FURÛ-U DİN DÎNİN AYRINTILI HÜKÜMLERİ
Ehl-i Beyt yoluna göre İslâm’ın şartları da diyebileceğimiz, dînin ayrıntılı hükümleri şunlardır:
İslâm’ın şartları;
Namâz, Oruç, Zekât, Hac, Humus, Cihâd, Emr-i bil Marûf (iyiliği emretmek), Nehy-i anil Münker (kötülükten sakındırmak), Tevellâ (Ehl-i Beyt’e ve dostlarına dost olmak), Teberrâ (Ehl-i Beyt’in düşmanlarından uzak durmak ve onları sevmemek).97[97]
İBÂDET NEDİR? NİÇİN YAPILIR?
İbâdet; kullukta bulunmak, tazîm ve saygı göstermek, kayıtsız, şartsız emir ve yasaklara itâat etmek, teslîm olmak ve sevgi beslemek... gibi manalara gelir.
Kur’ân-ı Mecîd’in ve Ehl-i Beyt’in (a) beyânıyla sâbittir ki insanlar, târîh boyunca genel olarak iki tür ibâdette bulunmuşlardır:
-
Bâtıl ibâdet,
-
Hak ibâdet.
Bâtıl ibâdet; Kendi içerisinde, bir çok varlıklara ibâdet edilmesi şeklinde tezâhür etmekle birlikte, netice itibâriyle şeytânî olup, boş, anlamsız ve cezâyı gerektiren ibâdetler olarak kabul edilebilir. Kur’ân da sözü edilen bâtıl ibâdetlerden bazıları şunlardır;
Tâğût’a ibâdet, [Zümer (39): 17 vb.]
Putlara ibâdet, [Saffât (37): 95 vb.]
Cinlere ibâdet, [Sebe (34): 41 vb.]
Şeytân’a ibâdet, [Yâsîn (36): 60 vb.]
Nefise ibâdet, [Furkân (25): 43 vb.]
Din adamlarına ibâdet, [Âl-i imrân:(3): 64,Tevbe(9): 31 vb.]
Peygamberlere ibâdet, [Tevbe(9): 31,Âl-i İmrân(3): 80 vb.]
Meleklere ibâdet, [Âl-i İmrân (3): 80 vb.]
Hak ibâdet ise; Allâh’ın emir ve rızâsına uygun olarak işlenen amelleri içeren ibâdetlerdir. Rabb’imiz Allâh, yalnızca kendisine ibâdet edilmesini, diğer her türlü varlığa ibâdetten kaçınılmasını emretmiştir. [Nisâ (4): 36 vb.]
Allâh’a ibâdet üç amaçla yapılabilir; -
İbâdetleri bir emir, görev ve vazîfe olduğu için yapmak. Bu şekildeki bir ibâdette, İslâm’a göre kişi sorumluluktan kurtulmakla birlikte, kâmil bir ibâdet îfâ etmiş olmayıp, İmâm Ali’nin @ ifâdesiyle, “köle anlayışıyla” ibâdet yapmış olur.
-
Cennet ümidi ya da cehennem korkusu ile yapılan ibâdetler. Bu tür bir ibâdet de kişiyi kurtarabilir, azaptan emîn kılabilir, ama, tam olarak İlâhî Rızâya müteveccih olmadığından, Allâh dostlarının, mümin-i kâmillerin ibâdeti olarak kabul edilemez. Yine İmâm Ali’nin (a) deyimiyle, “tüccâr zihniyetiyle” yapılan bir ibâdet olur.
-
Ne cehennem korkusu, ne cennet sevgisi, ne görevimdir anlayışı ile değil, hepsinden de öte, yalnız ve yalnız Allâh aşkı, Muhabbetullâh ve Rızây-ı İlâhî için gönülden bağlılıkla yapılan ibâdetlerdir ki; Emirü’l Müminîn Ali (a)’nin deyişiyle, “hür-özgür insanların” ibâdetidir.98[98]
Âşık Yûnus’umuzun dediği gibi;
“Cennet cennet dedikleri,
Bir kaç köşkle bir kaç hûri.
İsteyene ver onları,
Bana, SEN’i gerek, SEN’i.”
Yüce Allâh buyuruyor: “Allâh, inanan erkek ve kadınlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler ve Adn Cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. ALLÂH’IN RÂZI OLMASI İSE HEPSİNDEN BÜYÜKTÜR... İşte büyük kurtuluş budur.” [Tevbe (9): 72]99[99]
İbâdet, rûhun gıdâsıdır.
EHL-İ BEYT YOLUNDA İÇTİHÂT, MÜÇTEHİT VE TAKLÎT
İnsan, düşünme ve seçme gücüne sahip bir varlıktır. Sağlıklı bir toplum; bir fikir ve irâdeyi empoze etmeksizin, baskı yapmaksızın, fertler için özgürce düşünme imkânı hazırlayan toplumdur.
Ehl-i Beyt’in İslâm anlayışında birinci ilke, her insanın dînini öğrenme, serbest olarak düşünme ve bilinçli bir şekilde tercîh yapma ve inancını yaşama hakkının var olduğudur.
Kur’ân’da ve Ondört Masûm-u Pâk’ın buyruklarında ilim öğrenmenin gerekliliği ile ilgili olarak var olan gerçekler, İslâm’ın her konuda bilinçli olmaya verdiği önemi göstermektedir.
“...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” [Zümer (39): 9]
Ehl-i Beyt gemisinin kaptanı Peygamberimiz @ buyurdular; “İlim talep etmek her Müslüman’a farzdır.”100[100]
Velâyet bağının bülbülü İmâm Cafer Sâdık @ buyurdu;“...Dîni hakkıyla anlamaya çalışınız...”101[101]
Kur’ân-ı Hakîm açıkça insanlara ilim çerçevesinden dışarı çıkmamayı, şüpheye uymamayı, duyulan, görülen veya akıldan geçen her şeyi düşünmeden kabul etmemeyi emreder ve sorumlu olacaklarını haber verir.
“Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül-kalp,bunların hepsi ondan sorumludur.” [İsrâ (17): 36]
Bu ve benzeri onlarca diğer âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, insanı cehâlet karanlıklarından kurtararak, bilginin nûruna çıkarmak istiyorlar. Tâ ki din alimleri, ata ve ecdat körü körüne taklît edilmesin, doğru düşünce ve sağlam anlayıştan uzak kalınmasın, araştırmalar sonucu elde edilmiş olan hak temele dayanılsın.
İslâm’da insan, birinci derecede kendi elde ettiği bilgilere göre amel etmelidir. Yâni, ehliyeti varsa, imkâna sâhip ise kendisi içtihât makamına ulaşmaya çalışmalıdır.
Hacı Bektâş Velî (k.s.) hazretleri buyuruyor; “İlim, hakîkate giden yolları aydınlatan ışıktır.”102[102]
İçtihât; Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler ışığında sorunlara, problemlere çözüm bulma çalışmasıdır. Bu makâm, her Müslüman, mümin ve tevhît ehlinin, zirvesine ulaşması gereken yüce bir makâmdır. Ancak her insanın imkân ve şartları bu makâma ulaşmaya elverişli olmadığından, kişi, içtihât makâmına ulaşmış bir kimseye uyar ve onu taklît eder. Ehl-i Beyt erkânına göre, içtihât makâmına hâiz olmayan kimsenin, bu makâma ulaşmış bir âlim zâta uyması, onun içtihatlarına göre amel etmesi farzdır.
Dînî konularda taklitten maksat, kesinlikle bilinçsiz bir şekilde bir kimseye uymak değildir. Çünkü bu, İslâm’ın evrensel idealleri ve ilmî rûhuyla asla bağdaşmaz.
İmâm Muhammed Bâkır (a) buyuruyor; “Kim ehil olmadığı halde insanlara fetva verirse, rahmet ve azâp meleklerinin laneti ile o fetvayla amel edenlerin günahları fetvâ veren kimseyedir.”103[103]
Ehl-i Beyt anlayışında dînin asılları (îmânın şartları) dediğimiz îmânla ilgili meselelerde, kesinlikle taklît geçerli değildir. Herkes îmânla ilgili temel konuları iyice araştırarak aklen ve kalben tatmîn olmalı, sağlam bir inanca kavuşmalıdır.
Dostları ilə paylaş: |