HAZRETİ MUHAMMED’İN @ HAYÂTI
Hz. Muhammed @ mîlâdî 571 yılında Mekke’de dünyâya geldi. Babasının adı Abdullâh (r.h.), annesinin adı Âmine (r.h.)’dir. Hz. Peygamberin doğumu bütün insanlık âlemini saran, karanlık câhiliyye gecesinin ufkunda, İslâm güneşinin yakında doğacağını müjdeleyen bir şafak misâliydi. Bu şafağın doğuşuyla, Kisrâ’nın sarayındaki direkler yıkılıyor, ateşperestlerin sönmez zannedilen ateşleri sönüyor, şirk ve put düzenlerinin bekçileri dehşete düşüyor, Kâbe’yi işgal etmiş putlar bir bir devriliyordu.
Ulu Önderimiz (s.a.a.) anne karnındayken babasını, altı yaşına geldiğinde de annesini kaybetti. Hayâtının ilk yıllarını Mekke dışında ve süt annesi Hâlime’nin yanında geçirdi. Daha sonra dedesi Abdulmuttalib’in himâyesine girdi. Dedesinin vefâtından sonra da sekiz yaşından itibâren amcası Ebû Tâlib ®’in yanında kaldı.
Ebû Tâlib (r.a.), peygamber efendimizi müşriklerden gelen baskı ve saldırılara karşı yiğitçe himaye eden bir kimse olmuştur. Hayâtının çocukluk dönemleri ilâhî gözetim ve ğaybî denetim altında geçen gönüller Sultânı (s)’nın, gençlik dönemi de herkese örnek olacak bir vefâlılık, nezâfet ve sadâkâtle noktalanmıştır. Sultân @ gençlik dönemlerinde bile; özü, sözüne uygun, güvenilir birisi olmasından dolayı “Muhammedü’l- Emîn” lakâbını almıştı.
O yüce insan, peygamberliğini henüz izhâr etmemiş olduğu olgunluk ve gençlik yıllarını yaratıcısına niyâz, duâ ve ibâdete ayırmıştı. Öyle ki; bazen ibâdet için halktan uzaklaşarak, Nûr dağındaki Hıra mağarasına çekilirdi.
Kırk yaşlarına ulaştığı sıralarda, yine bir gün Hıra mağarasındayken vahiy meleği Cebrâîl (a.s.), Kur’ân’dan, Alak sûresinin ilk âyetlerini getirmiş ve beklenen ilâhî güneş, cehâlet ve zulmet karanlığının üzerine hiç batmamak üzere doğmuştu.
İlk vahiyle birlikte insanlığa Allâh’ın elçisi olarak gönderilen Hâtemü’l Enbiyâ Hazreti Muhammed Mustafâ (s.a.v.) 23 yıl sürecek olan teblîğ ve cihâd hareketini başlattı. Bu kutlu dâvâda, ilk ve yılmaz savunucusu ve destekçisi ise sevgili eşi, müminlerin annesi Hz. Hatîce (s) idi. Bu dönemde nice mümin, mücâhit ve fedâkar insanlar yetiştirdi. Hz. Muhammed’in (a) Peygamberlik dönemi, söz ve fiiliyâtla, bütün insanlığa kurtuluş yolunu gösterdi.
Teblîğ; Bir mesajı ulaştırmak anlamına geldiğinden, en büyük mesaj olan Kur’ân-ı Mecîd’in ulaştırıcısı ve açıklayıcısı olan ebedî liderimiz @, en büyük teblîğ görevini üslenmiştir. Bu teblîğ görevi, Mekke döneminde, öncelikle TEVHÎD, NÜBÜVVET ve MEAD’e (âhirete) îmânı, insanlara benimsetmek amacına yönelik olarak, müjdeleyici ve korkutucu âyetleri açıklamak noktasında ağırlık kazanıyordu.
Elbette ki Şanlı Rehberin (s.a.a.) teblîğ yöntemi diğer bütün peygamberlerde olduğu gibi, ilk baştan müşriklerin inançlarının temelini oluşturan PUT ve TÂĞÛT’ları reddetmek ve onların bâtıl düzen ve sistemlerine karşı düşman olduğunu îlan etmek esâsına dayalıydı. Yani; LÂ İLÂHE İLLALLÂH’ı kalplere, gönüllere ve nihâyet toplumun her bir köşesine hâkim kılmak teblîğin ana gayesiydi. Bu yüzden, Resûlullâh ve güzîde ashâbı (r.a.), müşriklerin ve tüm bâtıl yolun yolcularının çeşitli işkence ve eziyetlerine marûz kalmışlardır.
Hicretin akabinde, MEDÎNE İSLÂM DEVLETİ’nin tesîsinden sonra ve o devletin bilfiil devlet başkanının Resûlullâh olduğu dönemde ise, O başkomutan @ İslâm’ın müdâfaası için bir çok savaşta hazır bulunmanın yanı sıra, fertlerin rûhen olgunlaşması için, yerine getirilmesi veya uzak durulması gereken emir ve yasakları (farzlar ve haramları) ve toplumsal hayatın İslâm’a göre şekillendirilmesi için de lâzım gelen siyâsî, iktisâdî, hukûkî ve cezâî esasları açıklamıştır. İnsanları her türlü esâret ve kölelik zincirlerinin boyunduruğundan kurtaran, Tevhîd akîdesinin yılmaz savunucusu Hz. Ahmed Muhammed Mustafâ @, hak dava uğrunda nice çilelere katlanmış, İslâm’ı ve İslâm toplumunu koruma ve kollama yolunda bir çok savaşlara katılmış, hakka âşıkların, mazlûmların, mustazafların, kimsesizlerin umut güneşi, zâlimlerin, kâfirlerin, müstekbirlerin ve münâfıkların da korkulu rüyâsı olmuştur. Allâh tarafından yaratılmış ilk ve en kâmil nûr olan peygamberlerin sonuncusu, yüce mesâjın sâhibi Hazreti Muhammed Mustafâ (s.a.a.) 632 yılında bedenen aramızdan ayrılarak Sevgili (c.c.)’ye kavuşmuştur.64[64]
Salât-ü Selâm üzerinize olsun , Ey Resûl ve Ehl-i Beyt’i!
Selâm sizlere, Ey Resûl’ün yoldaşları, yâranları!
Selâm sana, Ey Hatîce ana!
Şefâatınız cümlemizin üzerine olsun!
Nebîler Şâhı @ buyurdular; “İmâmını bilmeden (tanımadan) ölen kimse, câhiliyye ölümü ile ölmüş olur.”65[65]
MUHAMMED’İM GEL
Rehberim, mürşîdim, Muhammed’im gel.
Resûlü Kibriyâ’m, Can Ahmed’im gel.
Nice, hayâlimde seyrangâhımsın,
Hak nûr-u Nübüvvet; Muhammed’im gel.
Hak habîbi; canım, Muhammed’im gel.
Ol nûr-u Rahmân’ım; Can Ahmed’im gel.
Sen ki dû cihânın Mustafâ’sısın,
Sâki-i âb-ı Kevser, Muhammed’im gel.
Müminler safâsı; Muhammed’im gel.
Ehl-i Beyt atası; Can Ahmed’im gel.
Bütün insanlığın şefaatkânısın,
Hakîkat binâsı, Muhammed’im gel.
Kâfirin korkusu; Muhammed’im gel.
Âşığın tartısı; Can Ahmed’im gel.
Cümle Enbiyâ’nın pâdişâhısın,
Nefsimin törpüsü, Muhammed’im gel.
Kul Kanmışım, candan sana bağlandım.
Ciğerciğim kebap oldu dağlandım.
Bazen Mecnûn oldum, bazen uslandım,
Aşkın yaktı bizi, Muhammed’im gel (s.a.a.)66[66]
İmâm’lar @; Muhammedî Güneş’in, çevresinde dönen gezegenlerdir.
Dostları ilə paylaş: |