Alevi İslam iLMİhali



Yüklə 1,97 Mb.
səhifə70/87
tarix21.08.2018
ölçüsü1,97 Mb.
#73751
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   87

CİHÂD



Cihâd; Kur’ân ile farz olduğu sâbit olan İslâm’ın en önemli farzlarındandır. Kelime anlamı olarak; cehd etmek, çalışmak, gayret etmek, çaba sarfetmek vb. gibi manalara gelir. Dînî literatürdeki anlamı ise; Allâh’ın dînine ve Allâh’ın taraftarı olan Müslüman’lara, haksız yere karşı duran İslâm düşmanlarıyla Allâh yolunda savaşmak, mücâdele etmektir. Bu mücâdele şekli zamana, zemine ve şartlara göre farklılıklar arzedebilir. Kimi zaman olur ki, cihâd; mal ile yapılır, kimi zaman, kalem ile yapılır, kimi zaman, can ile yapılır, kimi zaman da olur ki bütün hepsi ile birlikte bu farz yerine getirilir. Ancak şunu belirtmeden geçmemek gerekir. Kur’ân’î bir kavram olan cihâd; Kur’ân-ı Kerîm’de ve Peygamberimiz @ ile İmâmlarımızın @ buyruklarında genellikle can ve mal ile yapılan kıtal-savaş manası ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Biz de buna binaen cihâdın bu yönüne kısaca ağırlık vereceğiz.

Önce cihât ile ilgili bir kaç âyet-i kerîmeye bakalım: Allâh_buyurur_ki;___“İnananlar,_hicret_edenler_ve_Allâh'>Yüce Allâh buyurur ki;



“İnananlar, hicret edenler ve Allâh yolunda cihât edenler Allâh’ın rahmetini umarlar...” [Bakara (2): 218]

“İnanıp hicret eden, Allâh yolunda cihât edenler... var ya, gerçek îmân edenler onlardır.” [Enfâl (8): 74]

“...Allâh yolunda mallarınızla, canlarınızla cihât ediniz...” [Tevbe (9): 41]

“Ey îmân edenler!...O’nun yolunda cihât edin ki kurtuluşa erişesiniz...” [Mâide (5): 35]

Allâh yolunda gereği gibi cihât ediniz...” [Hac (22): 78]

Ey Nebî! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihât et ve onlara sert davran...” [Tevbe (9): 73]

Îmân eden, hicret eden ve Allâh yolunda mallarıyla, canlarıyla cihât eden kimselere Allâh katında en büyük dereceler vardır...” [Tevbe (9): 20]

Yoksa siz, Allâh’ın içinizden cihât edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?” [Âl-i İmrân (3): 142]

Görülmektedir ki şanı yüce Rabbimiz cihâd etmeyi başta Resûlü olmak üzere bütün Müslüman’lara emrediyor ve bunda sabırlı olunmasının da önemini belirtiyor.

Bu ilâhî emirler orta yerde dururken Resuller ve Nebîler başbuğu @ ve O’nun yılmaz takipçileri olan Ehl-i Beyt’in önderleri @ bu görevi savsaklayabilirler mi?

Elbette hayır.

Onun içindir ki, Onlar @, dur-durak bilmeden hem açık düşman olan kâfirlerle-müşriklerle, hem de dâhili düşman olan münâfıklarla bu kutsal dava uğrunda yılmadan cihâd etmişler, mallarını canlarını bu uğurda fedâ etmekten bir an bile geri durmamışlardır. O şanlı Peygamberin @ hayatını azıcık okuyan en âmâ bir kimse bile, Resûlullâh’ın nasıl cihâd ettiğini, küffâra göz açtırmamacasına hayatını nasıl ortaya koyduğunu, ashâbını bu yolda nasıl eğittiğini görür.

Elbette ki cihâd, bazılarının sandığı gibi, haksız yere birilerine saldırmak, onların mallarını yağmalamak, toprakları genişletmek vs. amaçlı yapılan bir savaş değildir. Cihâd; Hakkın yayılması önünde eylemsel olarak duran, Nûr’un insanların kalplerini aydınlatmasını engellemeye çalışan, ard niyetli insanlık düşmanı güçlere karşı yapılan meşru bir savunma ve saldırıdır.

Hani, denilmiştir ya;

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr,

Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir.”

İşte Cihad da, kısacası, her yol denendikten sonra hâlâ uslanmayana meşrû sınırlar dâhilinde ve ilâhî izin ile haddini bildirmektir.

İşte; Bedirler, Uhudlar, Hendekler, Hayberler, daha nice seriyye ve gazveler cihat emrine ittibâ etmenin bir sonucudur.

İmâm Ali’nin @; kâfire korku, mümine kıvanç veren dillere destan Zülfikârı da cihâdın Müslüman’ların nazarındaki yerini ortaya koymakta.

Ve Şehitler serdârı İmâm Hüseyin’in @ Kerbelâ’daki cihâdı da, cihâdın önemini gözler önüne sermektedir.

Yalnız; cihâd, hak önderin veya görevlendirdiği ehil kimselerin komutasında yerine getirilmez ise çapulculuğa, yağmaya ve zulme dönüşebilir. Onun için bu ilâhî emrin hakkıyla yerine getirilmesi, hem çok titiz olmayı ve hem de uyanık olmayı gerektirir. İnsan, gereken ince ayarı yapamaz ise, hak gösterilen bâtıl bir dava uğrunda savaşa koyulur. Şehîd olmayı umut ederken -Allâh etmesin- pisi pisine de gidebilir. Nitekim bunun örnekleri hem târihte ve hem de günümüzde sayılamayacak kadar çoktur. Hak İmâma karşı savaş veren bedbahtlar-bâğîler bunun en bâriz örnekleri değil midirler? Bugün de İmâm Mehdî’nin @ yolunun takipçileri olan Ehl-i Beyt yolu müçtehitlerinin fetvâ ve teşvikleriyle değil de, bilmem hangi beşerî nizâm ve düzenlerin bekâsı ve yayılması uğrunda sözüm onlara şehîd olma(!) hayalleriyle cephelere gidenler cihâd kavramının şeytânca tahrîf edilmiş olmasının gâfil kurbanlarıdırlar.

Onun için, âyetin bir parçası olan ...Allâh yolunda...” hakîkatini beynimizin bir yerine, silinmez bir yazı ile nakşetmemiz gerekir. Yoksa, bilmem kimin yolunda, bilmem ne uğrunda, bilmem neyin için yapılacak bir savaş, cihâd olmadığı gibi, kutsallık taşımaz ve Allâh katında da bir değer ifâde etmez. O yollarda ölen insanlar da İslâm’daki Şehîd kavramına layık olmazlar, milyonlar onlar için gözyaşı dökse, şehîdler gibi ağırlansalar da şehîd olamazlar.

İslâm’a göre bir kimsenin cihâda katılmasının farz olması için bir takım şartlar gerekir: Öyle ki, kişi;

●Akıllı olmalıdır.

●Bulûğ çağına ermiş olmalıdır.

●Hür olmalıdır.

●Erkek olmalıdır.

●Pîr-i fâni, çok yaşlı olmamalıdır.

●Cihâda katılamayacak kadar kötürüm, hasta vs. olmamalıdır.

●Kör olmamalıdır.

İslâm vatanı her Müslüman’dan yardım görmeyi gerektirecek kadar büyük bir tehlike altında ise, kadınlar, yaşlılar, çocuklar, köleler, hasta olanlar vs. de duruma, savaş yapılan çağın tekniğine göre cihâda katılmak üzere görev alabilirler ve bu farz böylesi durumlarda onlar için de bağlayıcı bir emir olabilir.

Müslüman’lar, zâlim önderlerin emri ile cihâda katılmazlar. Böyle bir savaşa zorlanacak olurlarsa savaş cephesinde nefsi müdâfaa yaparlar, zâlimin zulmünün yayılması yolunda çalışmazlar.

Ancak, İslâm’ın hayâtiyeti söz konusu ve Müslüman’ların malı, namusu ve benzeri değerleri kâfirlerin ayakları altında çiğnenme tehlikesi geçirirse, o zaman zâlimin emri ile de olsa bu savaşa katılmak her Müslüman’ın boynuna borçtur.

Kâfirin, küfür ve nifak sistemlerinin emri ve icbârı durumunda da yapılacak şey aynıdır. Ancak, böylesi sistemlerin yapacağı hiç bir savaş cihâd olarak isimlendirilemez. Ve kutsallık çehresine-görüntüsüne büründürülemez.

Bir de bunlardan ayrı olarak, kişinin kendi iç dünyâsında yapması gereken bir cihâd var ki, İslâm buna “Cihâd-ı Ekber” (Büyük Cihâd) adını vermektedir. “İçsel olgunluk” da diyebileceğimiz Cihâd-ı Ekber, İslâm düşmanı kâfirlere karşı yapılması farz olan diğer cihaddan aşağı değil, belki onun da fevkinde bir farîzadır. Çünkü insanın yapmış olduğu bütün ibâdetlerin nihâî hedefi; nefse hâkim olma, şeytânın egemenliği altına girmeme ve Allâh’a hakkıyla kul olmaya yöneliktir. Bu hedefi gütmeyen namaz; namaz değildir, oruç; oruç değildir, zekat; zekat değildir, cihâd da cihâd değildir.382[382]



Barışta ve cihâdda,

Alevî-Sünnî tek safta.



Yüklə 1,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   87




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin