düşünce tarihi varlığı anlamada İki gruba ayrılmıştır. Kendi­lerine cevheriye denilen bir grup düşünür "varlığın temelinde cevher var­dır" deyip, zâtıyla kaim bir mevcudu kabul etmiştir. Enfüsî, iç hadiseler

ruh denilen cevhere, afakî, dış hadiseler de madde denilen cevhere isti-nad eder.

Cevheriyye'nin idealist grubu maddî cevheri, materyalist grubu da ruhî cevheri inkâr eder.

Varlığı sadece arazlardan, hadiselerden ibaret gören Araziyye'ye gö­re ise hiç bir cevher yoktur, madde de yok, ruh da yok... Cevher denilen-mefhum, kendine başka bir yüklem ilave olunan hadiseler ve arazlar kü­mesidir. Her şey arazdır, mahmuldür, sıfattır. Âlem bir nitelikler, özellik­ler manzumesidir. Bu görüşün belirgin mümessili İngiliz Filozofu David Hume'dur (öl. 1776). İslâm Kelâmcılarından Mu'tezilî Dırar (Hicri 2, asır) ye Neccar (v.220/835) da arazcı idiler. Onlara göre cisim "araz-ı mücte-mi'a = arazlar kümesi"nden ibarettir.

Cevher ve araz üzerine ne kadar tenkidler yapılırsa yapılsın, düşün­ce tarihinde şu veya bu şekilde, değişik kavramlar kullanılmak suretiyle cevher ve arazdan vazgeçilememiştir. Varlık anlayışında daima bir öz ve suretten bahsedilmiştir. 181



2- Vücud Ve Zât :

Vücud, varlık; zât, mâhiyet demektir.

Vücud tasavvuru bedihî, açık, sarih olduğundan tarif edilmemiştir. Vücud kavramı en genel, en kapsamlı kavramdır. Vücud eşyanın tanın­ması ve bilinmesidir. Mahiyet, aklî suretler, formlardır,

Vücud başka, zât ve mâhiyet yine başkadır. Zât ve mâhiyet vücud-dan evveldir. Bir ev hariçte vaki olmadan evvel onun zat ve mahiyyeti ta­savvur olunur. Vücud, bu zât ve mahiyet üzerine bazı özel arazların İlave­siyle hasıl olur. Tabiî varlıkların bir zât ve mâhiyeti olduğu gibi, aklî varlıkların da bir zât ve mâhiyeti vardır.

Vücud ile zâtı karıştırmamak lâzımdır. İnsan da dahil bütün varlıkla­rın vücudu zatî değildir, çünkü hiç biri zarurî değildir.

Vücudun zât üzerine zâid olup olmaması, Kelâmcilar ile İslâm Filo­zofları arasında anlaşmazlık konusu olmuştur. İslâm filozoflarına göre; vâcibde zâtinin, mâhiyetinin aynıdır, fakat mümkünde zât mâhiyei üzerine zâidd ir.

Kelâmcıların çoğunluğuna göre ise; vücud, vâcibde ve mümkündJ zâtinin ve mâhiyetinin aynı olmayıp o zât ve mâhiyet üzerine zaiddir. İmam Eş'arî'ye göre; vücud, vâcib ve mümkün varlıkta zât ve mâhyeüninaynıdır.

Mâhiyet, vücuddan öncedir, bunda şüphe yoktur. Acaba bu mâhiyei tevücud denir mi? Buna vücud-î zihnî ve zıllî, zihnin benimsediği vücud? göğe vücud denir. Haricî vücud, vücud-i aynî'dir, |

Varlık kavramı bir özü, bazı yüklemleri, sıfatları ve tavırları gerekti­rir. Vücud ve zât kavramları üzerinde en çok İbn Sîna (vf. 428/1037), İbn Rûşd (vf. 595/1198) ve Saint Thomas (1224-1276) durmuştur. XIX. yüz­yılda varlık ve zât kavramları F. Hegel (öl. 1831) ve Fenemonoioji akımı kazanmıştır.

Panteistler ile Kelâmoıların varlık anlayışı birbirinden farklıdır. Pan­teistler varlık kavramını "herşey" ile birleştirirlerken, Kelâmcılar bunu "herşey" den ayırırlar. Yani Panteistlerde Allah - âlem birliği sözkonusu iten Kelâmcılara göre Allah'ın varlığı ile âlemin varlığı birbirinden ayrı­dır,

üzerindeki araştırmaların birbirine uymaması, varlığın mantık zihin fonksiyonlarıyla açıklanmaya kaikışılmasından ileri gel-Mantık kurallarından uzak kültür çevreleri, ideolojiler ve din-ta içinde varlık hakkında çok farklı, hatta çelişik sonuçlar çıkarılmıştır. fa düşünce sisteminin kendine özgü bir varlık felsefesi, ontolojisi var­dır. Bu farklılıklar, varlığı doğrudan doğruya yaşayarak, bir varlık duygu-suna sahip olarak, varlığı bir gerçek kabul ederek ancak ortadan kalka-^r-Kelâmcıların baştan beri yaptıkları da eşyanın, varlıkların sabit ha­ltlarını kabul etmeleri olmuştur. 182

3 - Madde :

İnsan akıl ve düşüncesini meşgul eden ve bundan sonra da meşgul üç önemli konu Madde, Ruh ve Allah'tır.

Maddenin kelâmdaki önemi mâhiyetinden ileri gelmemektedir. O Ke-lâmda kadim veya hadis olması itibariyle, yani vasfı itibariyle önem ar-z% Maddenin şöyle veya böyle olması değil, onun Allah'ın yaratması-110bu olması. Kelâm İlmi'nin üzerinde durduğu en önemli hususlardan­dır.

Ruh hakkında da aynı hususlar söz konusudur. Ruhun mâhiyetinden z'yade onun akide ile alakası, başlangıcı ve sonu itibariyle Kelâmdaki du­rumu önem kazanır.

Maddenin hakiki mâhiyeti üzerinde anlaşmazlık vardır. Materyalist­ler maddeyi her varlığın ilk unsuru, temeli, tek cevheri kabul ederler. Her şeyin asıl ve esasının madde olduğunu benimserler. İdealistler ve Spri-tualisîier (Ruhçuiar) ise maddenin gerçekliğini ve haricî varlığını inkâr ederier.

Madde inkâr olununca âlem yalnız hadiselerden ibaret oluyor. Aslın­da maddenin İnkâr ve isbatı İslâm akidesine etki yapmaz. Madde, ilk prensip, hareket noktası ve kadim kabul edilmedikçe İslâm için bir olum­suzluk söz konusu değildir. Bununla birlikte kelâmcılar, yaşanan şu ha­yattan" hareketle, gördüğümüz şu âlemdeki maddeyi kabul etmişler, â-lemdeki cisimlerin cevher ve arazlardan oluştuğunu benimsemişlerdir.

Madde hokkanda çeşitli faraziyeler vardır. Bunların en önemlisi atom nazariyesidir.

Maddenin atomlardan oluştuğu, maddenin aslını kimyasal element­lerin teşkil ettiği kesin bir gerçektir. Atomlar eşyanın en son unsurları­dır. Cisimler birbirlerinden atomlarının tertib, terkib, aded ve şekil itiba­riyle farklı oluşlarıyla ayrılırlar. Bütün cisimler, atomların çeşitli suretler­de bira raya gelmeleriyle meydana gelir.

Atom nazariyesinin kurucuları Demokrit (öl. M.Ö. 420) ve Epikür'dür. Bu nazariye İslâm dünyasına "Cevherü'İ-Ferd" veya "Cüz'ü Lâ Yetecez-za" olarak geçmiştir. Buna göre cisim en küçük parçalardan, artık daha fazla bölünemeyen cüzlerden meydana gelir. Âlemde mevcut olan cüz'ü lâ yetecezza, yani atomlardan cisimler terkib olunur.

İslâmda atom nazariyesi, Cehmiyye ve Mu'tezile tarafından ortaya konur. Mu'tezlle'den Ebu'l-Huzeyl el-Allaf atom nazariyesinin babası ka­bul edilir. Çağdaşı İbrahim Nazzam atom nazariyesini reddeder. O, cis­min sonsuz surette bölünebileceği görüşündedir. Bâkıllânî, atom nazari­yesini sisteminin temeli yapmıştır. İbn Hazm ve İbn Teymiye sözü edilen nazariyeyi inkâr ederken, Fahreddin Razî bu konuda şüphe içindedir. 183

Atom parçalanmıştır, ama yine de elektron, proton, nötron denilen parçacıklarla karşılaşılmıştır. Bunlar bir bütün halinde atomu meydana getirmekte, ayrı ayrı kendi başlarına bulunamamaktadırlar. Atom parça­lanmasına ve çok büyük bir enerji kaynağı olmasına rağmen yine cismin kendisinden oluştuğu en küçük parça olmaya devam ediyor. İster parçacık, ister dalga şeklinde olsun, enerjide devam eden, ölçülen, bu yüzden sabit kanunlarla ifade edilen bir temel olarak kalıyor. 184

4 -Cisim :

İnsanın çevresi çeşilti tad, renk ve boyutta varlıklarla doludur. Bun­lar cisimlerdir. İnsan cisimleri duyulanyla idrak eder, onların varlığından duyulanyla haberdar olur.

Cismin özel vasfı atalettir. Cisim hareket etmek için bir dış sebebe muhtaçtır. Cismi hareket ettiren olmazsa o asla yerinden oynamaz. Cis­min fesadı kendisinden değildir. O zâtı gereği yok olup gitmez. Fakat o fesada kabiliyetlidir.

Cismin basit ve mürekkep olarak ikiye ayrıldığı bilinen gerçeklerden-Idir. Mürekkeb cismin bir zatı, özü vardırki bu maddedir. Bir de sureti, Ikanunu vardır. Mürekkep cisim, madde ve suretten oluşur. İslâm filozof­ları cismin maddesine "heyula" demişlerdir. Suret ise cismin heyet ve kıyafeti, dış görünüşü olup ona hulul etmiştir. Heyula mahal, suret hâP-dir.

Madde, kuvvetten, enerjiden ibarettir. Maddenin enerji halinde şe­kil değiştirmesi, sonsuzca yeni imkânlar kazanmasıdır. Bu imkânları Fi­zik inceler. Yeni Fizrk, quanta teorisi ile enerjinin dalga ve cisimcik diye iki manzarası olduğunu göstermektedir. Dalga manzarası sürekli, cisim­cik manzarası süreksizdir. Enerji her derecesinde dalga olarak sürekli, cisimcik olarak süreksizdir. Enerji aynı zamanda olan ve olacak olan şey­dir, mümkün varlıktır. Bundan dolayı enerjinin varlığı evrim halindedir. Alemde evrimsiz, yani şekil değiştirme, yükselme, alçalma, yok olma ve meydana gelme v.b. hallerden birinde bulunmayan bir enerji yoktur. Alem sonlu bir sistem olarak düşünüldüğünde onun ölümü enerji mikdarınm azalıp yok olmasıyladır. Öyle ise bir enerji azalmasına karşı bir başka sistemde yeni bir enerji yükselmesi olacak, bundan dolayı âlemlerde şe­kil değiştirme, açılma, gerçekleşme ve değişmeler olacak, her yok olma­yı yeni bir yaratış tamamladığı için mutlak olarak yok olma olmayacak­tır. Açık ve sonsuz bir sistemde, âlemlerde her yok olmanın ardından ye­ni bir yaratılışın gelmesi mümkündür. Nitekim Kur'an'da: "Gökleri ve yeri yaratan (Allah) in, onlar gibisini yaratmağa gücü yetmez mi: Elbette bu­na gücü yeter, O, her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir." 185 buyurulur.

Varlık konusunda kabul edilmesi gereken ilk iki kavram, madde ve enerjidir. Cansız tabiat, yani cisim çözülme olarak bir yöne doğru değiş­me halindedir. Bu yöne enerjinin evrimi denilir. Enerji evrimi, dereje azal­ması olarak bir yok olma manzarası gösterir. Fakat enerjiden enerjiye şekil değiştirme, bu evrimin bir ilerleme olmasını sağlar. Böylece enerji evrimi tabiatın hem yaratılması, hem yok olması, devamlı olarak şekilden sekile geçmesi, yeniden meydana çıkma halinde bulunması demektir.

Varlığın enerji manzarası makrokozmos'da genişleyen kâinattır. "(Bir de semaya bakın), biz onu kuvvetle bina ettik. Muhakkak ki biz, bü­yük kudrete sahibiz. Arzı da döşedik. ne güzel döşeyiciyiz.." 186

Bundan dolayı kâinatın sonfu, sınırlı olması, varlığın yoklukla kuşa-tılmış bir küre olması düşünülemez. Her nerede varlık varsa ondan ileri­sinde ancak onun imkânı, yani olacak oian vardır. Çünkü varlık imkân buudu olarak, sürekli gerçekleşme halindedir. "O, her an kâinata tasar­ruf etmektedir." 187

Antik düşüncede madde şekilsiz bir güç, varlığın alçalması ve yok olması diye menfi anlamda anlaşılıyor. Çağdaş düşüncede materyalizm ona bütün varlıkların kökü, evrimlerle üstün varlıkların kendisinden doğ­duğu yaratıcı varlık anlamı verfr. Bu iki karşıt görüş, gerçekten, aynı de­recede uzaktır. Maddenin kendi düzeni, şekli, kendi evrimi olduğu için ona ne Aristo ne Plotin gibi bakmak doğru olur. Fakat madde kendisin­den mahiyetçe ayrılan canlı varlığı, değerler âlemini meydana getireme­yeceği için onda yaratıcılık görmek büyük ySnlışîır. 188

5-Hayat :

Cansız varlık ile canlı varlık arasındaki bariz vasıf hareketliliktir. Canlıda görülen hareket ya bitkilerde olduğu gibi dahilî, veyahut hayvan­larda görüldüğü şekliyle haricî, yani bir yerden bir yere intikal tarzında­dır. Hareket halindeki varlık aynı zamanda hayat sahibi varlıktır.

Hayatın menşei, insan zihnini ifk çağlardan itibaren meşgul etmiş ve çeşitli nazariyelerin Heri sürülmesine sebep olmuştur:

1. Hilozoizm; Maddenin canlılığı, İlk çağ düşünürlerinden A-naximenes ve Thaies gibi filozoflar cansız varlıkta canlıya ait vasıfların bulunduğunu düşünüyorlardı;

5.Animizm: Canlı varlığın cansız varlıktan zât, mâhiyet, öz bakımdan farklı olduğunu görenler hayatın, maddeden ayrı "anima" dem­en bir prensipten kaynaklandığını benimsemişlerdir.

3. Mekanizm: Canlı varlığın makineye benzetilmesinden doğan bir görüştür. Canlının makineye benzetilmesi R. Descartes'da başlamış ve sonraki bütün mekanist materyalizmde devam etmiştir. Hatta "makı-ne-insan" teorisi bile ortaya atılmıştır.

4. Vîtaiizm: Canlı varlığın özel bir faaliyet şeklinde anlaşılması olup daha ziyade canlıda meydana gelen olguları ilmî metodla aydınlat­ma tarzında tıbbî araştırma cereyanıdır.

5. Yeni Vitalİzm: Hayatın soyut bir ilke olarak ele alınması­dır. Daha ziyade biyolojistlerin çalışma alanıdır. Psiko - biyolojizm şek­line bürünerek canlılarda ruh görme anlamına gelmiştir. 189

Canlı, bölünen, parçalanan madde ile birliktedir. Hayat İse meydana gelen ve devam eden bir keyfiyettir. Canlı kendi varlığını, varlık şartı ci­lan maddeye dayandırmaya mecburdur. Onsuz kendi başına var olamaz. Onun maddeye bağlılıktan dolayı yaşlanma, bozulma, fesada uğrama, çözülme ve dağılma vasıfları vardır. Canlı bir yandan büyür ve. çoğalır, diğer yandan yıpranır, ihtiyarlar ve ölür.

Canlı varlığı ve hayatı anlamak için biyolojik, fiziko - şimik, tıbbî, kimyasal ve fiziksel bir çok nazariyeler geliştirilmiştir. Aneak canlı varlı­ğı anlamak için kimyager gibi değil, mimar gibi düşünmek gerekir. Canlı varlığın sahip olduğu özümseme, sertleşme, gelişme gibi vasıflar onun kimyasal tabiatından değil, fakat başka bir terkibe sahip oluşundan ge­lir. O belli ve düzenli bir organlaşmaya göre ayrı cinsten unsurlardan ku­rulmuş bir terkibe sahiptir.

Maddenin elektron, protondan atoma, atomdan moleküle, molekül­den hücreye, hücreden canlı varlık haline geçişi, canlının çeşitli türlerde yeryüzüne yayılışı, intibakı, istihalesi, kısaca hayatın bilinen şartlarda yeryüzünde gerçekleşmesi Kur'an'da hayatla ilgili verilen şu hükmü ha­tırlatıyor:

"Hanginizin daha iyi amelde bulunduğunu belirtmek için hayatı ve ölümü yaratan O'dur." 190

6 -Ruh :

İnsan zihnini dün ve- bugün meşgul eden meselelerin başında ruh problemi gelir. Şimdiye kadar insanlığın kabul edebileceği şekilde ruhun ne tarifi, ne de mahiyeti hakkında tatmin edici bir ifade ortay* konmuş­tur. Hatta ruhun varlığı, beden ile münasebeti değişik yorumlara sebep olmuş, ruhu dün olduğu gibi bugün de inkâr edenler mevcut olmuştur. Neticede ruh hakkında değişik görüşler ortaya atılmıştır:



1. Maddeci Görüş : Maddeci görüş ruhu bir mefhum olarak kabul e-der. Ruh müsbet bir mefhum olmayıp o bir faraziyeden ibarettir, hakiki mahiyetten mahrumdur. Vicdan, duyumlar, fikir ve bütün şuur faaliyetle­ri dimağın eseridir, İnsanın manevi yapısıyla hayvanınki arasında fark yoktur, İnsan daha yüksek derecede bir hayvandır, aralarında derece o-larak fark vardır, Ruh yoktur, bu bir faraziyedir. Her şey madde ile kaim­dir.

2. Ruftcu Görüş : Buna göre ruh bedenden ayrı bir varlıktır, o beden fani olduktan sonra da diridir. Ruh birdir, basittir, bölünme kabul etmez. Beden madde gibi âtıldır, onu harekete geçiren ruhtur. Beden daima de­ğişir, ama ruh değişmez, aynı kalır. Ruh özerktir, fiillerin hâkimidir. Şuur faaliyetleri için dimağ şarttır, ancak zaruri değildir. İnsan ile hayvan ara­sında derece farkı değil, mâhiyet farkf vardır. İnsan akıllıdır, hayvan de­ğildir, insan mütefekkirdir, hayvan değildir, belki hassastır, duyguludur. Tefekkür, teemmül, istidlal ancak insanın özellikleridir. 191

Ruh - Beden Münasebeti:

insan vücudunda meydana gelen fiiller çok karmaşık bîr yapıya sa­hiptir. İnsanın hareketleri, eğilimleri, işîihalan, velhasıl bütün fiilleri bir yandan bedenî, diğer yandan ruhîdirler. Bütün fiiller ruh, beden bütünü­ne attir.

Beyin için fikir yapan organ denmiştir. Beyni ruhun aleti olarak gö­renler olmuştur. "Ruh, beden aracı ile maddeye hakim olur" kanaati yay­gındır.

Ruhla beden arasında zıtlık ve tamamlayıcılık gibi iki unsurun oldu­ğu farkedilir. Ruh - beden bütününü zıt ve tamamlayıcılık vasıfları ile kav­ramak güç ve zor olduğu için, insan hakkında yanlış değerlenrdimeler yapılmış, bazan beden, bazan ruh hakkındaki anlayışlar ağır basmış, ba-zan da bu iki vasıf ayrı cevherler gibi düşünülmüştür. Bu konuyla ilgili görüşler, insanlık düşünce tarihinin nadir kıymetlerini oluşturmaktadır.

Ruh - beden insan bütünü, aynı zamanda nitelik-nicelik, keyfiyet-kemmiyet bütünüdür. Nitelikle ilgili hususlar ruhî sahayı işgal ederken, nicelikle ilgili tavır ve hareketler bedeni sahada yer almaktadır. Oysa in­sanda tecellî ve tezahür eden bütün fiilleri ruh - beden bütününün bir eseri olarak görmek ve öylece değerlendirmek, insanı sadece beden veya ruh olarak görmek isteyenlerin düştüğü yanlışlıklardan uzak tutar. 192


Ruhun Varlığı ve Mâhiyeti:

Ruhun varlığını inkâr etmek ruh problemini halletmiyor. İslâm düş nûrleri ruhun varlığını kabul etmişler, ancak mâhiyeti hakkında değiş görüşlere sahip olmuşlardır.



1.İslâm Filozofları, İmam Gazzalî, Mu'tezile, Şi'a ve Kerramiyye'den bazıları; insan ruhu mücerreddir, soyuttur, cisim olmadığı gibi cismanî de değildir, bedene yapışık, muttasıl olmadığı gibi andan ayrı da değil­dir, yer işgal etmez, kendi başına kaimdir, görüşündedirler.

2.İnsan ruhu, gül suyunun güle sirayeti gibi bedene dağılmış bir la­tif cisimdir, yer işgal etmekten ve değişiklikten uzaktır. Kelâmcıların ço­ğunluğunun görüşü bu doğrultudadır.

3.Kalbde, dimağda ve ciğerde olmak üzere üç kuvvettir. Kalbteki hayvanî kuvvet, dimağdaki nefsî kuvvet, ciğerdeki nebatî kuvvettir. Bâ-kıllânî'nin görüşü budur. Bu halde ruh nefisten başkadır, hayat denilen arazdır.

Ruhun mahiyeti konusunda şunlar da söylenmiştir:

İnsan şeklinde ve kıyafetinde bir heykeldir. Mizaçtir, kandır, dimağ­dır, dimağda parçalanmayan cüzdür, Havadır, nur-u ruhanîdir.

Ruhun hadis olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Ancak onun için mah­luk tabiri pek kullanılmaz. 193

Ruhun baki oluşu, mahiyetiyle ilgilidir. Beden fesad ve helake uğra­yınca ruh baki kalır. Bedenin ölmesiyle ruh ölmez, ruh hayatını devam ettirir.

Netice olarak, ruh vardır. Allah'ın bakî kılmasıyla baki kalacaktır. Mâhiyetini ise Allah bilir. Bu hususta ancak O'nun beyanı doğru ve ger­çektir."Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar. De kî, "Ruh Rabbimin emrinden : ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir." 194




Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin