Duruma bir de Kürt özgürlük mücadelesi cephesinden bakalım. Kürt hareketinin bugün bir denge durumuna ulaştığı ve tarafların tüm yüklenmelere rağmen kendi cephelerinden durumda esaslı bir değişiklik yapacak bir başarı sağlayamadıkları, bunun aynı zamanda bir kilitlenme olduğu olgusu bugün neredeyse genel bir kabul görüyor. Kürt hareketi çok yeni görünen bu gelişme düzeyine aslında daha erken bir tarihte ulaştı. Komünistler bunu iki yılı aşkın bir süre önce (Nisan’92) değerlendirdiler. (Kürt Ulusal Sorunu, s.135-140) Bir çok vesileyle bu kilitlenmenin(265)yarattığı potansiyel tehlikelere ve bu çerçevede devrimci görevlere işaret ettiler. Sorunun özü-özeti şuydu: Kürt hareketi bu yol ayrımında ya “siyasal çözüm” adı altında düzen içi bir çözüme kayacak, ya da kendi içinde bir ayrışmayla da yüzyüze kalarak toplumsal devrime doğru derinleşecekti. Asıl kritik nokta ise, bu ihtimallerinden hangisinin baskın çıkacağının, Kürt hareketinin kendi gücü ve sınıf dinamiklerinin ötesindeki gelişmelerle belirlenecek olmasıydı. Bugünkü yalnızlığının sürmesi, Türkiye işçi sınıfı cephesinde bir devrimci gelişmenin yaşanmaması durumunda, Kürt hareketine kendisi için mümkün olan en uygun kazanımlarla düzen içi bir “siyasal çözüm”e yüklenmekten başkaca bir yol kalmayacaktı. Fakat öte yandan, Türkiye işçi sınıfı hareketinin yaşayabileceği bir devrimci sıçrama, güç ilişkilerini ve olayların seyrini temelden etkileyecek; Kürt ulusal hareketi, mülk sahibi sınıfların hareketten kopması anlamında, bir iç ayrışma ve devrimci yolda derinleşme olanaklarına kavuşacaktı.