İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


S04 — İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ — 130§ —



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə20/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   75

_ 1S04 —

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

130§ —

ATLAS MEVSİMİ


«cüz'ü keseleri» ne konulurdu, kibar çocuklarının cüzü' keseleri de atlastan yapılır ve bilhassa tercihan kanarye yarısı rengi tercih olunurdu (B.: Âmin alayı).

Pâdişâhların vezirlere gönderdiği murassa kabzeli altun kılıçlar, hançerler kınlariyle beraber -keza atlas kılıf - keselere konularak yollanırdı.

Pâdişâhların sadırazamlara sadırâzamlık alâmeti olarak verdikleri mührü hümâyûnları da al atlastan bir kese içinde bulunurdu, buna da «mühür kesesi», «mührü hümâyun kesesi» denilirdi; bu mühür kesesini al ipekten bir kordon ile boynuna asıp koynunda taşıyan sadrâzamlar gece yatarken dahi çıkarmazlardı (B.: Sadırâzam; Mührü hümâyûn).

Saray arabalarının ve tahtırevanlarının, saltanat kayıklarının »kıç tarafındaki köşklerin perdeleri atlastan, bilhassa kırmızı veya yeşil atlastan olurdu.

Esvablık olarak atlas, Osmanlı sarayında kışlık kumaştı (B.: Atlas Mevsimi). Onaltmcı asırda Kanunî Sultan Süleymana Alamanya İmparatorunun elçisi olarak gelen Busbeckq «Türk M&ktupları» nda şöyle bir tasvir yapar:

«Türk atlıları zarif bir taboır halinde idi. Altlarında en cins hayvanlar vardı. Beygirlerinin basları kıymetli taşlarla tezyin edilmiş ve gümüş sırma ile işlenmişti. Atlıların altın ve gümüş sırmalı esvapları pırıl pırıl parlıyordu. İpek veya atlastan yapılmış olan bu elbiselerin rengi, al, mor veyahut ko> yu yeşil (nefti) idi...».

Evliya Çelebi, on yedinci asır ortasındaki İstanbul esnafını büyük bir esnaf alayı münasebetiyle tasvir ederken at'lascılar hakkında şu satırları yazıyor:

«Dükkân 105, nefer 300 dür, pirleri Man-sur Endülüsi'dir. Bu kavim ekseri Yahudiler-dir. Gûnagûn ekmişei fâhireleri dükkânlarında tahtıravanlar üzre ölçerek kat'ı menazil ederler». Atlascılar, çuhacılar ve dîbacılar ile beraber eski bedesten esnafının en zenginlerinden sayılırdı.»

Atlas Avrupadan gelirdi. Altın telli ve nakışlı ağır Türk kumaşları, ufak dokuma farklariyle «dîbâ» ve «şîb» diye ayrı isimler almıştı. On yedinci asır ortalarında, Sultan İbrahimin ilk yıllarında tanzim edilmiş bir narh defterinde, taraklı, münakkaş, arzı yedi rubu Frenk atlasının bir ziraini ithalâtçının

200 akçaya, perakendeci dükkân sahibinin 220 akçaya satacağı yazılıdır; gümrük resmi unutulmamak şartiyle mukayese etmek lâzımdır, ayni defterde, İstanbulun âlâ telli dibasının işleyen tarafından 130 akçaya, perakendeci tarafından 140 akçaya; yine İstanbulun telli ve nakışlı şîbinin işleyen tarafından 150 akçaya, perakendeci tarafından 160 akçaya satılacağı kaydedilmiştir. Büyükşehir-de bilhassa al ve yeşil atlaslar makbul olmuştur. On sekizinci asır ortalarına doğru, Nedim, yeşil atlaslı bir nevcivam bir gazelinde şöyle tasvir eder:

Unutturdu bana servi revanı dün gülüstanda Efendim, bîr hzüb boyla, ye;iî atlasiı âfet var Henüz on ikiden oa iic gün eksik yaşı amma kim Ayın oa dördünü yâd itdirir bir mâhi tal'at var

Şu kıta da istanbul civanları üzerine yazılmış, söyliyeni meçhul bir destandan alınmıştır:

Nail olub dillerine O! güzelin yollarına koî doiayıp bellerine Atlasa diba çekeriz

Felekten şikâyet yollu bir de meşhur beyit vardır:

Kimi seyrâna çıkar aüasu dîbâ giyerek Kimi mendil bulamaz dîdeden eşkin silecek

ATLAS ÇIKMAZI — Üsküdarda iskele civarında, Atlas Sokağı üzerindedir; kaba taş döşeli, bozukça, bir araba rahat girebilecek kadar geniş, her iki yanı bahçe ve bostan, gayet uzun, tenha, ıssız sessiz bir çıkmazdır.



Ali Veren

ATLAS ÇIKMAZI —- Üsküdarda iskele kurulmuş Türk sinema filmi müesseselerin-dendir; Nazif Duru ve Murad Köseoğlu'nun tesis ettikleri bir kollektif şirket, olup kuruluş tarihi 18 Eylül 1946 dır. Müessesenin idare -merkezi- Pangaltıda olup Kurtuluş Caddesinde Akın Sineması içinde, stüdyosu Mecidiye köyünde İkincitaşocağı Cadde* sindedir; sermayesi şimdilik otuz bin liradır. Bu satırlar yazılırken (Temmuz 1947), kuruluş tarihinden henüz bir yıl geçmemiş olduğu halde «Gençlik Günahı» ve «Seven ne yapmaz» isminde iki film çevirmiş, «Efe Aşkı» ismindeki üçüncü film de Boluda çevrilmekte bulunuyordu. Halen mevzuu sermayesi ölçü tutulursa, artistlere ödediği primlerin çok.

mütevazı olması gerekir. Rejisörü, Bay Şâdan Kâmil, operatörü Bay İlhan Arakon'dur. Henüz müesseseye uzun zaman kaydiyle bağlanmış teknisiyenleri yoktur, muvakkat teknisi-yeıılerle çalışır.

Memleketimizde henüz sinema artistleri sınıfı teşekkül etmediğine göre, Türk sahnesinin evvelce film çevirmek fırsatını bulmuş şöhretleri, bu genç müessese tarafından tatmin edilemez, bunun içindir ki, müessisler ve rejisör, mevzu ile beraber sanatkârlar ibda etmek zorundadırlar; İstanbul Ansiklopedisi-'nin temenni ettiği mes'ut tesadüflerle, Atlas Film Şirketi Türk sanat hayatının semasına, birden, büyük yıldızlar atabilir; bir âlemi meçhuliyetten bu şirketin merdiveniyle şöhrete ulaşan sanatkârlar da, mütevazi nıüesse-yi birinci sınıf şirketlerden biri yapabilir; şurası da hatırlanmalıdır ki, bunun tahakkuku için de şirket ve artist, medenî dünyanın bir kudsiyet atfederek bağlandığı hak prensiplerine riayet etmesini bilmeleri gerektir. Bu satırların yazıldığı sırada, «En Son Dakika» gazetesi bir film şirketi adına bir «Artist Arama Müsabakası» açmış bulunuyordu; İstanbul gençleri arasında, kız ve oğlan, bu müsabakaya rağbet gösterenler az olmamıştır; müsabakaların, gazete satışlarını çoğaltan meşru vasıtalardan bîri olduğunu kabul edersek, yüz güldürttüğü muhakkaktır; ayni tatlı neticenin adı gizlenmiş şirket hakkında da tecelli etmesi, bu şirketin de Atlas Film «iması temenni olunur.

İstanbul Ansiklopedisinin gönderdiği bir anket fişine, Atlas Film Şirketi cevap verirken, şahsî sermayelerle kurulmuş sinema filmi müesseselerinin, hükümet müzaheratın-dan mahrum bir durumda çırpındıkları belirtilmiştir. Sinema filmlerinin sehhar bir propaganda vasıtası olduğu bütün dünyanın •kabul ettiği bir hakikattir ki, Atlas Şirketinin bu müzaharet talebini, film şirketlerinin de devlet yardımlarına liyakatlerini ispat etmeleri şartiyle, yerinde bulmak lâzımdır. Yine ayni ankete verilen cevabın şu satırları okunmağa değer:

«Arap filmleri memleketimizi istilâ etmiş bir vaziyette ve bizim filmlerimize göz açtır-fflıyacak bir rekabet havası içinde kendi öz memleketimizde hükümran olmaktadır.»

Atlas Film Şirketi, bu şikâyetinde haklı-

dır, fakat Arab filmlerinin Türkiyedeki muvaffakiyetini, sanat kıymetlerinden ziyade dublâjında aramalıdır; sözleri türkçeye çev-rilmiyen ve Arab musikisi parçaları kesilip yerine İstanbul saz ve söz sanatkârlarının sesleri ve sazları eklenmiyen Arab filmleri, bahis mevzuu olan muvaffakiyet tahtından, küçük bir İstanbul baldırı çıplağının ıslığı ile devrilir. Her halde bu dublâjları -himaye eden hükümetimiz değildir. Türk film âmilleri içice girmiş menfaat çenberlerinin kör düğümlerim çözdükleri gün, muvaffak olacaklardır.

ATLAS MEVSİMİ — Atlas, Osmanlı sarayı an'anesinde kışlık kumaşlardan idi, saray ıstılahında kışa «Atlas mevsimi» denilirdi; aşağıdaki satırlar, Hafız İlyas'ın «Ve-kayii Letâifi Enderuniye» sinin Hicrî 1238 (M. 1822) yılı notlarından alınmıştır.

«Eylül hulul edeli ahkâmı sayf şad hayf olup, havalar âdeta şitaya münkalib ve şiddeti rûzigârdan herkes muztarib olmakla işbu Saferülhaynn dokuzuncu cuma günü hâre mevsimi atlasa tebdil olduğu akdemce zeyli letaifi vekayie tertil olunmuştu. Yevmi mez-kûrden iki hafta müruruna değin erbabı resim hâre ve canfes ilbası ile riayeti mevsim etmişler ise de yevmen feyevma leşkeri ser-ma hududu mütecaviz ve badema elbisei sayfiye telbisi gayri caiz idügünden hemen işbu Seferülhayrın yirmi ikinci gününe tesadüf eden mübarek cuma günü mevsimi atlasta ilbas buyurula gelen sofa kaplı samur kürklerin ilbasiyle erbabı rüsumu mersum ve ri-kâbı kamertâbi pâdişahi âlicenabda yürüyen çuhadaran etekli atlas kaftan telebbüsü ile mersum oldukları malûm oldu».

«Enderunıu Hümâyûnda her mevsime riayet âdet ve şiddeti sitade külliyen kıyafet koyu renklerden ibaret olduğu rivayet olunduğundan başka hususiyle Rûzi Nevruzdan sonra nev'amâ ortalık itidale meyyal ve her taraf taravet kesb eylediği vâkiülhal olmağın M-dezin kudümü faslı bahar ve gerek tesavii leylü nehar cihanı gülü gülzara döndürerek bihamdilillâhi taalâ her yer bağı irem'e şebih ve belki hest bihişt'e müşabih olmasiyle elbisei şitaiyenin bu mevsimde telbisi gayrı caiz ve belki atlas mevsiminin bile zamanı mütecaviz görünmeğin hemen işbu Şabanı şerifin sekizinci pazartesi günü kışlık uruba-ları tebdil ve alay ile gidildikçe telebbüs olu-


ATLAS SİNEMASI

1306 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 1307 —

ATLAS SİNEMASI




nan çuhaya kaplı samur kürkleri sofa kaplı samurlara tahvil olunduğu zeyli vekayii le-tâife tertil olundu». (B.: Atlas Atlascılar).

ATLAS SİNEMA VE TİYATROSU —

Parmakkapıda İstiklâl Caddesinde Lâle Sine-mjası kjarşısindadır. Dar bir koridorla içeri girilir. Yapının her iki yanında da mağazalaı vardır. Koridoru müteakip büyük bir giriş yeri, ondan sonra da asıl salon gelir; ikinci kat, üç taraftan binayı saran bir balkondan ibarettir; sahnenin karşısına rastlıyan balkon kısmı derindir ve burada birkaç oda mevcuttur. Sahnenin arkası da derin olup müteaddit odaları havidir. Arkada Anaçeşmesi Sokağına açılan birkaç kapısı vardır. Yapı esas olarak kagirdir; fakat ahşap kısımları da mevcuttur.

Bina bir Ermeni Katolik kilisesi (Oske-peran) vakfıdır. Tahminen 35 sene evvel muhtemelin başka bir binanın temelleri üzerine inşa olunmuştur. Evvelâ at ahırı olup, cins atlar muhafaza edilirdi. Sonra bu atlara san'at icra ettirilmeğe başlanmış ve böylece ayni zamanda da canbazhane olmuştur. Sonra, bir müddet de «Kozmografya» ismiyle sinema olarak işlemiştir. 1932 senesinde esaslı tamir ve değişikliklerden sonra Dervişzade İbrahim tarafından Mulen Ruj (Moulin Roug = Kırmızı Değirmen, Fransada meşhur bazı eğlence yerlerinin ismidir) namı altında çalıştırılmağa başlanmıştır. 1932 -1934 iki kış mevsiminde bu şekilde incesaz ve Azerî sazı ile açılan bina, ertesi sene Zîver isimli birine devredilmiştir. 1934 -1935 mevsiminde de içkili ve sazlı gazino olarak kalmıştır.

1933 - 1934 kışında Şamlı meşhur rakkase (ayni zamanda muganniye) Melâket-ül Cemal (Türkler yanlış olarak Melike Cemal demişlerdir) Mulen Ru$'da oynamış ve nefîs raksı ile büyük rağbet görmüştür.

1935 - 1936 kışında Kemani Sadi Işılay ile zevcesi meşhur ses sanatkârı müteveffa Denizkızı Eftalya ve müteveffa bestekâr Bî-men Şen aralarında hususî bir şirket aktede-rek binayı kiraladılar ve Mulen Ruj ismini Cağlıyan'a çevirdiler. Bu mevsim burada, ilk defa olarak ayni kostümler giymiş bir örnek bir incesaz heyeti sahneye çıkmıştır. Pek muntazam ve mükemmel olan bu heyette, en büyük üstadlar mevcuttu. Bu incesaz heyeti.

Büyükşehrin zevk erbabı tarafından unutul-mıyacak hâdiselerdendir. Gene bu heyet, meşhur Sahibinin Sesi plâklarına saz ve söz eserleri doldurmuştur ki, bunlar dinlenmesine doyulmıyacak kadar nefîs parçalardır; bu plâkların üzerinde, «Çağlıyan Musiki heyeti tarafından» diye yazılır. Bu mükemmeliyetin sebebi şüphesiz müessesenin üç musikişinas tarafından idare edilmesidir. Ertesi iki mevsim (yani eylülden ertesi yılın mayısına kadar), 1936 -1938 kışlarında incesaz hemen hemen muhafaza edilmekle beraber, müessese sahipleri değişmiş, evvelkilerin yerine yine meşhur musikişinasımız geçmiştir: Hanende Faruk Altın ve bestekâr Kanunî Artaki Candan. Çağlıyan ismi muhafaza edilmiş, yine içkili, sazlı ayrıca varyeteli, canbazlı ve oyunlu bîr gazino olarak kalmıştır. Bu üç sene müessesenin altın devri olup, bütün İs-tanbuldan müşteri celbeden en büyük gazino idi. Musikişinas sahipleri Faruk Altın ve Artaki bu incesaza iştirak etmemişlerdir. Bu incesaz heyetinden; üstad. bestekâr Tanburî Salâhaddin Pınar, udî ve piyanist Yorgo, klarnetçi Şeref, hanendelerden Celâl Tokses, Ağ-yazar Akyüz v.s. hatırlanabilir. Muallâ Gök-çay bu sırada ve bu sahnede tanınmıştır.

1937 -1938 kıs mevsiminin (yani Faruk Altın'ın ikinci senesinin) ve bütün binanın tarihinin en büyük hâdisesi, Tahiyye Muham-.med'in icrayı sanat eylemesidir. Aslen Hi-cazlı bir kabilenin kızı olan bu lâyemut simasını, 1937 senesi yaz mevsimi başında Kahi-reye giderek oynadığı ,Nü kenarındaki meşhur Kitkat Gazinosundan Faruk Altın getirmiştir. Tahiyye Muhammed Kerim (Karyoka) 1937 yazında Belvü yazlık bahçesinde oynamış, müteakiben 1937 -1938 kışında Çağlı-yan'da programına devam eylemiştir. Büyükşehrin o zamana kadar görmediği ve belki bundan sonra da göremiyeceği bu harikulade san'atkâr, fevkalâde bir rağbet kazanmıştır. Faruk .Altm'a göre şimdiye kadar gelen düzinelerle Arab rakkase, muganniye ve sazendesinin bıraktığı kârların yekûnundan fazlasını Tahiyye birkaç ay zarfında bırakmıştır. Yine Faruk Altının ısrarla iddia ettiğine göre Tahiyye bugünkü beynelmilel büyük şöhretinin temelim, bu İstanbul seyahatine borçludur. Hakikaten Tahiyye, müessese tarafından son derece reklâm edilmiş, bu

reklâmlarda, akla kolay kolay gelmez çarelere baş vurulmuştur.

Aynı sene (1937 -1938) İstanbulun çok hoşuna giden bir hakikî Çinli heyet (baba, zevcesi ve üç çocukları) görülmemiş canbaz-lıklar yapmışlardır. Faruk Altın, meslek hayatında çalışma ve terbiye itibariyle bu heyetten mükemmel bir topluluk veya şahıs görmediğini söylemektedir. Bu satırların muharririnin hatırında pek aydın olarak kalmıştır ki, bu Çinliler'in akrobasi numaraları, ina-nılmıyacak derecede tehlikeli ve fevkalâde

idi.


1938 -1939 mevsiminde müessese, C.H.P. ile aktör ve rejisör Lûtfullah Süruriye geçti ve Halk Opereti namı ile operet oldu; hakikaten hoş ve eğlendirici operetler oynadı. 1940 - 1942 senelerinde bir buçuk sene Halk Sineması ismiyle ikinci sınıf bir kovboy filmleri gösteren sinema oldu; bu müddet zarfında yine Lûtfullah Süruri patron idi.

1942 -1945 de üç kış mevsimi İstanbul gazinosu adiyle işledi. Sahipleri M. Muhiddin ve A. Cevad Öztuna kardeşler ile Evgen Efendi idi. Sinema zamanında çok tahrib edilen bina, 1942 sonbaharında esaslı olarak tamir edildi. Zengin bir incesaz heyeti ile zaman zaman orkestra ve varyetesi vardı. Safiye Ayla ve Müzeyyen Senar Işıl bu senelerde okuyan ses santkârlarıdır. Muhiddin Öztuna Te-pebası Bahçesindeki Alabanda Revüsünü (B:. Alabanda Revüsü) İstanbul Gazinosunda da temsil ettirmiştir; bu seferki temsillere Safiye iştirak eylememiş, Salâhaddin Pınar da ilk defa oynamağa başlamıştır. 16 Teşrinisani 1942 pazartesi akşamı Aldırma Revüsü sahneye konmuştur! 12 tabololuk hakikaten güzel bir eser olan Aldırma'yı şehir halkı çok tutmuştur; bu revünün argo lügatimizi zenginleştirdiğini de söylemek lâzımdır. Eser Ekrem Resid Rey tarafından yazılmış ve Cemal Peşid Rey tarafından bestelenmiştir. Baş rollerini Muammer Karaca, Hicran Talay, Salâhaddin Pınar, Lûtfullah Süruri ve Vedat Karaokçu oynamışlardır. 1943 de 14 tabloluk Canım Revüsü sahneye kondu. Yusuf Süruri ile Muammer Karaca tarafından yazılmış ve Karlo Kapocelli tarafından musikisi tertip olunmuştur. Muammer Karaca sahneye koymuş, Zermayer dekorları hazırlamış, Mis Brayt dansları idare etmiştir. Yine 1943 kışı

sonunda Düşes Revüsü yapıldı; bu revü de Yusuf Süruri ve Muammer Karaca tarafından yazıldı. Muammer Karaca ve Lûtfullah Süruri tarafından sahneye kondu, musikisi Karlo Kapocelli tarafından tertip edildi, dansları Mis Brayt, kostümleri darbukacı Hasan Tahsin Parsdan dekorları Zermayer hazırladı. M. Karaca, Halide Pişkin, Hicran, Lûtfullah ve Vedat Karaokçu da oynadılar. Bu revülerde diğer rolleri yapanlar arasında Saide, Salih, Bülend ve dansöz Şefkat hatıra gelmektedir. Bâtün bu roller M. Öztun'anın sermayesi ile meydana gelmiş olup, zengin ve itinalı sahneleri ihtiva ediyorlardı. 1944 -1945 üçüncü mevsim çok rağbet gören revüler konmadığından işler iyi gitmedi ve M. Öztuna tarafından gazino tasfiye edildi. .İlk iki kış mevsimi Karlo Kapocelli 15 kişilik orkestrası ile revülere iştirak-eyledi. Bu üç senenin incesazının sanatkârları şunlardır: Hanende Faruk Altın, hanende Ağyazar Akyüz, kemanî Nubar Tekyay, kanunî Ahmed Yatman, klarnetçi Salih, cümbüşçü ve udî Cemal, darbukacı Hasan Tahsin Parsadan, kemanî Maksut v.s. .

1945 senesi Teşrinievvel ayında Muhid


din Öztuna binayı çok esaslı bir şekilde tamir
ettirdi ve birinci sınıf bir sinema ve tiyatro
olacak şekle soktu; «Atlas Sinema ve Tiyat
rosu» namı altında Cezayir Dilân ve İskender
Necef ile muvakkaten bir kollektif şirket ak-
tederek faaliyete başladı. 1945 -1946 mevsi
minde bina Muammer Karaca'ya kiralandı.
Muammer Karaca Opereti sanatkârları tara
fından temsiller verildi. M. Karaca, Celâl Sü-
rurî gibi büyük sanatkârlardan başka Tevhid
Bilge, Güzin, Saide v.s. gibi meşhur operet
aktör ve ateistlerinden kurulan ve Karaca
nın idaresinde bulunan bu teşekkül, muvaf
fakiyetli sayılabilecek eserler oynıyabildi; bil
hassa «Zırdeliler» hakikaten gerek sanatkâr
ların kabiliyeti, gerekse mevzu ve teknik iti
bariyle yüksek bir operet idi. Bunların he
men hepsi Karaca tarafından yazılıp sahneye
konuyordu. Yalnız bale ve orkestra bir hayli
zayıftı.

1946 -1947 mevsiminde bina - ilk defa


olarak - kapalı kalmıştır. Muhiddin Öztuna,
1947 - 1948 mevsimi için müesseseyi tiyatro
veya ona benzer bir şey, daha kaviyyen de

f

ATLAS SOKAĞI

1308

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1309

ATLI (Lem'i)





Bebekte Mısır Hidivinin anası «Valide Paşa» mn yalısından ve Yeniköyde Said Halim Paşa kâşanesinden açılan sandallarda Nedim Bey ve Hafız İsmail gibi en namlı hanendeler bulunurdu. Lem'i Bey de hocası Hafız Yusuf, kemani Mike ve tanburî Kaprisle denize açılır, deniz üstünde, ay ışığında müsabaka yollu okurdu; bu yıllardadır ki, «Boğaziçi bülbülü» lâkabını almıştı. O günleri anan merhum: «Altmış seneyi mütecaviz musiki hayatımda Nedim Bey gibi bir ses sanatkârına tesadüf etmedim. Onu dinlemek bahtiyarlığından mahrum kalmış olan nrasikiseverlerimi-zin bilgi ve zevklerinin pek noksan kalmış olduğunu iddia ederim; sadasındaki halâvet, tiz perdelerde gösterdiği tatlı vüsat ve bilhassa taksimlerinde dinleyenleri gaşyeden istisnaî
birinci sınıf bir sinema olarak açmak arzusundadır.

T. Yılmaz Öztuna

ATLAS SOKAĞI — Üsküdarda iskele civarı sokaklarındandır; Hâkimiyetimilliye Caddesini Selmanpâk Caddesine bağlayan bir çarşı boyudur; Hâkimiyetimilliye Caddesiyle olan kavşağı, Yenivalide Camiinin musalla avlusuna çıkan kapısı karsısına rastlar, bu başından yüründüğüne göre sağda Atlas çıkmazı ve Selâmsız Caddesi, solda Karacaoğlan Sokağı ile birer kavşağı vardır; Selâmsız Caddesi ve Karacaoğlan Caddesiyle bir dörtyol ağzı vücuda getirir. Serapa dükkân ve dükkân üstü esnaf bekârı odalarıdır. Hâkimiyetimilliye Caddesiyle Selâmsız Caddesi arasında kalan kısmında ekseriyeti manavlar ve bakkallar teşkil eder. Bunların arasına serpilmiş olarak da bir iki kahvehane, bir odun deposu, tenekeci, Selmanpâk Caddesi kavşağına yakın bir meyhane görülür; Hâkimiyetimilliye Caddesi kavşağı başında da Üsküdarm meşhur şekercisi vardır. Paket taşı döşelidir, iki araba zor geçer; günün hemen her saatinde, fakat bilhassa saba'h ve akşamları kalabalık ve gürültülü bir sokaktır.



Ali Veren

ATLI (Lem'i) — Alaturka dediğimiz mil


lî musikimizin son büyük bestekârlarından;
(H. 1286) 1869 da Üsküdarda Sultantepesinde
doğdu. Babası, Müşir Mirza Sait Paşanın kain-
b:raderi Çerkeş İbrahim Beydir. İbrahim Bey
«Şizemû» aşiretinden olup çerkes dilinde şö
valye mânasına gelen bu ismin türkçesi olan
Atlıyı soyadı olarak
almıştır. Anasından
ve babasından pek
küçük bir yaşta öksüz
ve yetim kalan Lem'i
Atlı, kızkardeşinin hi
mayesi altında büyü
dü. Henüz on iki yaş
larında iken ve Fatih
Askerî Rüşdiyesine
devam ederken, sesi
nin fevkalâde letafeti
mektep ve aile muhi
tini teshir etmiş, bu Leml Ath
doğuş kıymetinin he- (Resim: Nezih)

der olmaması için aile dostlarının tavsiyesiyle Veznecilerde Zeynep Hanım konağının karşısında ufak bir dükkânda tütüncülük yapan musiki hocalarından Hafız Yusuf Efendiden musiki dersi almağa, zamanın tabiriyle «te-meşşuka» başlamıştı. Şehremaneti muhasebeciliği muavini olup, maalesef adı öğrenilemi-yeıı eniştesinin konağı Bozdoğan kemerinin civarında idi; bu konağa gidip gelmeğe başlı-yan Hafız Yusuf Efendi, az bir zaman sonra ailenin hâs dostları arasına girmişti. Lem'i Atlının ablası ve eniştesi de, ifrat derecede musiki düşkünü idiler. En az, ayda bir gece devrin meşhur hanende ve sazendeleri bu •konağa davet edilirler, mükellef bir saz âlemi yapılırdı. Bu saz âlemlerinin nâzım ve mü-rettibi de Hafız Yusuf Efendi idi. Bir ahenk gecesinde, hocasının medhü senası üzerine küçük Lem'inin dinlenmesine karar verilmişti. Üstad nakleder: «Bu gece evimize şeref bahşeden büyük Hacı Arif Bey, sesim ile gösterdiğim istidada meclûb olmuş, kendilerinin tâbiri ile sesimin meczubu olmuş ve her onbeş günde bir evimizi şenlendirmeğe ve âcize me-todlu bir surette musiki tedrisine başlamıştı» Lem'i Atlı Hafız Yusuf Efendiyle Arif Beyden gördüğü takdir ve iltifata güvenerek, ilk bestesini bir karcığar şarkı olarak vücuda getirdi:



Hüsnüne etvarı nâzın şan senin Bende takat kalmadı ferman senin İhtiyarım elden gitti can senin Bende takat kalmadı ferman senin

Fakat bu şarkıyı, Hacı Arif Beye değil, aralarında senli benli bir dostluk kurulmuş olan hocası Yusuf Efendiye bile okumağa cesaret edemedi. Nihayet bir gün, Lem'i Beyin iki kıymetli muallimi, aile efradından bu besteyi haber aldılar; Lem'i Atlı şarkısını okuduğu zaman, hiç ummadığı halde Hacı Arif Beyin aşırı derecede takdir ve iltifatına mazhar oldu. Şarkı, Hafız Yusuf Efendi tarafından da söz ve saz âlemlerine yayıldı ve «Lem'i Bey» adı derhal, Büyükşehirde bir şöhret oluverdi. Güftesi Mahmud Celâleddin Paşanın «Penbelikle imtizaç etmiş tenin» hi-cazkâr bir şarkı da bu şöhreti sarsılmaz bir hale getirdi. Hançeresindeki fevkalâde ihtizaz sebebiyle her sadanm tatbik ve taklid edemediği suhane bir tavır ve tarzdaki tegannile-riyle de essiz bir hanende olarak tanınmıştı.

\

Dellâlzâde İsmail Efendinin yetiştirmesi Mah-mud Celâleddin Pasa ile alaturka musikide derin bilgi sahibi olan Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey (ki 98 yaşlarında ölmüştür), bir gün Lem'i Atlı'ya iltifat ederlerken: «Lem'i Bey! Sen Külhanbeyi Hüseyin Dedenin boş bıraktığı yeri doldur dun!» demişlerdi. Bu Külhanbeyi Hüseyin Dede, Hamamı Zade Büyük İsmail Dedenin muasırlarından bir hanende imiş ki, lâkabını hançeresinin harikulade şuh, kıvrak ve 'edalı nağmelerinden ötürü almış... Dellâlzâde: «Bir eseri yaptıktan sonra evvelâ Hüseyin Dedeye geçmeli ve ondan dinledikten sonra onun tavrında temessül etmelb dermiş.



Muhit, bir büyük bestekâr - hanende yetiştirecek kadar zengin idi. Hocalarının muasırlarından ve Türk musikisinin büyük üstadlarından Hacı Faik Bey, Kadıköylü Ali Bey, Bolâh-en-k Nuri Bey, Püs-külcü Osman Efendi ve Hacı Kerami Efendi, kendilerine müracaat eden Lem'i Beye seçme eserler vermekte bir an tereddüt etmediler, Ha-mamîzâde İsmail Dedenin torunu Müezzinbaşı Rifat Bey, Lem'i Beyin yârigârı idi: Sa-rıyere sayfiyeye beraber giderlerdi. Orada da musikide sağlam bilgi sahibi Doktor Binbaşı Kadri ve bestekâr kanunî Kaymakam İsmail Nail Beylerden istifadeyi ihmal etmezlerdi. İsmail Nail Bey menzul idi; evinden dışarıya çıkamazdı; fakat hastanın odası, heveskâr gençlerin bir meşkhanesi halinde idi; Rifat Beyle beraber bir çok muhallet eserleri, bu arada bilhassa (muhayyer kürdî) faslını mahfuzatına orada ilâve etti.

Lem'i Atlı, 25 - 35 yaş aralarında, on sene kadar yaz mevsimlerini Kanlıca veya Rumelihisarında geçirmişti. O zamanlar mehtapta saz âlemlerinin, en parlak devirleriydi.



Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin