Burada bunun ayrıntılarına girmek gereksizdir. Zira bu sorun komünistler tarafından birçok vesileyle ele alınmış ve irdelenmiştir. Şu kadarını söylemekle yetinelim: ‘60’lı yıllar, TİP ve MDD Hareketi şahsında, düzen sınırlarını ve kurumlarını aşamayan bir(241)burjuva sosyalizminin sol adına egemen olduğu bir dönemdi. Bu akımlardan birinin popülist-parlamentarist, ötekinin darbeci kimlikleri nedeniyle sınıf hareketine özel bir ilgiden kaçınmaları bir yana, onunla şu veya bu vesileyle temasa geldikleri ölçüde ise, sosyalizm adına taşıdıkları bilinç kaba bir reformizmden öteye geçememiştir. Güçlü bir kitle desteğine ulaşan ‘70’li yılların devrimci demokrasisi ise, bunu esas itibariyle kentin ve kırın politizasyon düzeyi yüksek küçük-burjuva katmanları ya da sınıf dışı yoksul kesimleri içinde başarmış, genel bir eğilim olarak sınıf çalışmasına özel bir ilgiden uzak kalmıştır. Proleter sosyalizmi bakışaçısından yoksun olan bu akımın sınıf hareketine ilgisi herhangi bir “halk” katmanına gösterilen ilginin sınırlarını aşamamıştır, ya da ancak olayların zorlamasıyla önemsiz ölçülerde aşabilmiştir. Devrimci bir müdahalenin yokluğu koşullarında sınıf hareketi sendika bürokrasisi içinde yuvalanmış revizyonistler ile sosyal demokrasinin ideolojik ve örgütsel denetiminde kalmıştır.