Ersitesi basimevi 1988 konya



Yüklə 1,19 Mb.
səhifə13/24
tarix17.01.2019
ölçüsü1,19 Mb.
#98690
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   24

ALLAH’IN İSİMLERİ

Allah'a İmanın ilk şartı O'nun varlık ve birliğini kabul etmektir. Her insana Allah'ın varlık ve birliğini kavrama

gücü verilmiştir, herkes hangi şartlar altında olursa olsun, bundan sorumludur. Ancak mü'min, inandı­ğı, var ve bir olduğunu tasdik ettiği Allah'ı daha yakından tanımak, bil­mek ister. Allah'ı bilmek ise O'nun isim ve sıfatlarını bilmekle mümkün­dür. Hiç kimse Cenab-ı Hakk'ın zatını idrak edemez, kavrayamaz. Çünkü insanın duyu organları da aklî idraki de sınırlıdır. Allah'ın zatı ve sıfatla­rının hakikati ise aklın hudutları dışındadır. Bu sebepledir ki, insan Allah'­ın varlık ve birliğini bilmekle mükellef olduğu halde, O'nun yüce hakika­tini, ilahi hüviyetini araştırmak ve öğrenmekle mükellef değildir. Biz Ce-nab-ı Hakk'ı ancak O'nun bize bildirdiği isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz.

Kuranı Kerim'de : "En güzel isimler Allah'ındır, O'na O isimlerle dua

edin."230 buyrulmaktadır. Aynı zamanda Kur'an-! Kerim ve hadisi şeriflerde bu isimlerin neler olduğu haber verilmektedir. Allah Tealâ'nın güzel isim­leri sayı yönünden pek fazladır. Bunları çeşitli şekillerde tasnif etmek mümkündür:

1 -Allah'ın varlığına delalet eden isimler : Şey, zat ve nefs gibi. 231

2-Varlığının keyfiyetine delalet eden isimler : Kadim, ezelî, ebedî, bâkt, dâim gibi.

3 -Hakiki sıfatlara delalet eden isimler : Alim, kadir, Hayy, Semi', Basîr gibi.

4 - İzafi sıfatlara delalet eden isimler : Evvel, Ahir, Zahir, Bâtın gibi.

5 -Selbi sıfatlara delalet eden isimler : Kuddûs, Selâm gibi.

6 -Zatından sadır olan fiillerinden türetilen isimler : Hâlık, Rezzak gibi. 232

Cenab-ı Hakk'ın zatına mahsus olan özel ismi "ALLAH" lafzıdır. Allah ismi Cenab-ı Hakk'tan başka hiç bir varlık için kullanılmamıştır ve kulianılması caiz değildir. Her harfi ayrı ayrı dahi Allah Tealâ'ya delalet eden bu isim müştak değildir, hiç bir kelimeden türetilmemiştir, müsenna ve ce­misi yoktur. Başka dillere tercüme edilemez. Çünkü hiç bir kelime onun veya velihe typ kelimelerin-yerini tutamaz. Ancak elihe den türetildiği konusunda Dilciler arasında görüş ve münakaşalar vardır.

Cenab-ı Hakk'ın bu özel ismi, Kur'an-ı Kerim'de diğer güzel isimlerin hepsinden fazla zikredilmekte, 2800 yerde geçmektedir. Kur'an-i Kerim'in ilk suresi olan "Fatiha"da bu isimle başlamakta, daha sonra"Rab" ismi zikredilmektedir. Bunun ardından "Rahman, Rahîm ve Mâlik" isimleri gel­mektedir ki, Fatiha sûresinde Allah isminden sonra sıra ile zikredilen bu dört isme, Cenab-ı Hakk'ın rububiyet sıfatlan adı verilmektedir.

Peygamber Efendimizin bir hadisinde "İsm-i A'zam" dan bahsedil­mekte ve bu isimle dua edildiği zaman mutlaka icabet edilerek, duanın kabul edileceği bildirilmektedir. Fakat İsm-i A'zam'ın hangi isim olduğu kesin olarak tesbit edilememiştir. Peygamber Efendimizin bu ismi bildiği halde ümmetine biidirmemesinin sebebi, her halde mü'minlerin Allah Tealâ'nın bir ismine çok fazla rağbet göstererek diğer Esma-i Hüsnayı ihmal etmemelerini temin içindir. İsm-i A'zam açıkça bildirilmemekle, Al­lah'ın bütün isimleriyle O'na dua edilmesi istenmiştir.

Konuyla ilgili rivayetlere dayanarak İsm-i A'zam'ı tesbit etmeye çalı­şan âlimler, bu konuda değişik görüşler beyan etmişlerdir.

Bazılarına göre İsm-i A'zam "Allah" ismidir. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın zatına delalet eden en özel ismi budur. Bütün diğer isimlerin merkezi du­rumundadır. Çünkü Rahman, Rahîm, Alîm, Kadîr olan kimdir, denildiği za­man, Allah'tır denir. Diğer isimlerden hiç biri bu özelliğe sahip değildir.

Bazı alimlere göre ise İsm-i A'zam "el Hayyu'l-Kayyum" dur. Çünkü bu iki isim tevhidin asli meselelerini ilgilendirmektedir.

Bir kısım alimler ise, İsm-i A'zam, "Zü'l-Celali Ve'I-İkram" isimleridir, demişlerdir. Çünkü buradaki Celal ismi, Allah Tealâ'nın bütün noksan sı­fatlardan münezzeh olduğuna, İkram ismi de bütün kemal sıfatlarla mut-tasıf olduğuna işaret eder,

Allah'ın isimlerinin tevkîfî olup olmaması ihtilaflıdır. Yani Allah Tea­lâ'ya sadece âyet ve hadislerde bildirilmiş olan isimler mi verilebilir, yok­sa âyet ve hadislerde bildirilmeyen O'nun şanına layık başka isimler de verilebilir mi meselesi Mu'tezile ile Ehl-i Sünnet kelâmcıları arasında tar­tışma konusudur. Bir kısım Mu'tezile kelâmcıları, Kitap ve Sünnette geç­mese bile Allah Tealâ'ya Vacibu'l-Vucud, Vucud-u Mutlak, Vâcib Tealâ,

Sani' Tealâ gibi isimlerin akılla verilebileceğini belirtmektedirler. Ehl-ı Sünnefe göre ise, Allah'ın isimleri tevkifidir, yani Allah ve Rasulu tara-fından bildirilmeye bağlıdır. Âyet ve hadislerde bildirilmeyen isimlerin ve­rilmesi caiz değildir. 233

Ancak eonraki kelâmcılar âyet ve hadislerde bulunmayan bazı keli­meleri Allah'a isim olarak vermişler, bu konuda icmaın vukua g Idıgıni ileri sürmüşlerdir. 234

C) ALLAH'1N SIFATLARI:

İnsan ilk zamanlardan beri Allah'ı tanıyıp bilmek için gayret göster­miş, merakını gidermek için bazan uluhiyet meselesinde aklını kullanmış bazan da bu konuda aklının aezini ikrar ederek Allah'a sade bir imanla bağlanmıştır, İnsan aklı daima Allah hakikatına doğru yönelmiş, anoak akıllar ne kadar çeşitli olursa olsun bir şey daima onun idrak seviyesinin üstünde kalmış ve kalacaktır. O da ilâhî zat ve O'nun ulvi sıfatlarıdır.

Semavi dinlerin sonuneusu olan islâm, araştırıcı akılların Yaratıcıya olan ihtiyaçlarına cevap verdi. Allah'ın varlığını ikrara davet etti. O her şeyin yaratıcısıdır, bir tektir, eşi, ortağı yoktur. İslâmrn bu konuda getir­diklerini müslümanlar kabul ettiler ve bu meselede cedele dalmadılar.

Ancak daha sonra şüpheciler grubu ortaya çıkıp bu akidelerde şüp­he etti, bu inançlar etrafında ihtilaf ve mücadeleler oldu, dini ve siyasi çeşitli akımlar doğdu, müslümanlar akaid hususunda fırkalara bölündü. Her fırka kendine has bir görüşe sahip oldu. Böylece islâm düşmanları­na aradıkları fırsat doğmuştu. İslama tuzak hazırladılar, esasında basit ve sade olan inanç konusunda büyük yaralar açtılar. Nitekim bazan müs­lümanlar arasına garip, aeaib itikatlar da soktular.

Bazı aşırı Şiîler Allah'ın sıfatlan konusunda teşbih ve teesimi yaydı­lar. Bir kısım mu'tezililer sıfatların nefyinde mübalağa edip ta'tile, nefye gittiler. Ehî-i Sünnet ise sıfatları isbat edici bir tutumu benimsemiştir. An-çok ehl-i sünnete mensup bazı kişiler sıfatların isbatında bazan aşırılığa düşüb teşbihe ve tescime yaklaşmışlardır.

Zat vs sıfatlar meselesinde insan akiı daima bilinmeyeni araştıran nefsi razı edecek ikna edici bir şeye henüz ulaşmamıştır. O, hak, hayır ve cemal alemi olan bir başka alemi incelemekte ve yaratıcısına doğru giden bir şevki gerçekleştirmektedir. O yaratıcı, eşi, benzeri olmayan Al­lah'tır. Bu konuda en iyisin'i aklı bir tarafa bırakıp onun azcini kabul eden mutasavvıflar yapmıştır. Mutasavvıflar Allah'a zevk, müşahede ve keşif yoluyla ulaştılar. Zira Allah, gözlerin onu idrak etmesinden ve akılların onu kavramasından yücedir.

Zat ve sıfatlar meselesi Hz. Peygamber ve sahabe zamanında var

mıydı? Şüphesiz Kur'an-ı Kerim bir çok ayetlerle geldi. Bunlardan bir kıs­mı, eşyayı yaratmada, zatında ve fiilinde eşi ortağı olmayan bir tek Al­lah'a imana davet ederken, bir kısmı da O'nu hayat, kudret, ilim, irade, işitme, görme gibi sıfatlarla vasıflanmaktadır.

Hz. Peygamber'in ashabı Kur'an ve sünnette zat ve sıfatlarla ilgili o-lan hususlara şaibesiz bir imanla İnandılar. Müslümanlar Hz. Peygamber ve sahabe devrinde zat ve sıfatlar meselesinde ihtilaf etmemişlerdir. Ni­tekim sahabe bu hususla ilgili her hangi bir şeyi de Hz. Peygamberden sormamıştır. Çünkü onların imanları kuvvetli idi. O halde bu mesele on­ların devrinde bir problem haline gelmemişti. Bu meselenin bir problem şekline bürünmesi daha sonraki devirlerde olmuştur. Şu halde bu ne za­man olmuş ve konu etrafında şüpheler ortaya atan, yayan kimdir?

Sıfatlar hakkındaki görüşün Hulefa-i Raşidinin son zamanlarında Abdullah b. Sebe ve taraftarları Sebeiyye gibi bazı aşırıların ortaya çıkışı ile meydana geldiği bilinmektedir. Çünkü bu fırka teşbih ve tecsim görü­şünü kabul etmişti. Onlara bu konuda bazı aşırı Şiiler de tabi olmuşlar­dır. 235




1 - Teşbih Ve Tecsim :

İslâm tarihinde İslâm'a mensup olmakla ve onun inançlarına bağlı olduklarını iddia etmekle birlikte aynı anda kendilerinden, İslâm'dan çı­kışı gerektiren görüşler sadır olan bir topluluk görmek gariptir. Müşebbi-he ve Mücessims bunlardandır. Onlar ilâhi zatı yaratıkların zatlarına ben­zetip bazan da O'nu cisim sıfatları olan bir cisim kabul etmişlerdir.

Müşebbihe ve Müçessimenin görüşlerini sağlam akıl kabul etmez. Fakat İslâm'a tuzak kurmak isteyenlerden bunun geldiğini öğrendiğimiz zaman acaiblik ortadan kalkıyor. Öyle ki Müşebbihe ve Mücessime, çoğu kere İslâm'a karşı olanların meydana getirdiği topluluk veya başka din­lere mensup olanlardı. Onlar zayıf akıllanyla itikadı meselelere dalmış­lar, kendileri sapıttıkları gibi başkalarını ela doğru yoldan çıkarmaya ça­lışmışlardır.

Mezhepler tarihi müelliflerinden bazıları, teşbih ve teesimin ilk ola­rak aşırı Şii veya Rafizilerde ortaya çıktığını bildiriyorlar. Bağdadi, el-Fark Beyne'l-Fırak'ta: "Teşbihin ilk ortaya çıkışı Rafiziler ve gulatın arasında olmuştur." diyor. 236

Razı de, "İslâm'da teşbihin ortaya çıkışının başlangıcı Rafizilere da­yanır" demektedir. 237

Hz. Ali'nin halifeliği konusunda, kötü niyetli maksadı ilk açıklayan, yahudi iken müslüman olduğu söylenen Abdullah b. Sebe olmuştur. Gulat ona mensup olanlardan oluşmaktadır. Bunlar daha sonra çeşitli grup­lara ayrılmışlardır,

Gulat, "Ali öldürülmemiştir, hayattadır" derler. Onda ilâhi bir cüz, parça vardır. Bulutla gelen O'dur. Gök gürlemesi O'nun sesi, şimşek 0'-nun kamçısıdır. O yer yüzünün zulümle dolduğu bir sırada İnecek ve dün­yayı adaletle dolduracaktır. İbn Sebe bu görüşlerini Hz. Ali'nin vefatından sonra açıklamış ve etrafında bir cemaat toplamıştır. Sebeiyye gibi aşırılar teşbihi benimsemişlerdir. Onlar imamlar hak­kında o derece ileri gitmişlerdir ki, onları yaratık olma hududundan çı­karmışlar haklarında ilâhi hükümlerle hüküm vermişlerdir. Hatta imam­lardan birini ilâha veya ilâhi yaratığa benzetmişlerdir.

Sebeiyye ve diğer Gulat fırkaların, Hz. Ali ve zürriyetinde uluhiyyet oluşu veya onlara ilâhi cüzün geçişi hakkında, hulul ve tenasüh görüşle­riyle yahudi ve hıristiyan mezheplerinin tesiri altında kaldığı söylenebi­lir. Çünkü yahudilik yaratıcıyı yaratılana teşbihte onlardan öncedir. Hı­ristiyanlık ta yaratığı (Hz, İsa) yaratıcıya teşbih etmiştir. Bu şüpheler aşı­rılık taraftarlarına ulaşmış ve onların görüşlerinde tesirli olmuştur.

Malati (vf. 377/987) bunları tekfir ederek inançlarını reddetmiş ve akidelerinin Hıristiyanlarınkine benzediğini söylemiştir. 238

Sebeiyye'nin Hz. Ali'nin bulutta oluşu, gök gürlemesinin onun sesi, şimşeğin de kırbacı olması ve onda ilâhî sıfatların bulunuşu şeklindeki görüşü, onların İslâm itikadını mitolojik bir tasavvur olarak anladıklarını ortaya koyuyor. Onların bu zayıf tasavvurları, akıllarının ilkel olduğunu gösteriyor ki, bu, makbul ve mantıkî olmayan bir tarzda tabiî hâdiseleri vehmi kuvvetlerle tefsir etmedir.

Teşbih ve tescim telâkkisini kabul eden, Sebeiyye'den başka fırka­lar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de, Beyân b. Sem'an'a nisbet edi­len Beyâniyye'dir. Beyân ma'budunun, insan suretinde azaları olan bir nur olduğunu iddia etmiş ve her şeyin fânî olduğunu, sadece onun bakî kalacağını söylemiştir. O, Allah Tealâ'ya uzuvlar ve organlar isnad edi­yordu. 239

Muğure b. Sa'îd'in Muğiriyye adlı fırkası da mabudlarını, başında ta­cı olan nurdan bir adam şeklinde tasvir ediyorlardı. Onların iddiasına gö­re mabudun uzuvları ve hikmet dolu bir karnı vardı.

İlk Gulât'ın teşbih ve tescim hakkındaki fikirleri kısaca bu şekildei-dir. Daha sonraki aşırı Şiî fırkalarda da bu görüş ortaya çıkmıştır. Bun­lardan biri, müihid bir dehrî olan Hişam b. Hakem'in (vf. 195/810) fırkaL sidir, Hişam daha sonra Zerdüştlük ve Maniliğe geçmiş, İslâmiyetin geli­şinden sonra da müslüman olarak teşbih ve rafızîliği savunmuştur. ' Hişam'ın, Rabbi hakkında beş görüş belirttiği söylenmektedir: O bir defasında Rabbi hakkında billur gibidir, demiştir. Bir defa da onun külçe gibi olduğunu iddia etmiş, üçüncü defa onun sûretsiz, şekilsiz olduğunu ileri sürmüş, bir kere de onun bizzat yedi karışlık bir boyutta olduğunu saçmalamış, en sonunda bütün bu görüşlerden dönerek şöyle demiştir: O, cisimler gibi bir cisimdir. 240

Rafızî müşebbihe fırkalarından birisi de Hişam b. Sâlim'in fırkasıdır. Bunlar, rablerinin insan suretinde olduğunu iddia ettikleri halde, onun etten ve kandan oiuşmayıp, yaygın, bembeyaz parıldayan bir nur olduğu­nu söylemişlerdir. İnsan gibi beş duyusu, eli, ayağı, burnu, kulağı, gözü, ağzı vs. vardır, demişlerdir. 241

Bütün bu saydığımız müşebbihe fırkalarının ne Şiilikle ne de İslâm-\a ilgileri kalmamaktadır. Çünkü onlar açıkça İslâm akaidine muhalefet etmişlerdir. İstedikleri kadar müslüman olduklarını iddia etsinler, onla­rın dinle ilgilerinin kalmadığı açıktır.

Teşbih, sadece burada adı geçen aşın Şiîlerde ortaya çıkmamıştır. Bunların dışında da teşbihe kail olanlar vardır. Meselâ, Muhammed b. Kerrâm es-Sicistanî'nin (vf. 256/869) taraftarları olan Kerramiyye'ye gö­re, Allah arşa oturmuş, ona üst tarafından temas eder, Allah'a cevher is­mini veren İbn Kerram'a göre, O'nun hakkında intikal, değişiklik ve iniş caizdir. 242 İbn Kerrâm ve taraftarları, rnabudlarının değişikliklere mahal ol­duğunu ileri sürmüşler, onun sözlerinin, iradesinin, görülür ve işitilir şey­leri idrakinin, âlemin üst tarafıyla mülâki olmasının onda meydana ge­len arazlar olduğunu ve onun bu hadiselerin mahalli bulunduğunu iddia

etmişlerdir.

Tenzih inancını son derece gerekli gören İslâm'a açıkça muhalefet ;eden bu görüşlerle müslümanlar mücadele etmişler, onları reddetmişler­edir. Bu konuyla ilgili, gerek Mu'tezile kelâmcılarının, gerekse Ehl-i Sün-rıet'i temsil eden âlimlerin pek cok eserleri vardır. Bu eserlerde, Kur'an Ve Hadis metinlerine dayandıklarını iddia edip, teşbih ve tecsim görüşle­ri ileri sürenlerin, Kur'an ve Sünnet'i doğru ve anlaşılması gereken biçim-vde anlayamadıkları belirtilmiştir.

Bu anlayışları ile, kendileri sapıklığa düştükleri gibi, başkalarını da şaşırtmış olan bu kişiler, İslâm dünyasında, Allah'ın Kur'an'da: "Hiçbir şey O'na benzemez." 243 ve "İzzet sahibi Rabbin, noksan sıfatlardan uzak­tır." 244 şeklinde işaret ettiği tenzihin manasını idrake gücü yetmeyen, his âleminden akıl âlemine yükselemeyen zayıf akıl sahipleri olarak ortaya çıkmışlardır. 245

2-Sıfatların Nefyı:

Zât ve sıfatlar meselesinde Müşebbihe ve Mucessimeye zıt bir başka akım daha vardır ki, o da sıfatların nefyi, inkârı cereyanıdır.

Bu görüş, Emevilerin son zamanlarında Merv'de Mazînî'nin öldürdü­ğü Cehm b. Bafvan'da (öl. 128/745) ortaya çıktı. Bazı kaynaklara göre ise bu görüşün ilk olarak Ca'd b. Dirhem tarafından ortaya atıldığı ve Cehmj-İn ondan aldığı.söylenmektedir.246

Cehm b. Safvan, Allah'ın, insanların vasıflandığı sıfatlarla nitelen­mesinin caiz olmayacağını iddia ediyordu. Çünkü bu, ona göre teşbihi gerektirirdi. O halde, Allah'ın hayat sahibi ve âlim olmasını nefy; Kadir, Fail ve Hâlık olmasını isbat etmek gerekir. Çünkü insan kudret, fiil ve ya­ratma ile vasıfianamaz.

Mu'tezile, Cehm ve taraftarlarından bu nefy fikrini aldığı için mua­rızları tarafından, bu konuda Cehmiyye'ye muvafakatlarından ötürü, Ceh-miyye lakabıyla anılmıştır. Meselâ İbn Teymiye ve talebesi İbn el-Kayyim el-Cevziyye Mu'tezileye bu ismi vermektedirler. Ancak Mu'tezililer, bu is­mi kabul etmeyip Cehmiyye'den uzak olduklarını belirtmişlerdir. Çünkü Cehmiyye, cebr görüşünü benimsiyordu. Ancak sıfatların nefyi konusun­da ise hemen hemen aynı görüşü paylaşıyorlardı.

Sıfatların nefyi görüşünü ortaya atan Vâsıl, Allah'ın kadîm olan sı­fatlarının varlığını kabul etmenin iki ilâhın, iki kadimin varlığını kabul an­lamına geleceğini ve böylece kadîmlerin çoğalacağını söylüyordu. Mac-donald. Vâsıl b. Ata'nın sıfatlan nefy hakkındaki nazariyesini temelden kapalı ve anlaşılmaz buluyor. 247 Ancak bu görüş, zat ve sıfatlar hakkında­ki Müşebbihe ve Mücessime'nin yaydığı şüphelere tabiî bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü savunmak ve ona arız olan tehlikelerden onu korumaktır. Bu gayenin ta­hakkukunda ters bir yol takibettikleri için sıfatların nefyi neticesine var­mışlardır, yoksa gayeleri bu değildi.

Vâsıldan sonra gelen Mu'tezililer ise felsefeden etkilenmişler ve sı­fatların inkârı konusunda aklî burhanlarla görüşlerini teyid etmişlerdir. Neticede bu konuda or.inr filozofların görüşünü aynen benimsemişlerdir. Filozoflar ise Allah'ın, zâtıyia Vâcibu'l-Vücûd olduğunu ve her yönden bir tek olduğunu söylüyorlardı.

Meselâ Ebu'l-Huzeyl el-Allaf şöyle der: "Allah Tealâ ilmiyle âlimdir, O'nun ilmi Zâtıdır; kudretiyle kadirdir, O'nun kudreti Zâtıdır; hayatla ha­yat sahibidir, O'nun hayatı Zâtıdır." O bu görüşü, Allah'ın zâtı birdir, on­da hiçbir yönden çokluk yoktur, diyen felsefecilerden almıştır. 248

Eş'arî, Makâlât'ında Allaf'ın bu görüşü, Allah'ın ilmi, kudreti, hayatı külldür, bütündür diyen Aristo'dan aldığını zikrediyor.249 Nitekim Aliaf'ın sıfatları zâtın aynı olarak görmesine Mu'tezileden muhalefet edenler de olmuştur. Çünkü Mu'tezilenin çoğunluğu, sıfatları nefyederken şöyle de­mişlerdir: O zâtıyia âlim, zâtıyia kadir, zâtıyia hayat sahibidir. O, kadîm sıfatlar ve onunla kâim olan manaları olan İlim, kudret ve hayatia âlim, kadir ve diri değildir. Zira, onun en özel vasfı olan kideme sıfatlar iştirak ederse, bunlar onun uluhiyetine de iştirak ederler. 250

Allaf ile Mu'tezile'den diğerleri arasındaki bu ihtilafa Şehristani şöy­le işaret ediyor: "İlmiyle değil de zatıyla âlimdir diyenle; Zâtı o!an ilim Ke âlimdir diyenin nefyi arasındaki fark şu şekildedir: Birincisi sıfatı nefye-dîyor. İkincisi, zâtın sıfatın aynı olduğunu isbat ediyor veya sıfatın aynıy­la zât olduğunu söylüyor. 251

Zât ve sıfatlar konusun da Allaf'ın görüşü özetle şöyledir: O, ilâhî sı­fatların zâtın aynı olduğunu kabul eder. İlim sıfatını Allah'a izafe ede;sek bu, ilmin Allah olduğunun isbatidır. Dolayısıyla cehl ondan nefyolur, kaldırılır. Ona göre Allah'ın âlim olmasının manası, O'nun kadir olması, kadir olmasının manası da Allah'ın hayat sahibi olması demektir. Bu üç, ilim, kudret ve hayat sıfatı ona göre ilâhî zâtın vecihleri ve halleri ola rak değerlenir. Sıfatların kudret ve ilim gibi farklı oluşu ise ma'lum ve makdurun farklı oluşundan dolayıdır.

Zât ve sıfatlar konusunda özel bir görüşe sahip olan Mu'tezile âlim­lerinden biri de İbrahim b. Seyyar en-Nazzam'dır. Nazzam, Allah için sıfat İsbatını Û'nun zâtını isbat olarak kabul ediyor, bu sıfatın zıddını da Allah'tan nefyediyor. Noksanlık yönünden Allah'tan nefyedilen farklı ol­duğundan sıfatlar da farklıdır. Ona göre "Allah âlimdir"'in manası, "Allah Kadirdir" demek değildir. O, bu görüşüyle Allaf'tan ayrılmaktadır ki, Naz-zam'ın sıfatların nefyi hususundaki görüşünü Eş'arî şöyle açıklıyor: «Al­lah, ilim, kudret, hayat işitme, görme ve kıdemle değil, nefsiyle âlim, ka­dir, işitici ve görücü ve kadîmdir. Onun diğer sıfatlar konusundaki görü­şü de böyledir.» 252

Nazzam genelleme yoluyla Allah'ın ilmi ve kudreti olduğunu kabul ediyordu. Çünkü bunlara işaret eden Kur'an âyetleri vardı, bunlar Kur'an'-da isbat ediliyordu. Fakat o, O'nun hayatı, işitmesi ve görmesi vardır, de-miyordu. Çünkü O, bu sıfatları zatına vermemiştir, diyordu.

Mu'tezilenin ileri gelen âlimlerinden Câhız (öl. 255/868) ve meşhur Basra Mu'tezilîlerinden Ebu Ali el-Cubbaî'nin (öl. 295/907 veya 301/913) oğlu Ebu Hâşim'in (öl. 321/933) da kendilerine mahsus zât ve sıfat ilişki­si izahları vardır. Ebu Hâsım sıfatları, ilâhî zatın halleri olarak kabul edi­yor ve onları külli manalar vasıtasıyla oüzleri idrak ettiğimiz gibi kendile­riyle zâtı idrak ettiğimiz kavramlar, haller olarak anlıyordu. Ona göre bu hallerin zât üzerine zâid veya zâtın aynı olması gibi bir durum söz konusu da değildir. Sıfatları bir yandan isbat ederken diğer yandan nefyeden Ebu Hâşım'ın bu görüşü, Ehl-i Sünnet ile sıfatları nefyeden Mu'tezile arasın­da bir ara görüş olarak da kabul edilebilir.

Burada kısaca görüşlerini vermeye çalıştığımız Mu'tezile büyükleri­nin görüşlerinden de anlaşılıyor ki, Mu'tezililer, sıfatların nefyine meylet­mişler, ilâhî zâtın her türtü terkipden uzak, mahlukata benzemekten mü­nezzeh kadîm bir varlık olduğunu isbat edip, her zaman izale olabilen her çeşit insanî kavramlardan onu uzak tutmuşlardır. Bu sebeple de sı­fatları zâtın aynı kabul etmişlerdir. Bundan dolayı sıfatları kaldıran anla­mına muattıla olarak vasıflandırılmışlardır. Ancak gerçek şudur ki, Mu'­tezile Allah'ın sıfatlarını tam olarak inkâr etmediği gibi, ilâhî zât üzerine sıfatların zâid oluşunuda kabul etmemiş, sıfatların zâtın aynı olduğunu İsbat etmeye çalışmışlardır.

Mu'tezilenin sıfatları nefy anlayışı, özellikle Şia nezdinde kabul gör-müştür.İsna Aşeriyye, zât ve sıfatlar meselesinde Mu'tezile ile hem fikir­dir. Mu'tezüe'de olduğu gibi onlarda da sıfatlan zâtın aynı kabul eden bir tevhid anlayışı vardır.

İsna Aşeriyye'ye göre, ilim, kudret, irade, hayat ve hiçbir şeye muh­taç olmama gibi kemâli, hakiki subutî sıfatlar, Allah'ın zâtının aynıdır.

Bunlar O'nun zâtı üzerine zâid sıfatlar değillerdir. Subutî sıfatların zât ü-: zerine zâid olduğunu söyleyen kimse, onlara göre, kadimlerin birden faz-* la olduğunu söylemiş ve Vâcibu'l-Vücûd'un ortakları olduğunu kabul et-. miş olur. Ancak O'nun zâtının vücudu vardır. O'nun kudreti, vücudu do­layısıyla hayatıdır, hayatı da kudretidir. O hayat sahibi olduğundan ka­dirdir, kadir olduğu için de hayat sahibidir. Durum diğer kemâl sıfatlar için de böyledir.

Görüldüğü gibi bu görüş, Allaf'ın görüşüne çok benzemektedir. Şiî fırkalar içerisinde sıfatların nefyi meselesinde aşırı giden İsmâi^ liyye fırkasıdır. Onlara göre sıfatların isbatı Allah ile mahlukat arasında ortaklığı icabettirir. Bu sebeple, Allah mevcuttur veya değildir, kadirdir, âciz değildir... gibi şeyler söylenmez. Şehristanî İsmailiyye'den şöyle söz eder: «Onlar gerçekten sıfatları nefyeden ve ilâhî zâtı bütün sıfatlardan tecrid eden kimselerdir.» 253

3 -Teşbihsiz Sıfatların İsbatl:

Seleften büyük bir topluluk, Allah için; ilim, kudret, hayat, irade, işit­me, görme, kelâm, celâl, ikram, in'am, izzet ve azamet gibi ezelî sıfatları isbat ediyordu. Onlar zât sıfatları ile fiil sıfatlan arasında fark gözetme­yip sıfatlar mevzuunda bir tek ifade kullanıyorlardı.

Selef ayrıca el ve yüz gibi haberi sıfatları da isbat ediyor, bunları te'vil etmeyip olduğu gibi iman ediyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı; Biz ak­lın gereği olarak, hiçbir şeyin Allah gibi olmadığını, yaratıklardan hiçbir şeyin ona benzemediğini biliyor ve bununla yetiniyoruz. "Rahman Arş'ı is­tiva etti." 254 "Yedimle (elimle) yarattım." 255 "Rabbin geldi." 256 gibi âyetler hakkında, bunlardaki lâfızların manasını bilmiyoruz, biz bu âyetleri ve tevillerini bilmekle yükümlü değiliz. Bununla birlikte teklif, Allah'ın şeriki olmadığı ve hiçbir şeyin O'na benzemediğine itikad olarak gelmiş, biz de bunu kesin olarak isbat ve kabul etmişizdir.

Te'viie yaklaşmayan ve teşbihi hedef almayan Seleften Mâlik b. Enes, Arş'a istiva'dan sorulduğu zaman şöyle demiştir: İstiva (yerleşmek, otur­mak, çıkmak, yükselmek) malumdur, niceliği meçhuldür, ona inanmak vaciptir, ondan sual ise bid'attır. Ahmed b. Hanbel, Sufyan es-Sevrî, Da-vud b. Ali el-lsfahânî, Abdullah b. Sa'îd el-Küllâb, Ebu'l-Abbas el-Kalanisî

ve Haris b. Esed el-Muhasibî Seleften idiler. Bunlardan son üçü kelâmla da meşgul oldular ve selefin akaidini teyid edip, tedris ettiler.

Ebu'l-Hasen el-Eş'arî'nin hocası el-Cubbaî'den ayrılmasından sonra ise, Eş'arî selef topluluğunun yanında yer aldığı ve onların görüşlerini kelâmî yöntemlerle teyid ettiği için, onun mezhebi Ehl-i Sünnetin mezhe­bi haline gelip, Sıfatiyye ismi seleften Eş'ariliğe intikal etti.

Eş'arîliğin zât ve sıfatlar konusundaki tutumu, iki taraf olan Mu'tezi-le ile Müşebbihe arasında orta bir tutumdur. Eş'arî, Allah'ın yaratıklarına benzemesi demek olan teşbihi bir takım aklî delillerle nefyeder ve şöyle der: "Allah'ın yaratıklara benzemediğini inkâr mı ettiniz? diyene şöyle denir; Eğer Allah benzeseydi, sonradan olma, hudus hükmünde de mah-iukata benzerdi. Şayet Allah mahlukata benziyorsa bu, ya bütün yönler­den veya bazı yönlerden olur. Bütün yönlerden benziyorsa o bütün cihet' lerden yaratıklar gibi muhdes, yaratılmış olur. Bazı yönlerden benziyor­sa, bu takdirde, bazı yönlerden, onlara benzediği cihetlerden onlar gibi muhdes olur. Oysa Allah'ın muhdes olması imkânsız olup O ezelîdir. Al­lah Tealâ şöyle buyurur: "O'nun benzeri yoktur. Hiçbir şey de O'na denk değildir." 257

Eş'arî, Allah'ın zâtıyla kaim yedi sıfatı isbat ederek şöyle der: Allah ilimle âlim, kudretle kadir, hayatla diri, irade ile irade eden, kelâmla ko­nuşan, semi' ile işiten basarla görendir. Bunlar onun zâtıyla kaim ezelî sıfatlarıdır. "Sıfatlar O'dur. Ondan başkadır. O, zat değildir. Ondan başka bir şey de değildir." denemez.

0.sıfatların kadîm ve Allah'ın zatı ile kaim oluşlarını da şöyle savu­nuyor: Allah'ın kadim bir kelâm ile mütekellim ve ezeli bir irade ile irade sahibi olduğuna delil, O'nun mülkün sahibi, melik oluşudur. Melik, emir ve nehyetme kendine ait olan kimsedir. O, emredici ve yasaklar koyucu­dur. O halde Allah ya kadim bir emirle veya muhdes bir emirle emredici­dir. Eğer yaratılmış bir emirle emrediyorsa şunlardan biri olur:

1. Onun zatında yaratır, ihdas eder.

2. Bir mahalde yaratır, ihdas eder.

3. Bir mahalde yaratmaz, ihdas etmez.

Onu zatında ihdas etmesi, yaratması imkânsızdır. Çünkü O'nun zatı hadislere mahal olmaz. Bu muhaldir. Onu bir mahalde meydana getirme­si de düşünülemez. Çünkü o zaman mahalle vasıflanması gerekir. Mahal-siz onu yaratması da imkânsızdır. Çünkü makul değildir.

Şu halde Kelâmın ona sıfat olarak, ezelî olduğu ortaya çıkıyor. Bu m, irade, işitme, görme vb. sıfatları için de geçerlidir. 258

Eş'arî'ye göre Allah'ın kelâmı sıfat olarak bir tektir. Bu emir, nehiy, îr, va'd ve vaîddir. Öte yandan Eş'arî Allah Kelâmı'nin taalluk itiba-ikiye ayrıldığını söylüyor: Bunlardan biriyle Allah'ın kadim kelâm sı-murad edilir. İkincisi ise, bu ezelî kelâm sıfatına delalet eder, ama lafızlar murat edilir. Bu son kelâm hadistir, mahluktur.

Özet olarak Eş'arî, ilâhî sıfatları ibbat etmiştir. Bu sıfatlar ilim, kud-;etrhayat, irade, kelâm, işitme, görme gibi Allah'ın zatıyla kaim olan eze­li sıfatlardır. O Allah'ın mahlukata benzemesini nefyetmiş, sıfatların zat­la kaim olduklarını, fakat şöyle denemeyeceğini belirtmiştir: Sıfatlar O'­dur veya O'ndan başkadır veya başka bir ifadeyle zatın aynı da değildir, gayn da değiidir.

Matüridî'de sıfatlar konusunda Eş'arî'den farklı bir görüş ortaya koy­maz. Ancak subûtî sıfatları "Tekvin" ilâvesiyle sekize çıkarır. Ayrıca fiili sıfatlar da Mâtüridiye göre ezelidir.

Netice itibariyle Ehl-i Sünnet'e göre Yüce Allah'ın sıfatları, zâtın ay­nı olmadığı gibi, gayri de değiidir. Sıfatların kabulü, ondan başkasının kıdemini gerektirmediği gibi, kadimlerin çokluğu da söz konusu olmaz. Allah, sıfatlarıyla kadimdir, ezelidir. O'nun sıfatlan mahlukattan hiçbiri-oiısıfatlarına benzemez. O, zatında bir olduğu gibi, sıfatların da da bir­dir Ohaide Allah'ı lâyık olduğu tarzda vasıflamak gerekir. 259

4- Allah'ın Sıfatlarının Nevileri:

Allah Tealâ'ya iman etmek demek, O'nun zâtı hakkında vâcib olan sıfatlarıyla, caiz olan sıfatlarını bilip öylece inanmak, O'nun yüce noksan sıfatlardan münezzeh kılmak demektir. Allah Tealâ, bütün sıfatlarla muttasif, noksan sıfatlardan da münezzehtir. Sıfatlarının zâtı gibi, ezelî ve ebedîdir. Allah'ın sıfatlarının hiç biri diğer var-sıfatlarına benzemez.

Mahlukat için Allah'ın zâtını tanıma ve bilme imkânı bulunmadığın­dan biz Cenab-ı Hakkı ancak isim ve sıfatlarıyla tanırız ve öylece inanı­nı Bu sebeple Allah'ın sıfatlarını bilmeye muhtacız. 260

Allah Tealâ'nın sıfatları beş kısımda mütalaa edilir:



I. Sıfat-ı Nefsiyye ; Vücud sıfatı.

II. Siîat-ı SeSbiyye : Kıdem, Baka, Muhalefetun Li'l-Havadis, Kıyam, Binefsihi ve Vahdaniyet sıfatlan, Allah Tealâ'dan şanına layık olmayon bir eksikliği gidermeyi ifade ettikleri ioin, sıfat-ı selbiyye adını alır.

III. Sıfat-ı Subûtiyye : Sıfat-ı Meânî ve Sıfat-ı İkram isimleri de veri­len subûtî sıfatlar; Hayat, ilim, irade, kudret, tekvin, semi', basar ve ke­lâm sıfatlarıdır.

IV. Sıfat-ı Haberiyye : Âyet ve hadislerde bildirilmiş olup da hakiki manalarını idrak etmek mümkün olmayan yed, vech, istiva gibi sıfatlardır.

V. Sıfat-ı Fiiliyye :Allah Tealâ'nın kendisiyle vasıflanması da, vasıf­lanmaması da caiz olan yaratma, rızık verme, öldürme, diriltme gibi sı­fatlardır. Bunlara sıfat-ı caize de denir. Şimdi de bu sıfatlar hakkında ayrı ayrı tafsili bilgi vereceğiz. 261

I. Sıfat-I Nefsiyye : Vücud

Vücud, var olmak demektir. Bu sıfat, Allah Tealâ'nın var olduğunu, varlığını gerektiren vücud sıfatı ile muttasıf bulunduğunu ifade eder. Al­lah vardır. O'nun varlığı zâtının gereğidir, zaruridir, başkasından değil­dir. Vücudu zâtının gereği olduğu için O'na «Vâcibu'I-Vücud» denir.

Ehl-i Sünnet kelâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, vücud sıfatı Zât-ı Bari üzerine zâid, ezelî, müstakil bir sıfattır. Vâcib Tealâ'nın zâtı vücud-suz düşünülemez. Vücud, bütün sıfatların aslı ve merciidir.

Vücudu zâtın aynı kabul eden İslâm Filozofları, Ebu'l-Hasen el-Eş'arî ile Mu'tezüe kelâmcısı olan Ebu'l-Huseyn el-Basrî'ye göre ise vücud zâ­tın aynıdır, zât üzerine zaid müstakil bir sıfat değildir. 262

Vücudun zıddı olan adem, yokluk, Allah Tealâ hakkında mümtenidir. Çünkü varlığı zâtının gereği olan için yokluk, ne geçmişte, ne de gele­cekte tasavvur olunabilir. 263

Iı. Sıfat-ı Selbiyye:

Selbî sıfatlar, Allah Tealâ'dan zâtına lâyık olmayan manaları selbet-tikleri, nefyedip kaldırdıkları için bu isimle adlandırıldıklan gibi, bunlara)

«sıfaM tenzihiyye» de denir. Şu beş sıfat selbî sıfatların en mühimleri­dir : 264

1) Kıdem:

Kıdem ezelî olmak, varlığının bir başlangıcı bulunmamak demektir. Allah Tealâ'nın varlığı zâtının gereği olduğu için, O kadim ve ezelîdir, ev­veldir, ilk olandır, sonradan varedilmiş değildir.

Kıdem, Cenab-ı Hakk'dan zâtına layık olmayan geçmişteki yokluğu selbettiği için selbî sıfatlardandır. Aynı zamanda bu sıfatın hariçte bir varlığı olmadığından itibarî bir sıfattır.

Eğer Allah kadim değil de hadis, sonradan meydana gelmiş bir var­lık olsaydı, bir muhdise muhtaç olurdu. Bu ise, O'nun Vacibu'l-Vücud o-luşuyîa çelişir. Çünkü vacibin özelliklerinden biri de, varlığı zâtının gere­ği ve kendinden olduğu için daima var olmaktı. Öyle ise-Allah Tealâ ha­dis olmayıp kıdem sıfatıyla muttasıf, kadimdir. Kıdemin zıddı olan hudus, Allah hakkında mumtenidir, muhaldir, imkânsızdır. 265



2) Beka:

Beka, varlığının sonu olmamak, ebedî olmak demektir. Allah'ın varlı­ğının bir başlangıcı olmadığı gibi, sonu da yoktur. Çünkü kıdemi sabit olan bir varlığın bekası vacib olur, yani yok olması düşünülemez. Zira:



a) Varlığı zâtının muktezasi olanın kendisi, sonra ademini iktiza et­mez, yokluğunu gerektirmez.

b) Kadim olanı hadis bir kuvvet de ifna edemez. Onu ifna edecek bir kuvvet de yoktur. Öyle ise Allah Tealâ, kadim olduğu için bakidir, ebedi­dir. Beka'nin zıddı olan fena ve sonu olmak Allah Tealâ hakkında muhal­dir. "O evvel ve âhirdir," 266 "Kâinattaki hsr şey fâni (yok olucu) dır. Yalnız Gelâ! ve İkrosri sahibi olan Rabbin (zâtı) bakidir (ebedidir.)" 267

Kelâm âlimleri, Allah'ın bakî olduğunda ittifak etmelerine rağmen, bekanın nasıl bir sıfat olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Eş'arî ve Eş'-arî âlimlerin çoğu bekanın, Allah'ın zâtı ile kâim, zât üzerine zâid bir sı­fat olduğunu söylerlerken, Matüridîler, Allah'ın zâtı ile baki olduğunu söy­lemişlerdir. Bu durumda beka, zâtın var olmaya devam etmesi demek-tir. 268



3) Muhalefetün Li'l-Havadis:

Muhalefetün li'i-Havadis, sonradan olanlara benzememek demektir. Allah'tan başka her şey sonradan olmadır. Cenab-ı Hak zatında, sıfatla­rında ve fiillerinde hiç bir şeye benzemez. Bu sıfat Allah Tealö'nın zatın­da ve sıfatlarında mümaselet ve müşabeheti yani misli ve benzeri olma­yı selbettiği için sıfatı selbiyeden sayılmıştır. Sonradan olanlara benze­memek, Allah Tealâ hakkında vacip, bu sıfatın zıddı olan mümaseiet ve müşabehet ise müstahildir.

Allah Tealâ, hatır ve hayalimize gelen hiç bir şeye benzemez nitekim Peygamber Efendimiz:

"Allah Teaiâ senin aklına gelen her şeyden başkadır." buyurmuştur. O, hadis varlıkların özelliği olan cisim, cevher, araz, şekil, zaman, mekan, sayı, mahiyet ve organ gibi özelliklerden münezzehtir. Kur'an-ı Kerim'de:

"O'nun benzeri yoktur. O her şeyi işltici ve görücüdür." 269 buyurulur.

Eğer Aliah Tealâ sonradan var olan şeylere benzeseydi, onun gibi hadis ve başkasına muhtaç fani bir varlık olurdu. Bu ise muhaldir. Çün­kü kadim ve baki olduğu sabit olan bir varlık hadis ve fani olamaz.

Bu sıfat aynı zamanda Allah Tealâ'nın mümkin varlıkların sıfatların­dan olan ve başka bir varlığa ihtiyacı gerektiren cisimlik, cevherlik, araz-lık ve cüzlerden terekküp etmek gibi aismani ve maddi hallerden; yemek, içmek, uyumak, oturmak ve kalkmak gibi beşeri fiillerden ve üzüntü, se­vinç gibi ruhi hallerden tenzihini de ifade eder. 270

4) Kıyam binefsihiî

Kıyam Binehsihi, Allah'ın başka bir zata veya mekana muhtaç olma­yarak, bizzat kaim olması demektir. Bu sıfat Cenab-ı Hak'tan her türlü ihtiyacı selbeder. Bu sıfatın zıddı olan mutlak ihtiyaç Allah hakkında mu­haldir. Şu alemde bulunan her şey var olmasında ve varlığının devamın­da kendinden başka bir müessire muhtaçtır. Çünkü hiç bir şeyde bizzat var olmasını gerektiren bir özellik yoktur. Bu sebeple hadis olan varlıkla­rın hepsi bir yaratana muhtaçtır.

Allah Tealâ ise varlığı zatının gereği olduğu için kad.md.r ne var ol­mada ne de varlığının devamında hiç bir şeye muhtaç deg.ldır. Şayet muhtaç olsaydı hâlık, yaratıcı olamazd,. Kur'an-ı Kerimde :ey insanlar ! siz hepiniz Allaha muhtaçsınız Allah ise (her şeyden) müstağni (muhtaç değil) dir ,öğülmeye layık olandır. 271

âyeti kerimede ise:

"Şüphe yok ki Allah bütün demlerden müstağnidir.- 272 buyurulur. Ondan başka her şey mahluk olunca, hâlık mahlukuna asla muhtaç olamaz. 273

5) Vahdaniyet:

Vahdaniyet, Allah Tealâ'nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması demektir. Vahdaniye­tin zıddı olan teaddüt, birden fazla olmak ve şeriki, ortağı olmak Allah hakkında müstahildir.

Mü'min olabilmek için Allah'ın varlığı yanında, O'nun birliğine de inanmak gerekir. Çünkü tevhid, yani Allah'ı birleme iman esaslarının ve bütün dini inançların temelini teşkil eder. Allah birdir ve tektir. Bu bir o-luş, sayı yönüyle değil, onun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eşi ve ben­zerinin olmayışı yönüyledir. Kur'an'da Allah'ın birliğinden bahseden ayet­ler pek çoktur. "O münezzehtir (eksiklerden uzaktır), yücedir. O öyle Al­lah'tır ki, (eşi ve benzeri yoktur), bir ve her şeye hakimdir." 274 "De ki; O Allah bir tektir. O Allah'tır, Samettir, O doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hic bir şey O'nun dengi değildir." 275

Allah'ı birlemek, yalnız Allah birdir demekle olmaz, "Tevhid-i Halıkıy-yet ve Tevhid-i Mabudiyyet" ile olur.

Tevhid-i İlmî veya Tevhid-i Uluhiyyet de denilen Tevhid-i Halikıyyet, Allah'a vaeip olan kemal sıfatlan isbat etmek ve noksan sıfatlardan O'nu tenzih etmekle olur. Bu, Allah'ı ilim ve, sözle birlemektir. Ü&

Tevhİd-i İradi veya Ameli de denilen Tevhid-i Mabudiyyet ise; şeriki olmayan, bir ve tek olan Allah'a muhabbet ve ihlas ile ibadet etmeyi, yal­nız O'na sığınarak O'ndan yardım beklemeyi, O'na ibadette hiç bir şeyi ortak koşmamayı ifade eder. Bu ise irade ve amel ile tevhittir.

Allah'ın zatında bir olmasının manası; O'nun mürekkeb olmayışı ve Zat-ı İlahisine benzeyen bir ortaktan münezzeh olması demektir. Çünkü cüzlerden mürekkeb olan bir varlık cüzlerine ve bu cüzleri birleştiren bir kuvvete muhtaçtır. Halbuki Allah Tealâ Vacibu'l-Vücûd olup her türlü ih­tiyaçtan ve cismiyeti gerektiren mürekkeb oluştan münezzehtir.

Allah'ın sıfatlarında bir olmasının manası; O'nun bir cinsten iki sıfa­tının (iki kudret, iki ilim gibi) olmaması ve hiç bir varlığın sıfatının, mahi­yet ve keyfiyet bakımından Allah'ın sıfatlarından hiç birine benzememesi demektir.

Fiillerinde bir olmasının manası ise; yaratmada bir olmasıdır. Allah her dilediğini bizzat yapar, O'nun yardımcı ve ortağı yoktur. Hadiselerde gördüğümüz zahiri sebepler, ve tabiat kanunları ise, eşyanın var olmasın­da sadece birer vasıta ve âdi sebeplerdir. 276

Allah'ın Birliğini İsbat Eden Deliller :

Kelâm âlimleri Allah'ın birliğini isbat eden çeşitli deliller kullanmış­lardır. Burada bunlardan bazılarını zikretmek istiyoruz.



a) Burhan-ı Temanu':

Kur'an-, KerinVdeki, "Eğer göklerde ve yerde Aliah'tan başka tanrılar olsaydı, onların her iki­si de fesada uğrardı (düzenleri bozulurdu)." 277 âyetine dayanan ve kelâm âlimleri arasında Burhan-i Temanu', irade çatışmasına dayanan delil adıy­la bilinen bu delil şöyle takrir olunur:

Alemde her bakımdan birbirine eşit iki ilâhın var olduğunu farzet-sek, bunlardan biri bir şeyin olmasını, diğeri olmamasını irade edebilir. Çünkü ilâh hür bir iradeye ve tam bir kudrete sahiptir. Böyle bir durum­da üç ihtimal ortaya çıkar:

1. Ya her iki ilâhında dilediği olacaktır. Bu ihtimal batıldır. Çünkü aynı anda bir şeyin hem olması, hem de olmaması ictima-i nakızeyn, iki zıddın, çelişiğin birleşmesi demektir ki, bu imkânsızdır.

2. Veya her iki ilâhın dediği de olmayacaktır. Bu İhtimal de batıldır.' Çünkü dilediği olmayan acizdir, aciz ise ilâh olamaz.

3.Yahut ilâhlardan birinin dilediği olacak, diğerininki olmayacaktır. Bu ihtimal de batıldır. Çünkü dilediği olmayan acizdir, aciz ise ilâh ola-ınaz. Öbür ilâh da her bakımdan buna eşit olduğundan, onun da aoiz ol­ması, dolayısıyla ilâh olmaması gerekir. Bu durumda alemin yaratıcısının iki ilâh olması imkânsız olunca, ilâhın bir ve tek olma zarureti ortaya çı­kar. Alemdeki düzenin devam edişi ve alemin varlığı da bunu gösterir.

b) Burhan-ı Tevârud: Kelâm âlimleri yukarda zikrettiğimiz âyeti kerime ile Allah'ın birliğini, irade çakışması diyebileceğimiz şöyle bir delil ile de ispatlamaya çalışırlar:

Eğer yerde ve gökte birden fazla ilâh olsaydı, bu alem :



1.Ya bütün ilâhların müşterek kuvvet ve kudretiyle var olmuştur. Buna göre ilâhlardan hiç birinin güç ve kudreti eşyayı tek başına yarat­maya yeterli olamamış, âlemi müştereken var etmişlerdir. Bu ise hepsi­nin acizliğini gösterir, uluhiyyetle bağdaşmaz ve hiç biri ilâh olamaz.

2. Veya alem bu ilâhların her biri tarafından müstakil olarak, ayrı ay­rı yaratılmıştır. Bu durumda eser, eksiksiz ve tam iki müessirden meyda­na gelmiş olur. Yani bir malul üzerine iki illetin tevarüdü, birlikte oluşu gerekir ki, bu da imkansızdır. Zira bu hasılı tahsildir. İlâhlardan biri tara­fından alem yaratılmışsa, diğerleri lüzumsuz olur.

3.Yahut eşya, ancak birinin irade ve kudretiyle vücut bulmuştur. E-ğer alem, ilâhlardan birinin irade ve kudretiyle meydana gelir, diğerleri­nin yaratmada hiç bir tesiri olmazsa, müreccihsiz tercih gerekir ki, bu batıldır.

Bu üç ihtimalin hepsi batıl olunca, Allah'ın vahdaniyeti ortaya çı­kar. 278 Kelâm kitaplarında Allah'ın birliğini ispatla ilgili daha başka delil ve izahlarda mevcuttur. 279



111. Sıfat-1 Sübûtiyye :

Bu afatlar. Sıfat-. Selbiyye gibi Cenab-, Hakk, noksanlardan tenzih!

eden, fakat hariçte varhğ, olmayan ademî ve itibarimefhum'"d°n'bsarbTr bulunan sıfatlar olmayıp. Zat-, Bari'ye yeni bir mefhum ve mukaddesı b, mana ilave eden, ezelde mevcut ve onunla kaim olan zatı, subutı, vucuaı

ve hakiki sıfatlardır. Bunun içindir ki, bu sıfatlara "Sıfat-i Sübutivye, Sı-fat-ı Zİatiyye, Sıfat-ı Meânî ve Sıfat-ı İkram" adları verilmiştir.

Ancak Sıfat-ı Selbiyyede kelâm âlimleri arasında ittifak ve görüş bir­liği olduğu halde, Sıfat-ı Sübutiyyenin Allah'ın zatına zaid, ezelî ve hakiki sıfatlar olduğu hususunda ihtilaf ve görüş ayrılığı vardır. Allah'ın Hayat Sahibi, Alim, Kadir, Mürid, Semi', Basîr, Mütekellim ve Mükevvin olduğu hususunda da kelâmcılar ve islâm filozofları arasında ittifak vardır. Çün­kü bu husus Kur'an âyetleri ve sahih hadislerle sabittir. İsm-i fail sigasın-da olan bu kelimelerin Allah hakkında kullanılışında ittifak olduğu halde, aynı kelimelerin mebdei ve aslı olan mastarların, yani hayat, ilim, irade ve kudret gibi sıfatların Zat-ı İlâhi'ye ezelde sabit ve zatına zaid ,hakiki ve vücudi sıfatlar olduğunda ihtilaf vardır. Bu konudaki ihtilaf Ehl-i Sün­net mezhepleriyle Mutezile ve Şia fırkaları arasındadır.

Ehli Sünnet-i Hâssa denilen Selefiyye'ye göre Allah'ın sübûti sıfat­ları vardır. Bunlara inanmakla mükellef isek de bunların herberinin haki­katini bilmekle mükellef değiliz. Çünkü Sıfatullah, idrak ve taakkul bakı­mından Zatullah gibidir. Nasıl Allah'ın zatını idrakten aciz isek, sıfatları­nın hakikatini idrakten de aciziz. Bu husus, beşer idrak ve takatinin üs­tündedir.

Eş'arilere ve Matüridilere göre ise, subuti sıfatlar, Zat-ı Bari'ye ezel­de sabit, vücudî, ezelî ve mefhumu Zat-ı İlâhi'ye zaid olan kemal sıfat­larıdır. Yani, Allah Tealâ alimdir, ilmi vardır, Kadirdir, kudreti vardır, Mü-riddir, iradesi vardır... Çünkü alim ismi, ilmi olana verilir. İlmi olmayan birine alim denemeyeceği gibi, ilmi olmayan bir alim de tasavvur oluna­maz. Kadir, .mürid ve diğer sıfatların isnat edilmesinde de durum aynıdır. Yani, ilim ve kudret sıfatlarıyla muttasıf olmayana ne alim, ne de kadir denebilir. Allah Tealâ alim ve kadir olduğuna göre, O'nun ilim ve kudret sıfatları vardır.

Kaldı ki, esasen ilim, irade, kudret gibi kelimeler, masdar olmaları bakımından asıl, alim, kadir, mürid gibi kelimeler ise bu masdarlardan türetilmiş, müştak kelimeler oldukları için fer'dir. Bu müştak kelimelerin Allah için sabit olması, bunların masdarlarının da sabit olmasını gerekti­rir. Çünkü fer'in subutu, aslın da subutunu icabettirir. Zira asıl olmadan, ondan doğan fer' olamaz. O halde alim, kadir, mürid... olan Zat-ı Bari'nin ilim, kudret, irade... sıfatlarıyla muttasıf olduğunda şüphe yoktur.

Bu sıfatlar Zat-ı Bari'nin aynı olmayıp, zatına zaittir. Çünkü:

a) Bu sıfatlar zatın aynı olsaydı, birbirlerinden ayırd edilemezdi. Bu durumda Jjim kudretin aynı, kudret iradenin aynı, irade hayatın aynı olması gerekir ve ne Zat'ı Bari sıfatlarından, ne de sıfatları birbirinden ayırt edilebilirdi. Bunun ise batıl olduğu aşikardır.

b) İlim, irade, kudret gibi subuti sıfatlar zatın aynı olsaydı, hiçbir de­lile muhtaç olmadan Allah'ın alim, kadir ve mürid olduğunu bilmemiz ge­rekirdi. Halbu'ki bu husus delile muhtaçtır.

c) Yine sıfatlar zatın aynı olsaydı, zatın özelliklerin'i taşımaları gere­kirdi. Mesela, ilmin; Vacibu'l-Vücûd, nefsiyle kaim, bu alemin halikı ve her türlü kemal sıfatlarıyla muttasıf olması gerekirdi. Bunun ise mümkün olmadığı aşikardır.

Subuti sıfatlar, Zat-ı Bari'nin gayrı da değildir. Çünkü; gayri olsalar­dı, kadim olan bu sıfatların müstakil birer varlığı olması, dolayısıyla bir­den çok kadimin bulunması gerekir. Bu ise batıldır. O halde bu sıfatlar vücut bakımından Zat-ı Bari ile birdir.

Kur'an-ı Kerim'de ilim, kudret ve kuvvet, sıfatlarının Allah Tealâ'ya masdar şekliyle de izafe edildiği açıkça görülmektedir. 280 Bu da siga bakı­mından masdar olan subuti sıfatları Allah'a izafe eden ehli sünnet kelâmcılarmı desteklemektedir.

Mu'teziie Allah Tealâ'nın Alim, Kadir, Mürid, Hayy, Mütekellim... ol­duğuna inanmakla beraber, Zat-ı Bari'nin ilim, kudret, irade gibi zatına zaid sıfatlarla muttasıf olduğunu kabul etmezler. Çünkü Zatullah, mah-lukatın zatı gibi değildir. Onlara göre Zat-ı İlahi, yaratmakta ve her tür­lü fiil ve eserleri yapmakta kâfidir. O, zatından başka, zatına zait olan sı­fatlarla muttasıf olmaktan müstağnidir.

Daha açık bir ifadeyle, Mu'teziie, Ehl-i Sünnet'in Allah'a izafe ettiği subuti sıfatları iki gruba ayırır: Birinci grup siga bakımından da sıfat o-lan Hayy, Alim, Kadir gibi müştak kelimelerdir. Mu'tezile bu sıfatları Al­lah'a izafe eder ki, bunlara manevi sıfatlar denir. İkinci grup ise bu ma­nevi sıfatların köklerini teşkil eden hayat, ilim, kudret gibi masdar siga-sındaki kelimelerdir. Bunlara da m e ân i sıfatlan denilir ki, Mu'tezile bun­ları Allah'a izafe etmez. Buna göre Mu'tezile «Allah âlimdir» hükmünü kabul eder, fakat «Allah ilim sahibidir» hükmünü benimsemez. Eğer Al­lah'ın zatından başka ilim sıfatı diye müstakil bir mana tasavvur edilecek olursa, o takdirde bu sıfat da Allah'ın zatı gibi kadim olur ve neticede kadim varlıklar çoğalmış, birden çok kadim varlık kabul edilmiş olacağın­dan, tevhid prensibi ihlal edilmiş olur. Halbuki, Ehl-i Sünnet'in izahına göre böyle bir mahzur sözkonusu değildir.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere manevi sıfatların Allah'a izafe edilmesi noktasında Mu'tezile ile Ehl-i Sünnet kelâmcıları arasında bir ihtilaf yoktur. İhtilaf rneani sıfatların Allah'a izafe edilip edilemeyeceği hususundadır. EhM Sünnet alimleri, bu sıfatların da Allah'ın zatıyla kaim, ezeli sıfatlar olduğunu kabul etmişler ve bunu isbatlamaya çalışmışlar­dır.

Ancak Ehl-i Sünnetten Eş'arî ve Matüridiler arasında, tekvin sıfatı­nın, kudret sıfatının ikinci bir taâilûku yahut müstakil bir sıfat olduğu hu­susundaki izah farkından dolayı, subuti sıfatların sayısında görüş ayrılı­ğı vardır ki, Eş'arilere göre subuti sıfatlar yedi, Matüridilere göre sekiz­dir. Şimdi subuti sıfatları kısaca izah edelim. 281

1) Hayat:

Hayat, diri ve canlı olmak demektir. Allah, hayat sıfatıyla muttasıf-tır. Bu sıfat, Allah Tealâ'nın zâtına vâcib olan subûtî sıfatların ilkidir ve Zât-ı Bâri'den asla ayrılmayan bir kemâl sıfatıdır. Zira Vücud'un kemâli, diri olmakla gerçekleşir. Ancak Allah hakkında sözkonusu hayat, mah-lukatta görülen ve maddenin ruh ile ittisalinden doğan geçici ve bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir, bütün hayatların kaynağı olan bir hayattır.

Aynı zamanda ilim, irade, kudret gibi sıfatlara sahip olan varlığın ha­yat sahibi olması zaruridir. Çünkü ölü olan bir zâtın ilim, irade, kudret gi­bi kemâl sıfatlara sahip olması mümkün değildir. Allah'ın bu kemâl sıfat­lara sahip olduğu ise, aklî ve naklî delillerle sabittir. O halde Cenab-ı Hakk'ın hayat sahibi olduğu apaçıktır.

Hayat sıfatı; "Allah Tealâ'nın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla itti-safını sahih kılan, sağlayan, Zât-ı Bari ile kâim subûtî, ezelî ve vücûdi bir sıfattır" diye tarif edilir. Tariften de anlaşılacağı üzere, hayat sıfatı, Ce­nab-ı Hakk'ın zâtına mahsus olup varlıklar âlemine taâilûku olmayan, an­cak varlık âlemi ile ilgili bütün kemâl sıfatlarla Allah'ın muttasıf olma­sına esas teşkil eden bir kemâl sıfatıdır. Hayatın zıddı, memat, ölü olmaktır ki, bu, Allah hakkında muhaldir,

Allah Tealâ'nın hayat sahibi olduğuna Kur'an'da pek çak âyet dela­let etmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir:

"Ölmek şanından olmayan O Baki (Tealâ) ya güvenip dayan." 282 Artık bütün) yüzler, (ezelde ve ebedde) diri ve her şeye bihakkın hâkim olan Allah'a baş eğmiştir.»" 283"Kendinden başka Tanrı olmayan Allah, (ezelî ve ebedî olan) hayat ile diri, bakî ve zâtı ile kâimdir." 284



2) İlim:

. İlim, bilmek demektir. Allah Tealâ, olmuşu, olanı, olacağı, geçmişi^ geleceği, gizliyi, açığı, kısacası her şeyi bilir. O'nun ilmi yaratıkların ilmi^ ne benzemez, artmaz, eksilmez, O'na unutma arız olmaz. O her şeyi ezel-'1 de bilir. Ancak onun ezelde bilmesi, o olayların o şekilde meydana gel­mesinde tesirli değildir. Zira O, ezelî olan ilmiyle onları nasıl var olacak­lar ise öylece bilmiştir, O'nun bilmesi hic bir zaman zorunluluk meydana getirmez. Olacak olan şeyleri önceden bilmesi onların öyle olmasını ge­rektirmez. Allah onları öyle olacakları için öylece bilir.

Allah küllileri bildiği gibi cüz'ileri de bilir. O'nun ilminin daima deği­şen cüziyyata taâilûku, Allah'ın ilminde değişmeyi gerektirmez. Çünkü O, değişmekte olan şeylerin değişeceğini de önceden öylece bilir ve onun ilminde hiçbir değişme sözkonusu olmaz.

Allah'ın ilmi, mahlukatın ilmi gibi, bir düşünce, fikir veya istidlal mahsulü olmaktan da münezzehtir. Çünkü onun ilmi zâtının muktezası olan ezelî bir sıfatıdır.

İlim sıfatının zıddı olan bilgisizlik, cehalet, gaflet ve unutkanlık Al­lah katında muhaldir. Çünkü bunlar noksanlık alâmetleridir.

Bütün bu açıklamalardan sonra ilim sıfatı şöyle tarif edilebilir. İlim, Zât-ı Bari ile kâim olan ezelî, vücûdî ve hakiki öyle bir sıfattır ki, onunla kâinatta vaki olmuş, olan ve olacak, kül halinde, toplu olarak, veya ayrı ayrı münferid bulunan, gizli veya aşikâr olan her şey ve her türlü haller Allah Tealâ'ya daima ve îam olarak malum ve münkeşif olur.

İlim sıfatının taâilûku ezelî olup diğer sıfatlardan daha umumi ve şü­mullüdür. İlim sıfatı, mümkinata taallûk ettiği gibi vâcib ve müstahilâta dataallûk eder. Yani her türlü malumata taallûk eder, bu taallûkun malumo-ta nisbeti de müsavidir.

Allah Tealâ'nın ilim sıfatıyla muttasıf olduğu hem aklî, hem de nakli delillerle isbat edilmektedir. Âlemde görülen sonsuz güzellik, tertip, nizom ve ahenk, onun yaratıcısı olan Cenab-ı Hakk'ın engin ve sonsuz ilminin en acık delilidir. Çünkü nasıl ki, gördüğümüz güzel bir yazı, resim gibi sa­nat eserleri onların yapıcısı ve yazıcısının bu sanata ne kadar vakıf ol­duğunu gösteriyor ve bilgisine delalet ediyorsa, şüphesiz en güzel ve en mükemmel bir surette yaratılmış olan bu âlem de onu yaratanın ilim ve kudretinin sonsuz olduğuna delalet eder. Zira bir şeyin mükemmel yaratılması, o şeyin daha önce tam olarak bilinmesini gerektirir.

Diğer taraftan Allah Tealâ, iman ve salih amel sahiplerini landıracağını, kötü yolda olanları da cezalandıracağını haber vermekte­dir. Bu ise ancak o kimselerin yaptıklraını bütün teferruatıyla bilmekle mümkündür. Öyle ise Allah, her şeyi bilmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın ilim sıfatıyla muttasıf olduğuna delâlet e-den âyetlerden birkaçı şöyledir:

"Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez." 285

"Görmedin mi ki, göklerde ne var, yerde ne varsa, Allah şüphesiz hepsini bilir.' 286

"AIIah her şeyi en iyi bilendir 287

"(Allah) gözlerin hain bakışı-kalplerin gizleyeceği her şeyi bilir. 288 "Yaratan (Allah) hiç bilmez mi?" 289



3) İrade;

İrada, dilemek, bir şey üzerinde "karar kılarak onu yapmaya veya yapmamaya azmetmek, manasına gelir. Allah Tealâ müriddir, yani yaptı­ğı işlerde irade sahibidir, dilediğini yapandır. İrade sıfatı Allah hakkında vâcib, iradenin zıddı olan zorunluk, mecburiyet ve cebr ise muhaldir.

Zât ve sıfatlarında mahlukattan hiç birine benzemeyen Cenab-ı Hakk'ın iradesi, tam ve kâmildir ve bu kâinat O'nun ezelî iradesine uygun olarak yaratılmıştır. Hiçbir şey O'ndan, ışığın güneşten ve ısının ateşten çıkması gibi ızdırarî, zorunlu ve mecburî olarak zuhur etmemiştir. Bilâ­kis O her şeyi, ezelî iradesinin bir tecellisi olarak, dilediği zamanda ve şekilde yaratmıştır. Allah'ın iradesi hiçbir zaman mahlukatın iradesine benzemez.

Bu açıklamalar ışığında İrade sıfatını şöyle tarif edebilirz: İrade; Al­lah Tealâ'nın Zâtına ezelde sabit ve O'nunla kâim olan subûtî, vücûdî ve ezeli öyle bir sıfattır ki, Allah onunla bir mümkini olma veya olmama hal­lerinden biriyle tahsis eder. Yani aslında olabilecek ve olmayabilecek her şeyi, irade sıfatının taâllûkuyla dilediği zamanda ve vasıfta yapar veya yapmaz.

Buna göre, irade sıfatı yalnız aklen caiz ve mümkin olan şeylere ta­allûk eder, vâcib ve muhale taallûk etmez. Çünkü vâcib ve muhal, zaten zarureten var veya yoktur. Onların olması veya olmaması gibi iki tarafı mevcut değildir ki onlara irade sıfatı taallûk etsin. Ezelî olan irade sıfatı­nın taallûku da ezelîdir ve Allah'ın ezelde irade ettiği her şey Allah'ın ezeli olan ilmine uygundur. İlm-i ilâhî değişmediği gibi irade-i ilâhî de değiş­mez. Allah'ın dilediği şey, zamanı gelince O'nun ezelî iradesine uygun olarak aynen gerçekleşir.

"Allah'ın dilediği oldu, dilemediği olmadı." 290 hadisi ve

Allah dilediğini yaratır." 291 âyeti, bu hususu beyan ettikleri gibi İrade sıfa­tına da delalet etmektedirler.

İrade olunan şeyin gerçekleşmemesi acizliktir ki, Allah hakkında mu­haldir. O'nun kudreti sonsuz olduğu gibi iradesi de sınırsızdır. İrade ettiği şeyden dönmek ve tereddüt göstermek ise cehaletin eseridir ki her .iki du­rum da Allah hakkında muhaldir.

Eh!-i Sünnet âlimleri irade sıfatının ilim ve kudret sıfatlarından ayrı, müstakil bir sıfat olduğunu isbat ettikleri gibi, Meşieti de irade ile aynı ma­naya almışlar ve iradeden ayrı ve müstakil, bir de meşiet sıfatının bulun­madığını, Allah'ın irade ve meşietinin aynı olduğunu belirtmişlerdir. 292

Allah Tealâ'nın iki türlü iradesi vardır:



1. Tekvini İrade : Bu, bütün yaratıkları kapsamına alan iradedir. Her hangi bir şeye taallûk ettiği zaman, o şey mutlaka meydana gelir. "Bir şe­yin olmasını dilediğimiz zaman ona sözümüz ancak «ol» dememizden iba­rettir. O da derhal oluverir."" 293 âyetinde sözkonusu irade, tekvini iradedir.

2. Teşriî İrade : Dinî irade de denen bu irade, Allah'ın bir şeyi sevme­si ve hoşnut olması, muhabbet ve rıza göstermesi manasınadır. Allah Tealâ'nın bir şeyi bu manadaki iradesi ile dilemiş olması, o şeyin meydana gelmesini gerekli kurnaz. "Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emrediyor (irade ediyor)..."294 âyetindeki irade, teşriî iradedir.

Tekvini irade geneldir, hayra ve şerre, taata ve ma'siyete yani her şe­ye taallûk eder. Teşriî irade ise özeldir, yalnız hayra ve taate taallûk eder. 295



4) Kudret:

Aüah Tealâ'nın zâtı hakkında vâcib olan kemâl sıfatlarından biri de Kudret sıfatıdır. Kudret, Allah Tealâ'nın sonsuz güç sahibi olması ve bü­tün mümkinata irade ve ilmine uygun olarak tesir ve tasarruf etmesi de­mektir. Kudretin zıddı olan acz Allah hakkında düşünülemez. O'nun kudre­tinin yetmeyeceği hiçbir şey yoktur, O âoiz değildir.

Bu kâinatın varlığı ve âlemde görülen üstün yaratılış, Allah'ın kudreti­nin eseridir ve ona delalet ettiği gibi, Kur'an'da da Allah'ın kudretini ifade eden pek çok âyet-i kerime mevcuttur. Bunlardan

"Şüphesiz Allah her şeye hakkıyla kadirdir." âyeti Kur'an'da muhtelif yer­lerde tekrarlanmaktadır. 296

Kudret sıfatı da irade sıfatı gibi, yalnız mümkinaîa taallûk eder, vâcib ve müstahil oicn şeylere taallûk etmez. Ancak kudret sıfatının bu taallûku konusunda Matüridîler ve Eş'arîler farklı açıklamada bulunmuşlardır. He iki mezhep de, kudretin Allah'ın zâtı ile kâim, ezelî bir sıfat oluşunda itti-, fak etmişlerdir. İhtilaf konusu, Allah'ın kudret sıfatından ayrı ve müstakil bir tekvin sıfatının olup olmadığıdır.

Eş'arîler, icad etmek, yaratmak ve bilfiil var etmek kudret sıfatı ile o-lur. Çünkü kudretin İki türlü taallûku vardır. Bunlardan biri ezelî taallûku­dur ki bununla mümkinler, yaratılmaya hazır hale gelir. İkincisi ise kudre­tin hadis (lâ yezâlî) taallûkudur ki, ezelî iradenin tercihine göre mümkinler bununla var veya yok olur. Buna göre Eş'arîler, kudreti, mümkinleri yok­luktan varlığa çıkarmada da müessir olan bir sıfat olarak görmekte ve Ma-türidîlerin tekvin sıfatıyla Allah'a izafe ettikleri manayı onlar kudret sıfatı­nın bu ikinci taallûku ile izah etmektedirler.

Mâtüridîlere göre ise kudret sıfatının sadece bir taallûku vardır ve a da ezelîdir. Eşyanın var edilmesinde müessir olan kudret sıfatı değil tek­vin sıfatıdır. 297

5) Tekvin:

Tekvin, yok olan bir şeyi yokluktan varlığa çıkarmak, var etmek de­mektir ve Mâtüridîlere göre, müstakil, Allah'ın zâtı ile kaim, ezelî ve subutî bir sıfattır. İcad, tesir, yaratma, ihdas ve ihtira' gibi kelimelerle de ifade edilen tekvin sıfatı, yaratmak, rızık vermek gibi fiilî sıfatların merciidir.

Eş'arîler ise tekvinin hakiki bir sıfat olmayıp itibarî ve izafî ve diğer fi­ilî sıfatlar gibi hadis olduğunu, Allah'ın zâtı ile kâim olmadığını belirtmiş­lerdir. Çünkü onlara göre tekvine verilen rol, yaratmaktır. Halbuki kudret sıfatına iradenin katılmasıyla aynı netice hasıl olmakta ve başka bir sıfata gerek kalmamaktadır.

Eş'arîlerin bu husustaki endişelerinin kaynağı, tekvin ile mükevveni aynı kabul etmeleri ve tekvinin ezelî bir sıfat olarak kabul edilmesinden mükevvenin, mahlukatın da ezelî olmasının kabul edilmesi gerekeceğidir. Çünkü mükevven olmadan tekvinden söz edilemez, derler. Halbuki Matü­ridîler, tekvin ve mükevvenin aynı olmadıklarını ve tekvinin kadim olduğu halde mükevvenin hadis olmasının mümkün olduğunu belirtmişlerdir.

Mâtüridîlere göre tekvin, ilim, irade ve kudret sıfatlarından başkadır. Çünkü ilim ile malûmat bilinir, kudret ile mümkinin fiil veya terki geçerli olur, irade ile de fiil, yaratma veya terk şıklarından biri tercih olunur. Ya­ratmada, var etmede bilfiil tesir eden sıfat ise tekvindir ve tekvin sıfatı da kudret ve irade gibi mümkinata taallûk eder. 298

6) Semı'

Semi', işitmek demektir. Allah Tealâ'nın işitilmek şamndan olan her şeyi işitmesi, O'nun kemâl sıfatlarından birisidir. Allah Semî'dir, işiticidir, Ancak onun işitmesi hiçbir zaman mahlukatınki ile mukayese edilmez. O'­nun bir şeyi işitmesi, başka şeyleri işitmesini engellemediği gibi, işitmek için kulak, sinir, beyin gibi maddi âlet ve uzuvlara da muhtaç değildir. Biz O'nun işitici olduğuna inanır, mahiyyet ve keyfiyetini araştırmayız, Çünkü bunu bilmekle mükellef olmadığımız gibi, bilme imkânına da sahip değiliz. Bu sıfatın zıddı olan işitememek, sağırlık bir eksiklik olduğu için, her türlü eksik sıfatlardan münezzeh olan Allah hakkında muhaldir, imkânsızdır. 299



7) Basar

Basar, görmek deme'ktir. Allah Tealâ görülmek şanından olanherşe-yi görür. Hiçbir şey Allah'ın görmesinden gizli kalmaz. O, görmek için gö­ze, ışığa vb. maddî şeylere muhtaç olmadığı ve O'nun görmesi hiçbir za­man mahlukatın sıfatları ile mukayese edilemeyeceği için, onun görmesi­ni hiçbir şey engellemez. Gizli olanı da açık olanı da, karanlıktakini de, aydınlıktakini de, uzaktakini de, yakındakini de aynı şekilde görür ve bi­lir. O'nun ilmine sınır ve hudut olmadığı gibi işitme ve görmesine de sı­nır ve hudut konamaz. Halbuki mahlukatın işitme ve görmesi mahduttur. Kur'an'da Allah'ın işitici ve görüeü olduğu açi'kca ifade edilir; "Şüphesiz O, işitici ve görücüdür." 300 "(Allah) gözlerin hain bakışını, göğüslerin giz­leyeceği her şeyi bilir. Allah hak (ve adaletle) hükmeder. Onu bırakıp tap­tıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah hakkıyla işiten ve görendir." 301



8) Kelâm

Ailah Tealâ'nın muttasıf bulunduğu kemâl sıfatlardan biri de sıfatıdır. Kelâm, Allah'ın, seslere, harflere ve bu harflerden meydana ge­len kelime ve cümleleri tertib etmeye muhtaç olmaksızın mütekellim ol­masıdır. Zira O, her türlü ihtiyaçtan ve mahlukata benzemekten münez­zehtir.

Allah mütekellimdir. Nitekim O, peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberleri ile de konuşmuştur. Kelâm sıfatı Allah'ın zâtı ile kâ­im ve ezelîdir. Konuşmak, kemâl sıfatlarından biri olduğu için her türlü

kemâl sıfatla muttasıf bulunan Allah'ın onunla vasıflanması ve kelâmın zıddı olan konuşamamak ve dilsizliğin O'ndan nefyedilmesi gerekir.

Kelâm sıfatı da ilim sıfatı gibi, vâcib, caiz ve müstahile taallûk eder. Allah Tealâ bir tek kelâm sıfatı ile emreder, nehyeder ve haber verir.

Kur'an'da şöyle buyurulun "Musa tayin ettiğimiz vakitte gelince Rab-bi onunla konuştu." 302 "De kî; Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mü­rekkep o!sa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi." 303 Bu ve benzen âyetlerde Allah Tealâ'nın mütekellim olduğu açıkça bildirilmiştir ki, bütün islâm âlimleri Allah'ın mütekellim olduğunda müttefiktirler. Ancak Allah'ın kelâmının mahluk oiup olmadığı hususunda İslâm mezhepleri arasında ihtilaf vardır. Şöyle ki:

Selefe göre Kur'an Allak kelâmıdır ve mahluk değildir. O, Allah ile kâimdir, O'ndan ayrı değildir. Zira Kur'an sadece harflerden ve lafızdan veya sadece manadan ibaret değildir, o hem lafız ve hem de manadan müteşekkildir. Bu sebeple selef Kur'an'ın harfleri ve lafızları da mahluk değildir, demektedir.

Mu'tezile ise, Kur'an'ın ses, harf, âyet, sure ve cüzlerden müteşekkil olduğunu, tenzil ve inzal gibi hudus alâmetleriyle vasıflandığını belirte­rek, onun mahluk olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre Allah'ın müte­kellim olması demek, kelâmı bir mahalde, meselâ Levh-i Mahfuz'da, Ceb­rail'de, ya da Peygamber'de yaratması demektir. Halbuki Ehl-i Sünnet'e göre Allah kelâmı yarattığı için değil, kelâm sıfatıyla muttasıf olduğu için mütekeîlimdir. Zira Allah'a nasıl beyazı yarattığı için beyaz, siyahı yarat­tığı için de siyah denmesi mümkün değilse, kelâmın yaratıcısı olmasın­dan dolayı da mütekellim denemez. Ancak onunla konuşması sebebiyle mütekellim denir.

Diğer taraftan Ehl-i Sünnet kelâmcılan, Selef ile Mu'tezile arasında orta bir yol takip ederek, kelâmı nefsî ve lafzı olmak üzere ikiye ayırmış­lar ve nefsî kelâm, Allah'ın zâtı ile kâim, mahiyetini idrak edemediği­miz ezelî bir sıfattır, demişlerdir. Lafzî kelâm ise, nefsî kelâma delalet eden, ses ve harflerden müteşekkil olan Kur'an'ın lafzıdır. Bu lafzî kelâm ezelî değildir, Hadis özelliklere sahiptir. 304

Iv. S 1 F A T -1 Haberiyye:

Yed, Vech, İstiva gibi sadece âyet ve hadislerde bildirilen ve naber-

le sabit olan sıfatlara haberî sıfatlar denir. Zahirî manaları alındığında teşbih ve tecsime götüren bu sıfatların te'vil edilip edilemeyeceği husu­sundaki ihtilafa dair daha önce bilgi verilmişti. 305

V. Fiilî Sıfatlar:

Allah Tealâ'nın onunla nitelenmesi ve nitelenmemesi caiz olan, di­ğer bir ifade ile, Allah hakkında menfi olarak da müsbet olarak da kulla­nılabilen sıfatlara fiilî sıfatlar veya caiz sıfatlar denir. Fiilî sıfatlar, Allah'­ın zâtının gereği olan sıfatlar değildir, Zât-ı Bâri'nin bunlarla vasıflanma­sı vâcib değildir. Fiilî sıfatların hepsi, Allah'ın kudret, irade ve tekviniyle meydana gelir, Allah'ın tekvin sıfatı bunların merciidir.

Fi'Iî sıfatların en önemlilerini beş maddede özetleyebiliriz :

1. Yaratma (tahlîk) : Yaratma Allah'a mahsustur, O'nun mümkün o-lan her şeyi yaratması da yaratmaması da caizdir.

2. Hidyet vermek ve Dalâlette bırakmak (İhdâ ve İdlal)

lediğine hidayet, dilediğine de sapıklığı yaratması caizdir.

Allah'ın di-

3. Peygamber göndermek ve kitap indirmek (İrsal ve İnzal) : Yine Allah Tealâ, hiç bir mecburiyet olmaksızın peygamberler göndermiş ve kitap indirmiştir. Bütün bunlar Allah hakkında vâcib değil, caizdir.

4. Öldükten sonra Diriltme (Ba's ve Haşr) : Ba's, Allah'ın kullarını öldükten sonra tekrar diriltmesi, haşr ise onları hesaba çekmek için bir araya toplamasidır. Allah Tealâ bunların olacağını haber verdiği için ba's ve haşr gerçekleşecektir. Ancak Allah bütün bunları da kendi hür iradesi ile yapmaktadır. Hiç birini mecburen yapıyor değildir.

5. Nimet vermek ve azap etmek (Ten'im ve Ta'zib) : Allah Tealâ, di­lediğine nimet verir, dilediğine de azab eder. Bunların hiç birisi O'nun hakkında vâcib değildir. Kur'an-i Kerim'de şöyle buyurulur: "O, kimi di­lerse mağfiret eder, kimi dilerse azaba uğratır. Göklerin, yerin ve arala­rında ne varsa hepsinin mülkü Allah'ındır." 306 Mülkün sahibi O olduğuna göre mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. 307




Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin