Terim olarak Şîa, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali ve Ehl-i
Beyt’ini halifeliğe en layık insanlar olarak gören, Hz. Ali’yi meşru halife
kabul eden, ondan sonraki halifelerin de onun soyundan gelmesi gerektiğine
inanan toplulukların müşterek adı olmuştur (Fığlalı, 1984, s. 15). Böylece
ıstılahî bir anlam kazandığı andan itibaren Şîa, eş-Şîa şeklinde kullanılmak
suretiyle, Hz. Ali ve ona tabi olanları ifade etmek için özel bir isim haline
gelmiştir ve “filan Şîa’dandır” dendiği zaman, o kişinin Şîa mezhebinden
olduğu anlaşılmaya başlamıştır.
Ehl-i Sünnet ve Şîa mensubu âlimlerin Şîa’nın lafız ve terim anlamlarıyla
ilgili açıklamalarını, Şîa’nın ne zaman ortaya çıktığı sorusuna cevap
vermeden ve siyasi ve dini Şiîliği birbirinden ayırt etmeden anlayabilmek
mümkün değildir. Sünnî âlimlerin tariflerinden yola çıkacak olursak, mesela
Eş’arî (ö. 324/934) Şîa’yı, “onlara Ali’ye taraftar oldukları ve onu,
Resûlüllah’ın öteki sahabîlerinin önüne geçirdikleri için Şîa denmiştir”
(Eş’arî, Makâlât, s. 5) ifadesiyle tarif etmektedir. Şehristanî (ö. 548/1153) de,
“Şîa özellikle Ali’ye tabi olanlardır. Onlar, ister açık ister gizli olsun, nass ve
vasiyetle onun imamlık ve halifeliğini ileri sürmüşlerdir. İnançlarına göre
imamlık, onun oğulları dışına çıkamaz” demektedir (Şehristanî, 1961, I, s.
146). Daha açık bir tarif, İbn Hazm (ö. 456/1063) tarafından verilmektedir.
Ona göre, “Ali’nin Resûlüllah’tan sonra insanların en üstünü, imamette en
fazla hak sahibi olduğunu ve ondan sonra da oğulları olduğunu kabul eden
kimse, Müslümanlar’ın bu hususlar dışında ihtilaf ettikleri birtakım mesele-
lerde onlara karşı çıksa bile bir Şiî’dir. Ancak sözünü ettiğimiz hususlarda
onlara karşı çıkarsa, o kimse, Şiî değildir”. Sonuçta Şîa ismi, diğer
gruplardan farklı olarak, özellikle imâmet konusunda kendine özgü
düşünceleri olan bir fırkanın özel ismi olmuştur.
Şiî müelliflerin tariflerine gelince, onlardan Kummî ve Nevbahtî Şîa’yı,
“Nebi’nin zamanında Ali’nin taraftarları diye isimlendirilen ve ondan sonra
da ona bağlılık gösterip onun imâmetini ileri sürenler olarak bilinenlerin
teşkil ettiği Ali’nin fırkasıdır” (Nevbahti, 1936, s. 15-16, Kummî, 1963, s.
15) şeklinde izah etmektedirler. Şeyh Müfîd (ö. 413/1022) de Şîa’nın, Hz.
Peygamber’in vefatından sonra, ilk üç halifenin imâmet ve hilâfetini
reddederek Ali’nin imâmetini kendi istek ve iradeleriyle kabul edenler
olduğunu, imâmetin kesintisiz olarak devam edeceğini, kendilerinin Ali’ye
tabi olduklarını, fakat Ali’nin kimseye tabi olmadığını düşünen Ali taraftar-
larına verilen isim olduğunu ifade eder. Talebesi Şeyh Tûsî (ö. 460/1067) ise
hocasının tarifine nass ve vasiyet kavramlarını ekleyerek, Şiîliğin, “Allah’ın
iradesi ve Peygamber’in vasiyetiyle Ali’nin, Hz. Peygamber’in vefatını
95
takiben bütün Müslümanlar’ın imamı tayin edildiğine inanmak” olduğunu
belirtir (Tûsî, 1963, II, 56). Çağdaş yazarlardan Muhammed Cevâd
Muğniye’ye göre “Şîa, diğer fırkalardan şu görüşleriyle ayrılır: İmam,
Nebi’den gelen bir nasla tayin olmuştur. Nebi’nin, halifesinin tayinini
unutması ve halifelik işini ümmetin seçimine bırakması caiz degildir. İmam,
büyük ve küçük bütün günahlardan korunmuştur. Nebi imâmete başkasını
değil, Ali b. Ebî Tâlib’i tayin etmiştir ve o ashâbın kesinlikle en üstünüdür”
(Muğniye, 1989, s. 12-3).
Sünnî ve Şiî kaynakların bu tariflerine göre Şîa:
a) Hz. Ali’ye taraftar olanların,
b) Hz. Ali’nin bizzat Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü (efdal)
olduğuna inananların,
c) Hz. Ali’nin bizzat Hz. Peygamber tarafından imamlık ve halifeliğe tayin
olunduğunu; dolayısıyla halifeliğin onun ve Ehl-i Beyt’inin hakkı
olduğunu ileri sürenlerin,
d) Hz. Ali’den sonraki imamların da mutlaka onun soyundan (Ehl-i Beyt),
açık veya gizli bir nass ile tayin ve vasiyet olunacağını kabul edenlerin,
e) İmamların büyük ve küçük günahlardan korunmuş (masûm) ve özel
(vehbî) bir bilgiyle donatılmış olduklarını söyleyenlerin teşkil ettiği bir
topluluktur (Fığlalı, 1984, s. 18).
İlk dönemde kullanılan Şîatü Ali ifadesiyle lafzî mi yoksa ıstılahî anlam mı
kastedilmektedir?
Şiî müelliflerin yukarıda ortaya koyduğu tarifler, ilk bakışta Şîa’nın sanki
Hz. Ali ve hatta Hz. Peygamber zamanında vücud bulmuş bir fırka olduğu
izlenimini uyandırmaktadır. Halbuki Şiîlik, tarihi gerçekler ışığında Hz.
Ali’nin zamanında bile bir fırka haline gelmiş değildir. Görünen o ki, Arap
dilinde ve günlük hayatta ıstılah anlamının dışında taraftar manasında
kullanılan Şîa kelimesinin Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde geçmesi,
Şîa’yı böyle bir anlayışa sevk etmiş olmalıdır (Fığlalı, 1984, s. 19-20).
Görüldüğü gibi Şiî müellifler, meşruiyet gerekçesiyle Şîa’nın lafzî ve ıstılahî
anlamını birbiri yerine kullanırken, bazı Sünnî kaynaklar da o dönemdeki
mevcut siyasî topluluk için Râfıziyye veya Sebeiyye isimlerini
kullanmışlardır. Muhaliflerinin zem, dışlama ve ayıplama maksadıyla
kullanmış oldukları bu kavramların dinî içeriklerinin ve bununla ilgili diğer
görüşlerin ne zaman, kimler tarafından ve hangi şartlarda savunulduğu ve
aidiyeti konusunda ise önemli tartışmalar vardır.
Sonuç olarak imam veya halifenin, yani devlet başkanının gerekliliği
konusunda Ehl-i Sünnet’le aynı görüşü paylaşmasına rağmen Şîa, Ehl-i
Sünnet’in aksine, imâmetin ümmetin seçimine ve takdirine bırakılmış,
umumun yürüteceği işlerden olmayıp bilakis İslâm’ın temeli ve dinin rüknü
olduğuna inanmaktadır. Yine onlara göre Peygamber’in bunu gizlemesi ve
yürütülmesini ümmete bırakması düşünülemez. Aksine, Allah’ın Peygamber
vasıtasıyla ümmete bir imam tayin etmesi ve o imamın da masûm (büyük-
küçük günahlardan arınmış) olması gereklidir. Nitekim Şîa nass ve tayin
nazariyesine, yani Hz. Ali’nin Allah tarafından Peygamber vasıtasıyla imam
tayin edilişine inanmakta ve nassları bu istikamette yorumlamaktadır. Ayrıca
imâmet iddialarına mesned teşkil edebilecek bir hadis külliyatı da vücuda
96
getirilmiştir. Şiîliğin tanımını bununla irtibatlı olarak ele alan Şîa, Şiîliğin
tohumlarının bizzat şeriatın sahibi tarafından atıldığını söylemek suretiyle
sözkonusu mezhebin zuhurunu Hz. Peygamber dönemine kadar geri
götürmektedir.
Şîa’nın, mezhebin ortaya çıkışıyla ilgili ileri sürmüş oldukları rivâyet ve deliller
için ayrıca 6. Ünite’ye müracaat ediniz.
Dostları ilə paylaş: |