Ayinedir bu âlem her şey Hakk ile kaim
Mir'âtı Muhammed'den ALLAH görünür dâim
diye cenneti de arkada bırakıp zâtının deryâsına dalmış, temâşâ zevkinden hayran kalmışlardır.
ALLAH’la kul arasına girilmez derler. İmân ediyorum. Öyledir. Öğrenmek için hocalara müracaat ediyoruz, bu nedir?
İnsan etrafını öğrenmek için hocaya muhtaç olduğu gibi kendini ve Rabbini öğrenmek için de bir rehbere, bir bilene ve öğreticiye ihtiyaç âşikârdır. İslâm dinini, Rabbü'l âlemin hazretlerini bilmek için evvelâ kendini bilmek lâzımdır. Kendi vücûdumuzun icâbâtını mekteplerde öğreniyoruz. Fakat manevî vücûdumuzu, idrâk kabiliyetimizi öğrenmek için akıl bile âciz kalmıştır. Onun da usulleri vardır. Hattâ beş on senede bile öğrenilemez. Bu bilmek yolundan ziyâde olmak yoludur. Benim de günlerce zahmet çekerek yazdığım bu yazılar Nasrettin Hocanın hesabına uygundur. Hoca memleketteki gölün suyuna yoğurt karıştırıyormuş. Ne yaptığını sormuşlar, «Gölün suyuna yoğurt mayası çalıyorum» demiş. Alay etmişler, «Göl yoğurt tutar mı?» diye.
Hoca cevap vermiş «Ben de biliyorum ki, bu maya ile koca göl yoğurt olmaz. Fakat ya tutarsa!» demiş. Seyyidünnas hâdimihüm.
Ben de onun gibi, bu sözlerim belki bir kaç kişiden mâadâsının dikkatı nazarını bile çekmiyecek. Ya bir de ağızdan ağıza, kulaktan kulağa, gönülden gönüle bir kıt'aya yayılırsa, o zaman secdeden kalkmayan başım huzûr içinde dinlenmiş olacak. Akan yaşlarım tuzlarını bırakıp, âbı hayat olacak.
Gece uykusuz geçen saatlerime, gündüzün ufak bir odacığa kapanıp harcadığım ömrüme yanmıyacağım, acımıyacağım. Helâl olsun emeklerim, senin yoluna dönenlere. Ey sevgili Rabbim, bizden sana namazlar, niyâzlar, oruçlar, zekâtlar. Senden de hidâyet, sıhhat, âfiyet, af ve mağfiret dileriz. Bize bu yolu gösteren habibine ve onun habiblerine selât ve selâmlar olsun, ondan da şefaat bekleriz.
Ey doğru yol üzerinde yürüyen kardeşlerim! Bütün mahlûklarını her nefes lütûf ve keremiyle tatmin eden Rabbimizin bir an bizlerden gafil olduğunu düşünen, tasavvur eden var mı? Eğer «var» derseniz, yazık bana ki sizlere O’nu iyi târif edememişim. «Yok» diyeceğinizi bildiğim için de bir sual soracağım. «Lütûf ve kereminin ve o nisbette âzâbının sonu olmayan Rabbimizin, niçin yap dediğini yapmazsınız ve niçin yapma dediğini yaparsınız?»
Ben öldükten sonra bile siz hayatta olsanız da, olmasanız da bu sualimle kulaklarınızı çınlatacağım. Tâ ki sevgililere uyunuz ve çok sevildiğinizi biliniz. Hatırdan çıkarmayınız. Her an bizimle beraber olduğunu söyleyen Rabbimiz, her hareketimizi takip edebilecek bir yakınlıkta imiş. Belki de O, mektup gibi, biz O'nun zarfı gibiyiz. Belki biz O'nun yazdığı mektup, O da bizi muhafaza eden zarf gibi. Belki de hep O. Bize kulum dediği anda O'na muhâtâp olan bir nefis tebellür etmiş, «emret ALLAH'ım» demiş. Ve vücûdun idâme ve tasarrufu için aklı vekil bırakmış, «nefisle kardeş kardeş geçinin» demiş. Bir müddet sonra da «ben sizin Rabbiniz değil miyim?» demiş. Biz de «evet» diye cevâp vermişiz. Bu konuşmalar hilkatten evvel olduğu gibi namaz kılanların ve iyilik yapanların kulaklarında her zaman aksi sedâ yapabilen bir ihtardır.
Tek bir rahmet kapısını gözeten sevgili kardeşlerim!
Bazı maddî kimseler vardır ki, gördüklerine imân ederler. Evet, maddeye bakan göz olduğu gibi mânâya, ruha, gönül âlemine bakan göz de vardır. Ama onların iç âlem gözleri kapalıdır. Kendilerinin sipsivri dünyâya gelmedikleri gibi, büyüme ve idrâk kabiliyetleri de vardır. Akıl ve fikirleri vardır. Bunları da göremedikleri halde tasdik ederken, mâna âleminin bazı hallerini inkâr, kendilerini inkâr değil midir? Hakikatte gizli bir şey yok. Çalış, gözündeki benlik ve gaflet hastalığını gider, tedavi ettir. Perdeleri yırt, gönlün de sıhhate kavuşsun, bak nasıl her şeyi görürsün. Kendi hakikatini ve yaradanını nasıl görürsün. Bak senin vücûdun, Hakkın varlığına ve vücûduna bir delildir. Bunu idrâk etmen için muhtaç olduğun dersleri, talim ve terbiyeyi gösterecek olan zât da peygamberdir. Bunda anlaşılmayacak ne var?
Beşer idrâki bu çarhın nasıl yapıldığını, nasıl dönmeğe başladığını, nasıl duracağını bilemez, düşünemez. Esasen onlar da bize lâzım değil. Yediğin ekmeğin fırıncısını, değirmencisini, eken biçen köylüsünü arayıp bulmağa kalkarsan muvaffak olamazsın. Yolun değirmene kadar gider. Ondan evvelsi muhtelif şahısların buğdaylarını tefrik edemezsin, hem bundan da hiç bir kazancın olmayacaktır. Ancak aramak eziyeti seni yoracaktır. Topraktan itibâren insana gelinceye kadar muhtelif mertebeler olduğu gibi bir insanın da doğduktan sonra ihtiyarlayıncaya kadar da muhtelif vücûd tebeddülleri vardır. Ya ruhun? O da Âdemiyetten itibaren makamı MUHAMMEDiye'ye kadar 28 peygamber mertebesi vardır ki, hiçbir menzilde eğlenmeyip bu mertebeye yükseldin mi, mî’râcını yapmış, ârif ve kâmil bir âdemi mânâ olmuş olursun.
Âşıklık mertebesinde ise mâşûkunun hayâliyle dolmuş olan bir gönül sâhibi, her baktığı yerde mâşûkunu görür. Her bir budakta, hattâ noktada mâşûkunun gözlerini görebilir. Duvarların üzerindeki deliklerden bir yılanın, bir
kertenkelenin çıkması beklenebilir. Virân yerlerde de kazılınca bir define tahayyül edilebilir. Bir pîri fâninin de gözlerinden fışkıran nûrlardan gönül evinin, pek büyük sırların mihrak noktası olduğu anlaşılabilir. Âdeta o gözlerden bakan ve konuşan birisi var. «Benim mekânım bu adamın gönlüdür. Geliniz, beraber bu gözlerden içeri girelim» diyor.
Âşık (50 sene evvel camilerde olduğu gibi) yanmakta olan bir kandile benzer. Bütün âlem, tabiatıyla ve insanlarıyla onun hayatını, yanmasını temin eden zeytinyağına benzer. Zeytinyağı bitinceye kadar fitil yanar. Anın için ölenlere «Kandilin yağı tükenmiş» derler.
Bazan da güneş gibi en nûrlu bir varlık peyda oldu mu kandilin ışığı gözükmez olur, «püf» der söndürürler. Fakat güneşin ve benzerlerinin olmadığı yerlerde en ucuza mâl olan nûr kandillerdir. Müşâhede mertebesine ermek için şöyle bir fikir yolu takip ederek deryâda zevkle yüzebilirsiniz. Herhangi bir dâneye dikkatli bakarsanız onun gayri gibi görülenleri ve muhtelif şekil hallerini O'nun zâtında temâşâ etmek mümkündür.
Erik, şeftali… çekirdeklerinden birini karşımıza koyalım. Kalın bir gövde, daha ince dallar, sayısız yapraklar, çiçekler, meyvalar o tek dânenin neresinde gizlenmiştir? Mevsiminde ekilirse zamanı gelince gizli olanlar âşikâr oluyor. Rabbü'l erbâb olan Hazreti ALLAH'ın işine, hikmetine, kudretine ve nihayet hiçbir sıfatına nihâyet yoktur. Nereye bakarsa baksın, tetkike nereden başlarsa başlasın, akıl bu işlerde âciz kalır.
Şu hâlde âciz olan bir varlık, kudret ve kuvvet sâhibinin huzûrunda secdeye kapanıp şükretmesini bilmelidir. İnsan da böyledir. Yediğimiz gıdaların özünden Kur'ân-ı Kerim'de buyrulduğu gibi aleka, alekadan mudga ve sonra kemikler iplik iplik bir halde iken büyümeğe başlıyor. Dokuz ay sonra da bildiğimiz çocuklar doğuyor. Odunu, yaprakları, çiçekleri, meyveleri çekirdekten gayri görmemek lâzım.
Her çeşit renkte, vücûdda, şekilde ve ahlâkta olanlar da topraktan yetişen gıdaları yiyerek vücûduna maleden ve en yüksek mertebesi insan olan ruhî tekâmüllerle, nefis mücadelesiyle Cenâb-ı ALLAH'da fâni olmasını öğrenen ve daha sonra âlemi nûrdan kopan bir güneş, âlemi akıldan doğan bir nûr, deryâyı zâttan renk ve sûret bağlayan Hakkın tâ kendisi olduğunu anlar. Cenâb-ı Hakk noksan sıfatlardan münezzehtir. Halk arasına karışınca noksan sıfatlarla beşeri hallerle esfeli sâfiline reddedilmiş olur. Fakat onun mânâsı yine Hakktır.
Bütün mesele de görülenin aczini, doğup, yaşayıp öleceğini bilmek, görünmeyenin de sonsuz bir kudrete ve saltanata sâhip olduğunu anlamak, idrâk etmek lâzımdır.
Kur'ân-ı Kerim'de en baştaki Elif Lâm Mîm Sûresi'nde insanların gayba imân etmeleri tavsiye ediliyor.
Muhterem kardeşlerim! İşte gayb dediğimiz de gözlerin gördükleri varlıkları, yaradan kuvvet ki o da Hazreti ALLAH'ındır. Bu ilmi bizlere hediye eden de âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti MUHAMMED aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz hazretleridir. Sûrette ve mânâda, evvelde ve âhırda, içte ve dışta, her şey O'nundur. Gözünün görmediğini inkâr edenlerden olma sen. Bu sırları lâyıkiyle idrâk, Efendimizin zamanına kadar kimseye nâsib olmadığı gibi ondan sonrakiler de bu ilâhî idrâke ancak O'nun yolundan yürüyerek varabilmişlerdir. Kendileri âlemlerin Efendisidir. Kâinât O'nunla iftihar eder. Cenâb-ı ALLAH Kadiri Mutlak'tır. Efendimize habibim dediği gibi O'nun dostları da «Habibim» hitâbı celiline nâil olabilirler.
Efendimiz âlemlere rahmettir. İlim nûrudur. Bu idrâke erişmek ululuğuna erdirilenler de, kendini ve âlemin hakikatini anlayınca herkese rahmet ve şefkatten geri kalamazlar. Olanca kuvvetini bu yola sarf ederek veyahut niyâz kapısında boyun bükerek sabahın seherinde bir müddet için göz pınarlarını kaynatmak lâzımdır ki bu en yüksek mertebeye ulaşılabilsin.
(Elhamd) Sûresinde de bahsedilen sıratı müstakim, insan sûretinden yine gönüldeki Hakkın nûruna giden yoldur. Sağa sola sapanlara yol uzar. Ömür de müsaade etmezse hayvan gelir, havyan gider.
Ah kardeşler!
Sizlere nasıl anlatayım ki bu âlem, aşk âlemidir. Meydanda bir âşık, bir de mâşûk vardır. İki varlık bir arada olamadığına göre (pervânenin ateşte kaybolduğu gibi) âşık da mâşûkunda kaybolmasını, fenâ bulmasını bilmelidir ki O'nu bulmuş olsun. Bir an için de olsa mâşûk cübbesini giymiş sayılır.
Mahvü fenâ makamında bir âşık da «Cübbemin altında ALLAH var» diye bir söz söylemiştir. Celle şânühü cübbenin dışında O yok mu? diye bir sual hatıra gelebilir. Geliniz o suali biz sormayalım. Yalnız söz söylemek bir hünerdir ki her tarafı düşünmek lâzımdır. Dikenli yollarda korunarak yürümeğe benzer. Tek taraflı sözler tenkide çok müsâittir.
O zât, Hüve'l Bâtın açısından konuşmuştur. Bakınız âlemlerin rahmeti, Hakkın sevgilisi bu hususta nasıl konuşmuştur. Hiç tenkid edilecek tarafı var mıdır? Bakın, «Hüve'levvel, Hüve'lâhir, Hüve'zzâhir, Hüve'lbâtın».
İşte bakın en doğru söz! Bunun üzerine söz yok. Cenâb-ı ALLAH'ın, altı cihetin hem içinde hem dışında olan sonsuzluğunu anlatıverdi. Kendisi için de «Fakirlikle iftihar ederim, insanların efendisi, onlara hizmet edendir» buyuruyor.
Ona selât ve selâm olsun. Rahmet ve şefâat de O'nun âline, eshâbına, etbâına olsun. Mısrî Hazretleri'nin (Zât-ı ilme Mustafa esmâya âdemdir emin/İkisinden zâhir olmuştur ulûmı enbiyâ) sözü ne derin mânâlı bir sözdür.
Dostları ilə paylaş: |