FITRA KİMLERE VERİLMELİDİR?
Fıtra zekâtı (sadakası) zekat bahsinde belirtilen sekiz gurup kimseden birine verilebilir.
Kendilerine fıtra verilecek olan kimselerin; dînine bağlı, ahlâkı düzgün, büyük günahlardan kaçınan, kazancını, malını harâma harcamayan kimselerden olması tercîh edilmelidir.
Yine; Fıtranın en yakın akrabalardan, komşulardan, ilim ehli insanlardan başlayarak verilmeye çalışılması İslam öğretisinin bir gereğidir.
FITRA NELERDEN VERİLİR?
Şartları tutan bir kimse; kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler (ki bunlar, arefe günü güneş batışından önce evine gelen ve misâfiri olan kimseler dahi olsalar) için bir sa’ (yaklaşık üç kg.dır.) buğday, arpa, hurma, kuru üzüm, pirinç, mısır ve benzerinden müstehak olana verir. Veya bunların tutarını hesap ederek parasını verir.
Bakmakla yükümlü olunan kimselerin, Müslüman, kâfir, hür, köle, çocuk, büyük, misâfir veya ev halkından biri olması fark etmez.
Evet... Fıtra verecek olan bir mümin, her şeyden önce Rabbinin rızâsını gözetmeli, bu görevi yerine getirdiğinde kendisinde bir gurur ve kibir oluşmamalı, insanları minnet altında bırakmamalıdır. Bilmelidir ki, fıtra vermek, kendisinin bir görevi ve bazılarının da kendi malı üzerindeki haklarının hak sahibine tevdiidir. Öyleyse, insan bir hakkı, hak sâhibine vermiş olmakla, gururlanacak bir iş yapmış olmadığı gibi, üzerine düşeni îfâ etmiş olur.
Yine gerçek mümin can, fıtrasını verirken kaçamak yolları ve kolaylığı tercih etmeyip, onu en uygun bir şekilde, hâline-durumuna göre münâsip olan şeyin cinsinden hesap ederek verir. Allâh’ın kulları ile kardeş olmanın mutluluk ve hazzını yaşar.
Can, cânı sevindirir ki, “O” da cânı sevsin ve iki cihanda sevindirsin.
ÖĞÜT
Bir cömerde sordular: “Yoksullara yardım ettiğin, dilenenlere para verdiğin zamanlarda içinde bir gururlanma veya fakirlere karşı bir minnet duygusu seziyor musun?” Cevap olarak buyurdular: “Ne uzak bir ihtimal! Benim bu bağıştaki rolüm, aşçının elindeki bir kepçenin rolüne benzer. Aşçı kepçeye ne korsa kepçe de onu verir. Ve verdiği şeylerin kendisinden olduğunu düşünmez.”323[323]
EHL-İ BEYT’E KULAK VERELİM
İmâm Cafer Sâdık @ buyurdular; “En faziletli fıtra, bayram namazından önce verilenidir. Bu şekilde verilen fıtra “fıtra zekâtı” olur. Bayram namazından sonra verilirse sıradan bir sadaka gibi sayılır.(Fıtra zekâtı sevâbı verilmez.)324[324]
Fârûk-u Ekber İmâm Ali @ buyurdular; “Kim fıtra zekâtını eksiksiz olarak verirse, Allâh da onun malındaki eksikliği tamamlar.”325[325]
İmâmet semâsının parlak güneşi İmâm Cafer Sâdık’a @ soruldu ki; “Bir kimsenin Ramazanın son günü güneş battıktan sonra evine misâfir gelse ve onların bakımı ev sâhibine âit olsa, o misâfirin fıtrasını vermek ev sâhibinin üzerine farz mıdır?” İmâm @ buyurdular; “Evet, o gün kadın, erkek, küçük, büyük, hür, köle, her kim evde ise onun fıtrasını vermek ev sâhibine düşen bir farzdır.”326[326]
Altıncı hak İmâm, İmâm Cafer Sâdık’a @ soruldu; “Muhtaç durumda olan, kendisinin zekât vermesi farz olmayan kimseye fıtra zekâtı vermesi gerekir mi?” İmâm buyurdular; “Hayır gerekmez, zekât vermesi farz olmayan kimseye fıtra zekâtı vermek de farz değildir.”327[327]
Îmân ve sâlih amel kanatlarını kullanmayanlar, Cennet diyârına yol alamazlar.
İ’TİKÂF
İ’tikâf; kelime anlamı itibâriyle, beklemek, bir şeye devâm etmek manalarına gelir. Dînî bir kavram olarak da; bir mescitte belli şartlar dahilinde Allâh’a yakınlık kastı ve ibâdet amacıyla kişinin kendini alıkoyması demektir.
İtikâf; Peygamberler Sultanı sevgili Ahmed’imizin @ ve O’ nun hak vârislerinin @, Evliyâullâhın @ Ramazân-ı Şerîfin son on gününde sıkça yaptıkları bir amel olup, Ümmet-i Muhammed’e bu amel ısrarla tavsiye edilmiştir.
İtikâf; kişinin gözden ve dünyevî meşgalelerden uzakta, geçici olan hırs, arzu ve isteklerden azâde bir şekilde, Rabb’i ile baş başa kaldığı kendi nefsini ve yaptıklarını hesâba çekmek için yalnızlığı ve tefekkür edecek ortamı seçtiği bir yoldur.
Allâh yolunun sâliki, Rızây-ı ilâhînin tâlibi, Hak âşığı kimseler bir nevi mikro itikâf denilebilecek şekilde her günün belli bir zamanını sessiz, sâkin, her şeyden uzak, yalnız O (c.c.)’nunla beraber olduğu tefekkür ve tezekkür ile tenvîr edildiği Tarîkat-ı Muhammediye’ye uyduğu gibi, yıllık olarak da bu amelleri daha geniş manada Ramazân-ı Şerîf içerisinde icrâ etmeli, nefsini hesaba çekerek tezkiye etmelidir.
Resûlullâh @ efendimiz de bir nevî itikâf sayılacak ameli henüz nübüvvet görevi ile görevlendirilmediği dönemde dahi, Nûr dağındaki Hıra mağarasına giderek orada îfâ ediyordu.
İ’TİKÂFIN KISIMLARI
İ’tikâf iki kısma ayrılır:
1 -Vâcip olan itikâf: Nezir (adama) ve benzeri şekillerle kişinin kendi kendine belli zaman ve şartlar dâhilinde gerekli kıldığı itikâf.
2 -Sünnet (mendûb) itikâf: Kişinin gönlünden gelerek yapmaya niyetlendiği ve yılın her zaman diliminde yerine getirebileceği itikâftır. Bu itikâfın özellikle Ramazan ayının son on günü içerisinde olması önemle tavsiye edilmiştir.
İ’TİKÂFIN ŞARTLARI
İtikâfın geçerli olabilmesi için bazı şartlar gerekir ki, bunlar;
● İtikâfa giren kimsenin aklı başında ve cünüplük gibi hallerden uzak olması gerekir.
● Vâcip itikâf ise vâcibe, sünnet itikâf ise sünnet itikâf yaptığına niyet edilmelidir.
● İtikâf süresince oruçlu olunmalıdır.
● İtikâf; en azından şehrin âdil bir İmâmın İmâmetinde cemaat-Cuma namazı kılınan büyük câmisinde yapılmalıdır. Mahalle, köy ve çarşıdaki sıradan mescitlerde itikâf geçersizdir.
● İtikâf mahallinden dışarı zorunlu haller dışında çıkılmamalıdır.
● Eğer hakları çiğnenecekse, kadın kocasından, çocuklar da ana-babalarından izinsiz itikâfa giremezler.
Dostları ilə paylaş: |