Alevi İslam iLMİhali



Yüklə 1,97 Mb.
səhifə8/87
tarix21.08.2018
ölçüsü1,97 Mb.
#73751
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   87

İCMÂ



İcmâ; Ehl-i Beyt mektebinin temel kaynaklarında yer alan rivâyetlerin bir konu üzerindeki ittifâk ve görüş birliğidir. Bu şekilde, üzerinde Ehl-i Beyt’in önderlerinin ittifâk ettikleri bir konu elbette ki genel olarak İslâm’ın diğer mekteplerinin de bir çok görüşleri ile uyum içerisinde olmaktadır.

Gerçek anlamda, İslâmî bir çok meselenin teferruatında değilse bile, asıllarda tüm Müslüman’lar arasında görüş birliği (icmâ) vardır. Ve bu, gün kadar açık ve nettir.31[31]


AKIL



Akıl; Kur’ân’dan, sünnetten ve icmâdan bir delîl olmadığı zaman kendisine baş vurularak, hüküm çıkartmaya yarayan delillerden birisidir. Ancak, aklın bilgi elde etmesi ve bir takım hükümler çıkarabilmesi, bâzı sonuçlara varabilmesi için de nakil ve rivâyetlere ihtiyaç vardır.

Esâsen akıl; İmâm Cafer Sâdık’ın @ buyurduğu gibi; “Kendisiyle, Rahmân olan Allâh’a ibâdet edilen ve cennet kazanılan şeydir.”32[32]



Ehl-i Beyt mektebinde, şeytânın egemenliğine girmiş bir kalbe komşu olan ve kötü niyeti kendine kılavuz edinmiş, fesâda uğramış bir akıl(!) ve sorumsuzca, bâtıl yol ve amaçlarla yapılan bir kıyas(!) geçersizdir ve bunun adı da “şeytâniyet” dir.33[33]

Allâh’ın Resûlü Muhammed @ buyurdular;“Ey Ali! Cehâletten daha şiddetli fakirlik, akıldan da daha dâimî zenginlik yoktur.”34[34]
Bütün ilimlerin kaynağı; Kur’ân,

Sünnet’in de kaynağı; Ehl-i Beyt’tir.

EHL-İ BEYT MEKTEBİNDE İNANÇ VE AMELLERLE İLGİLİ TEMEL PRENSİPLER

DÎNİN ESASLARI (USÛL-Ü DÎN) HAKKINDAKİ İNANÇ



Ehl-i Beyt mektebine göre, dînin beş temel prensibi vardır. Ve bunlara, bu yola mensûp her Müslüman itikâd etmelidir.

1.Tevhîd

2.Nübüvvet

3.Mead

4.Adâlet

5.İmâmet

Biz, Ehl-i Beyt yolu bağlıları olarak inanırız ki; bu beş temel prensipten ilk üçüne inanan ve îmân eden herkes umûmî mânâda Müslüman’dır, kardeşimizdir. Onların, canı, malı, ırzı, nâmûsu, harâmdır, mukaddestir. Huzurlarında veya ğıyâblarında hürmetlerinin korunması vâcibtir. İmâmete inanmadıklarından dolayı -Allâh korusun- onlara hiç bir sûretle kin ve garaz beslenemez, haklarında kötü söz söylenemez. Allâh katındaki dereceleri ve durumları ancak Allâh’ın bileceği bir husus olup, Allâh’a havâle edilir.35[35] Bu beş temel prensibi kısa ve öz olarak açıklayacak olursak;



TEVHÎD:

Lâ ilâhe illallâh” cümlesi ile formüle edilen bu inanç, tüm Müslüman’ların itikatlarının belkemiği ve cennetin anahtarıdır.

Esâsen insanoğlu, fıtrat itibâriyle Allâh’ın varlığına inanmaya meyyâldir. Zîrâ, her neye bakılsa, o şey için;

Bu nedir?

Niçin yapıldı?

O’nu kim yaptı?

gibi sorular insanın aklına gelmektedir. Şu görünen ve adına “tabîât” denilen âlemi de insan düşündüğünde, bu soruları sormadan edemiyor ve yaratanı arıyor.

Genel olarak dört delîl vardır ki, bu delillerin her biri, bir gücün, bir kudretin, bir ustanın, bir yaratıcının varlığını, birliğini haykırmakta, anlayışı bağlanmamışlara , “Lâ ilâhe illallâh” gerçeğini tasdîk ve îlân etmektedirler.



Allâh’ın varlığını ve birliğini lisân-ı hâl ve kâl ile beyân eden delillerden bâzıları şunlardır:

1.Âfâkî deliller.

2.Süflî deliller.

3.Enfüsî deliller. (Bu üçüne; tekvînî-yaratılışsal deliller de denilir.)

4.Tenzîlî deliller.

Âfâkî deliller: Gökyüzüdür. Güneş’i, Ay’ı, yıldızları ve daha göremediğimiz, bilemediğimiz diğer varlıkları ile enginleşen o muhteşem gökyüzünü bir düşünelim. Düşünelim ki insanoğlu en yakın olan gök cisimlerine dâhi henüz varabilmiş, ancak yeterli bilgiye ulaşamamıştır. Buna karşılık neredeyse uçsuz, bucaksız bir gökyüzünde hareketlilik devam ediyor, Güneş ve Ay doğup batıyor, geceler gündüz, gündüzler gece oluyor. Aylar, mevsimler değişiyor ve bütün bu olup bitenler, şaşmadan, şaşırmadan düzen ve intizâm içerisinde milyarlarca yıldır devam edip geliyor. Bütün bunları görüyor, biliyor ve öğreniyoruz. Şimdi; ya bu gökyüzündeki varlıkların her birini görevlerinin şuurunda olan üstün akıllı birer varlıklar olarak kabul edeceğiz(!) veya hepsini bir düzen ve intizâm ile çekip çeviren üstün bir gücün, kudretin var olduğuna inanacak, îmân edeceğiz.

Evet...! Her şey O’nun varlığını haber veriyor; ve “ALLÂH BİR, ALLÂH BİR, ALLÂH BİR” diyor.



Süflî deliller: Yeryüzüdür. Dünyâmızı, yeryüzünü gözlerimizin önüne getirip şöyle bir düşünelim. Dağları, denizleri, gölleri, çölleri, gülleri, ağaçları, kurtları, kuşları, insanları, vahşî ve ehil hayvanları, sebzeleri meyveleri, çiçekleri, böcekleri kısacası yer altında ve yer üstünde hâlâ adlarını bilmediğimiz, renklerini, kokularını duymadığımız, nice nimetlerle süslenmiş olan şu güzelim dünyâmıza bakalım. Nasıl her türlü mahlûkâtın, canlı ve cansız her şeyin insanoğlunun hizmetine verildiğini görelim. Bitkiler, meyve ağaçları meyvelerini yalnızca soylarının sürmesi için mi veriyorlar? Sığırlar, koyunlar ve bir çok hayvanlar sütlerini yalnızca yavruları için mi veriyorlar? Arılar ballarını sırf kendileri için mi yapıyorlar? Tavuklar bunca yumurtayı yalnızca soyumuz tükenmesin diye mi yumurtluyorlar? Bitkiler, bizlere zarar verecek gazı soluyup oksijen üretirlerken, bu işi bilerek mi yapıyorlar? Daha sayamayacağımız binlerce, milyonlarca nimet, ikrâm, ihsân, güzellikler ve hizmetler... Bütün bunlar şüphesiz ki görünmez bir mutlak Hâkim’in varlığını belgelemektedir.

Evet...! Her şey O’nun varlığını haykırıyor; ve “ALLÂH BİR, ALLÂH BİR, ALLÂH BİR” diyor.



Enfüsî deliller: Bedenimizdir. Kendimizi bir yoklayalım. Ne kadar mükemmel yaratılmışız. Gözümüz görüyor, kulağımız işitiyor, elimiz tutuyor, ayaklarımız yürüyor. Akıl, idrâk verilmiş, hepsi yerli yerinde bir çok âzâlar verilmiş. Hele bir eldeki baş parmağın veriliş hikmetini ve yerini düşünelim. Saçlarımız sürekli uzarken, kaş ve kirpiklerimiz neden belli bir uzunlukta sâbit kalıyor? Organların tamamı yerli yerinde, kemâl-i nizâm ve intizâm ile, yerleştirilmişler, ve aralarında iş bölümü yapılmak sûretiyle görevlerini icrâ ediyorlar. Hayat güneşimizin batması ânına kadar görevlerini bir sâniye bile sû-i istimâl etmiyorlar. Uyuyoruz, irâdemiz dışında, kalbimiz, midemiz ve sâir organlarımız çalışmalarını sürdürüyorlar... Öyleyse; basit bir heykel, heykeltıraşı, bir resim, ressâmı, bir kitap, kâtibi hatırlatır da, bu insan denilen muhteşem sanat eseri, sanatkârını hatırlatmaz mı?

Evet...! Her şey O’nun varlığını bildiriyor; ve “ALLÂH BİR, ALLÂH BİR, ALLÂH BİR” diyor.



Tenzîlî deliller: Kitaplar ve peygamberlerdir. Nice aklî ve kevnî delîl ve burhanlardan sonra yine de dünyânın aldatıcılığına, şeytânın vesvese ve saptırıcılığına, nefsinin isyankârlığına kanarak, Allâh’ı hakkıyla var ve bir bilmeyenler için, yüce Allâh kitaplar indirmiş, Resûl ve Nebîler göndermiş ve insanoğluna hüccetini tamamlamıştır. O Resuller ve Nebîlerin her biri, dönemlerinde bir çok mûcize ve beyanlarıyla insanlara O’nu (c.c.) anlatmış, O’na dâvet etmişlerdir. Son kitap Kur’ân-ı Kerim’in hakkıyla okunup anlaşılması ve O yüce Resûl’ün (a.s.) gönüller açıcı kelâmına kulak verilmesi ile anlaşılmaktadır ki;

Her şey O’nun varlığını bildiriyor; ve “ALLÂH BİR, ALLÂH BİR, ALLÂH BİR” diyor.36[36]

Şu kadar var ki; Allâh’ın varlığını kabul etmek, tevhîd akîdesinde olmak mânâsına gelmemektedir. Çünkü, yeryüzündeki dinlerin bağlılarının ekseriyeti Allâh’ı kabul etmekle beraber, O’nun zâtı ve sıfatlarını tevhîd noktasında gereği gibi bilip kabul etmediklerinden yanılgıya düşmekte, İslâm’ın ve tevhîd inancının hâricinde kalmaktadırlar. Allâh ki o kimseler hakkında şöyle buyuruyor: “And olsun ki onlara: “gökleri ve yeri kim yarattı? Güneş’i ve Ay’ı kim istifâdenize boyun eğdirdi?” diye sorsan, “elbette ki Allâh” derler...” [Ankebût (29): 61], “Onlara “kim gökten suyu indirip de, ölmüş olan yeri onunla diriltiyor?” diye sorsan, “elbette ki Allâh” derler...” [Ankebût (29): 63]

Demek ki; Allâh’ın varlığını kabul etmek önemli olmakla birlikte asıl mesele değildir. Şurası iyice bilinmelidir ki; TEVHÎDİN, BİR SIRR-I HAKÎKATI, ALLÂH’A ŞİRK KOŞMAMAKTIR. O’nu ve sıfatlarını güzelce bilmek, kavramak ve îmân etmektir. Peki;

Şirk nedir?

Şirkin çeşitleri var mıdır?

Şirkten nasıl uzak durulur?

Şirk; tevhîdin, birlemenin zıddıdır. Şirk; Allâh’a âit olanı, O’nunla birlikte başkalarına da âit bilmek, ortak koşmaktır. Şirkin bir kaç şekli vardır ki onların her birisi îmâna zarar verir, kişiyi mümin olmaktan ya da hakîki müminlikten uzaklaştırır.



1-Zâtî şirk: Allâh ile birlikte başka bir yaratıcının, yoktan var edicinin, bulunduğuna; maddenin bizâtihi kendi kendine var olduğuna ve ezelî ve ebedî olduğuna inanmaktır. Bu tür bir şirk, genellikle azınlıkta kalan az bir insan gurubunun içine düştüğü bir çeşit şirktir.

2-Yaratıcılıkta şirk: Allâh’ı tek yaratıcı kabul etmekle birlikte, O’nun, acziyetinden ötürü yaratırken yardımcılar tuttuğuna inanmak, ya da şer ve kötü olarak görülen bir takım şeylerin yaratılmasını Allâh’a uygun bulmamaktan, o şeyleri, başka bir varlığın yarattığına inanmaktır.

3-Sıfatlarda şirk: Yalnızca Allâh’a mahsus olan bâzı sıfatları (yaratma, yoktan var etme, mutlak ğaybı bilme, ezelî ve ebedî olma, kendi kendine var olma, hiç bir şeye ihtiyaç duymama, hüküm ve kanun koyma...vb.) Allâh’tan başkalarına vererek, O’na ortak koşmaktır.

4-Tapınmada şirk: Bu da insanın gizli yada açık, bilerek yada bilmeyerek, ibâdetlerinde kalben Allâh’a yönelmeyip, para, mal, mülk, makâm, mevki, şan, şöhret, desinler, riyâ, egoyu tatmin... vs. gibi çıkarlara yönelerek amel işlemekle ortaya çıkan örtülü bir şirktir.

İslâm, şirkin her türlüsünü reddeder ve onunla amansız bir şekilde savaşır.



Şirkten uzak kalmanın en kolay ve en kestirme yolu, şirkin ve tevhîdin ne olduğunu gerektiği gibi öğrenmek, Kur’ân’ı ve Sünnet’i, Ehl-i Beyt’in sîretini okuyup, anlamak, itikâd ve amellerde ihlâs üzere olmak, Allâh-u Teâlâ’dan hidâyet ve yardım niyâz etmektir.37[37]
TEVHÎD’İN BİR SIRR-I HAKÎKATI DA TÂĞÛTU REDDETMEKTİR.38[38]

Yüklə 1,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   87




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin