Alevi İslam iLMİhali



Yüklə 1,97 Mb.
səhifə9/87
tarix21.08.2018
ölçüsü1,97 Mb.
#73751
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   87

Tâğût nedir?



Tâğût; Allâh’a ve O’nun hükümlerine karşı olan, kişi, kurum, yasa ve sistemlerdir. Allâh’ın emrine ilk karşı koyan varlık olarak şeytân tâğûtların elebaşısıdır. Allâh’ın her hangi bir emrini beğenmeyen, onu ağır ve çekilmez bulan, ve bu yolla şeytâna tâbî olan her nefis tâğûttur. Allâh’ın şerîatından her hangi bir hükmü çağdışı bulan ve onu uygulamamakla şeytâna uymuş olan her yönetici, kral, şâh, pâdişah, emîr, halîfe(!), reîs-i cumhûr, başkan, nefis...vs. tâğûttur. Allâh’ın dîninden olan bir hükmü, insanlara hoş görünmek, idârecilere yaranmak, bağlı olduğu gurubu haklı göstermek için gizleyen, tahrîf ederek anlatan her din adamı(!) tâğûttur. İnsanların Kur’ân ve Sünnet hükümlerine göre yönetilmediği, yasamanın bütünüyle seçen ve seçilenlere verildiği her sistem tâğûttur.

Alevî Müslüman, tâğûtu ve tâğût düzenlerini kökten reddeden insandır. Ve, Ehl-i Beyt yoluna bağlılığını bildiren bir Müslüman tâğûtu ve tâğûtî sistemleri reddederek, onlardan teberrî etmelidir. Zîrâ yüce Rabb’imiz Kur’ân’da ..Kim tâğûtu reddederek, Allâh’a îmân ederse, kopmayacak sağlam bir kulpa yapışmış olur...” [Bakara (2): 256] buyurmaktadır.

Tâğûtu ve tâğût sistemlerinin yasa ve hükümlerini reddetmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu beyân eden şu rivâyet oldukça dikkat çekmekte ve insanı ciddî bir şekilde derinden düşünmeye dâvet etmektedir.

Râvi diyor ki; “Hz. İmâm Cafer Sâdık’a @ arkadaşlarımızdan iki kişi arasındaki mîras veya borç ile ilgili bir anlaşmazlığı sultâna veya onun tayîn ettiği bir hâkime götürerek karar vermesini talep etmenin hükmünü sordum. Buyurdular ki; “Haklı yada haksız olduğu bir konuda, kim onlara muhâkeme olmayı isterse, muhakkak ki tâğûta muhâkeme olmayı istemiş olur. Onların verdiği bir hüküm ile, hakkı olan bir şeye dâhi kavuşulmuş olsa yine de haram işlenmiş olur. Çünkü, hakkına tâğûtun hükmü ile kavuşmuştur. Halbûki Allâh, tâğûtun inkâr edilmesini, ona başvurulmamasını emretmiş ve buyurmuştur: “...onlar tâğûta muhakeme olmak istiyorlar. Oysa kendilerine (Allâh tarafından) onu inkâr etmeleri emredilmiştir...” [Nisâ (4): 60]39[39]

O dönemde zâhiren de olsa “İslâm hukûkuna göre insanları yönetiyoruz(!)” iddiâsında bulunan zâlim idârecilere ve onların görevlilerine başvurmak ve itâat etmek, Ehl-i Beyt Îmamlarının (a.s.) hak olan kelâmları ile reddediliyor ve onlar tâğût kapsamında değerlendiriliyorsa; ya İslâm’a, İslâm hukûkuna alenen cephe açmış, onu hor, hakîr, gericilik, yobazlık, çağdışılık, olarak gören sistemler, düzenler, idâreler, yönetimler, hükûmetler, nasıl değerlendirilmeli? Onlardan medet bekleyenlere ve onlara destek verenlere, alkış tutanlara ne demeli? Bunlar nerede? Müslümanlık nerede? Ehl-i Sünnet olmak nerede?, Ehl-i Beyt’e bağlı olmak nerede? Alevî-Caferî-Bektâşî olmak nerede?40[40]



İmâm Cafer Sâdık @ buyurdular; “Kim ki iki kuruşluk bir konuda bile Allâh’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, o kimse Allâh’ı inkâr etmiş olur.”41[41]

NÜBÜVVET:

İlâhî bir vazîfe ve rabbânî bir elçiliktir. Allâh, kullarına doğru yolu göstermek, dünyâda ve âhirette faydalarına olacak, mutluluklarını temin edecek hükümleri bildirmek, onları kötülüklerden, bozguncu gelenek ve göreneklerden arıtmak, hikmet ve marifet sahibi kılmak için içlerinden bâzılarını seçer ve görevlendirir. Bu görev, yalnızca elçilik, emir ve yasakları insanlara ulaştırmakla sınırlı olmayıp, Allâh adına yeryüzünde hilâfet ve imâmet görevini de üslenmek, her yönden beşer için güzel örnekler sergilemeye de şâmildir. Elbette bütün peygamberler günümüzdeki anlaşıldığı mânâda bir önderlik, devlet başkanlığı görevi îfâ etmemişlerdir. Ancak, dönemlerinin şartlarına en uygun bir tarzda, peygamberlik görev alanı içerisinde bulunan bölgelerde, topluma, kavimlerine en ideal örnek önderler, gelecek nesillere de birer numûne olmuşlardır.

Neslimizin ilk insanı ve ilk peygamberi Hz. Âdem @ olup, son peygamberde Hz. Muhammed (s.a.a.)’dir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahîh rivâyetlerde bildirilen bütün peygamberler haktır. Bu peygamberlerden kimisi, kimisinden derece bakımından üstün olmakla birlikte, en üstün olanı da şüphesiz Hâtemü’l Enbiyâ Hz. Muhammed @’dir. Peygamberler, kendi aralarında Nebî ve Resûl olarak iki ayrı makamda bilinmekle beraber, bir de bunlar arasında Ulu’l azm denilen peygamberler mevcuttur ki, bunlar; Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (Allâh’ın selâmı cümlesinin üzerine olsun.)’dir. Bu peygamberlerin her birisine ayrı ayrı birer şerîat verilerek, kitaplar gönderilmiş olması, onların “Ulu’l azm” peygamberlerden kabul edilmesine vesîle olmuştur.42[42]

Yüce Allâh, peygamberlerini risâlet ve teblîğ ile görevlendirdiğinde bir kısım kimseler, onları reddetmiş ve amansız bir mücâdeleye girişmişlerdir. Allâh-u Teâlâ’da, elçisinin hak olup, kendisi tarafından seçilerek atandığının isbâtı için onlara bâzı mucizeler vermiştir. Bu mucizeler, genellikle peygamberlerin dönemlerindeki îmânsız insanları susturacak, iknâ edecek, o günün en gözde olan ilmî-edebî ve aklî gelişmelerinin üstünde tezâhür etmiştir. Kâinâtın efendisi olan Zât’a da (s.a.a.) yüzlerce mucize verilmiş olmakla beraber, kıyâmete kadar kalıcı olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm gibi ebedî bir mucize de verilmiştir. Öyle bir mucize ki; üzerinden zaman geçmekle âdetâ daha da gençleşmekte, Peygamberimizi @ ve teblîğ ettiği hakîkatleri ötelerin ötesinden her asırda tasdîk etmekte “MUHAMMEDÜN RESÛLULLÂH” nûrunu tüm dünyaya yaymaktadır.



Peygamberler mesûliyetlerinin ağırlığının gereği olarak, peygamberliklerini izhârdan önce de sonra da ma’sûm olup, zâhirî ve bâtınî her türlü ayıp, kusur, kir, günah ve çirkinliklerden uzaktırlar. Allâh’ın özel koruması altında tertemiz kılınmakla, insanlığa örnek olmuşlardır. Her birisi, insanların en akıllısı, en güzel ahlaklısı, en olgunu, en sabırlısı, en cesûru, en emîni, en takvâlısı, en cömerdi, en zâhidi ve soyca da en temiz olanıdır. Bu nûr öyle bir nurdur ki, puta tapan, zinâ eden bir soyda karar kılmaz.

Peygamberlerin bâzılarına suhuf, bâzılarına da Tevrat, Zebur, İncil olarak bildiğimiz ilâhî kitaplar verilmiştir. Bunlar, asıl olarak haktırlar, yalnız, günümüzdekiler aslına uygun olmayıp, tahrîf edilmiş haldedirler.



Kur’ân’da adı geçen her hangi bir peygamberi kabûl etmemek, ya da son peygamber Hz. Muhammed @’den sonra peygamber geldiğini veya geleceğini iddia etmek, son peygambere verilen ve ebedî mucize olan Kur’ân-ı Kerîm’in tahrîf edildiğini, aslı gibi olmadığını ileri sürmek kişiyi dinden-İslâm’dan çıkarıp kâfir yapar ki, böylesi bâtıl itikâd ve iddialardan Allâh’a sığınırız. Bu şekilde bir inanca sâhip olan kimselerin de ne İslâm ile ve ne de Alevîlik ile bir bağ ve iilişkileri yoktur.43[43]

Yüklə 1,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   87




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin