Bir Başka Hâtıra
Bir hava yolculuğunda, hareket etmek üzere olan uçağın bütün yolcularını yere indirdiler ve uçuş birkaç dakika gecikti. Bunun nedenini sorduklarında, uçakta bir hamam böceği görülmüş dediler. "Bir hamam böceği için mi uçuşu bu kadar geciktirdiniz?" diye sorduklarında, "evet" dediler; "bu bayağı böcek bir kabloyu kemirip uçağın sisteminin bozulmasına ve böylece uçağın düşmesine neden olabilir."
İnsanı Allah Teâlâ’ya doğru uçurması gereken nice iyi ameller vardır ki ruhî bir hastalık, bırakın insanı uçurması, onun düşmesine bile neden olur.
Niyet İşe Değer Kazandırır
Birinin, bir insanı haksız yere öldürdüğünü ve daha sonra öldürülen kişinin asılması gereken bir cani olduğunun anlaşıldığını düşünün. Burada faydalı bir iş yapmış olmasına rağmen insanlar bu işinden dolayı onu övmezler; çünkü onun amacı yeryüzünde fesat çıkaran bir kişiyi değil, suçsuz bir insanı öldürmekti.
O hâlde bir işin faydalı oluşu, onun salih bir amel olması için yeterli değildir; bir işin salih sayılabilmesi için tertemiz bir amaçla yapılması gerekir.
Kur’an-ı Kerim ister humusta olsun, ister zekâtta, ister yapılan malî infaklarda, ister savaşta ve düşmanla yapılan cihadda olsun, her yerde kurbet kastının üzerinde durmaktadır. Kur’an-ı Kerim'in "Allah yolunda", "Allah için" ve "Allah'ın rızasını kazanmak için" kelimelerinin üzerinde durması kurbet kastının önemini göstermektedir.
Okul, hastane ve yol yapımı gibi halk için yararlı işler yapanların niyetleri ilâhî olmazsa kendilerine zulmetmiş olurlar; çünkü her ne kadar diğerleri ondan yarar sağlasalar da kendilerine ondan hiçbir yarar ulaşmaz.
Kur’an-ı Kerim, sürekli salih ameli imanla birlikte zikredilir: "İnananlar ve iyi ameller yapanlar" veya "Kadın veya erkeklerden inanarak iyi amel yapanlar." Bu, sadece amelin iyi olmasının yeterli olmadığını, onu yapan failin de iyi olması gerektiğini vurgulamak içindir.
İki Hâtıra
1- Resulullah'ın (s.a.a) müezzini Bilal Habeşi, "Eşhedu en la ilâhe illellah" derken dili peltek olduğu için "ş" yerine "s" diyordu. İnsanlar bunu eleştirince Resulullah (s.a.a), "Bilal'ın "s" si Allah katında "ş" dir" buyurdu.[1]
Her ne kadar da görünüşte Bilal'in işi eksiktiyse de, ancak kurbet kastı olduğu ve iyi niyetle yaptığı için sevabı vardır.
2- Resulullah'ın (s.a.a) ashabından olan ve gözleri görmeyen Abdullah b. Mektum, bir gün Resulullah (s.a.a) bazı kişilerle konuşurken mescide girdi. Abdullah mescittekileri göremediği için yüksek sesle konuşmaya başlayınca oradakilerden biri ona karşı yüzünü ekşiterek rahatsız oldu.
Kör biri etrafını göremediği için yüzünü ekşitmeyle ona gülümsemek hiçbir şeyi değiştirmediği hâlde, Kur'an-ı Kerim onun hakkında bir sure nazil kılmış ve arka arkaya on ayette yüzünü ekşiten adamı kınamıştır.
"Surat astı ve döndü; kör geldi diye. Ne bilirsin belki o arınacak..." [2]
Demek ki amelin ölçüsü, yararlı veya zararlı olması değildir. Dolayısıyla ameli başka şeylerle mukayese edip, "başkalarına yararı olursa salihtir, zararı olursa salih değildir", dememiz doğru olmaz; aksine, ameli, onu gerçekleştirenle birlikte değerlendirip hangi amaçla yapıldığına, amelin diğerlerine bir yararı ve zararı olmazsa bile, haddi zatında nasıl olduğuna dikkat etmemiz gerekir.
Evet, peygamberler mektebinde ahlâkın arazî değil, zatî bir değeri vardır; tıpkı insanın müşteri çekmek, üretimini artırmak ve halkı etrafına toplamak için sergilediği güzel ahlâk gibi.
Abese Suresi'nde, "neden kör birine yüzünü ekşittin" diye kınama vardır; o görmese bile bunun yapılmaması gerektiği vurgulanıyor; çünkü insanın bir mümine yüzünü ekşitmesi kendiliğinden çirkin bir ameldir.
Her halükârda, kurbet kastı, bütün amellerin ilâhî ölçüyle yapılması, onun siyasî ve içtimaî yankılarına, diğerleri tarafından hoş görülüp görülmemesine önem verilmemesi demektir.
Kurbet kastı, "işi Allah için yap ve diğerlerinin kınamasından endişe etme" anlamındadır. Kur’an-ı Kerim gerçek müminler hakkında buyuruyor ki:
"Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." [3]
Kurbet kastı, hakkı hiç kimseden çekinmeden söylemektir. Kur’an-ı Kerim, ilâhî davetçileri şöyle tavsif etmektedir:
"Allah'ın buyruklarını tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar." [4]
[1]- Müstedrek'ul-Vesail, 3796. hadis
[2]- Abese, 1-10
[3]- Mâide, 54
[4]- Ahzâb, 39
Hâtıra
Bir gün İmam Rıza'nın (a.s) hareminde ziyaret ve duayla meşguldüm, manevî bir hâl içindeydim. Yanı başımdaki birisi perşembe akşamları televizyonda yayınlanan programlardan beni tanımış olacak ki birkaç kez katladığı parayı bana vererek, "Kıraati bey! Bu parayı bir fakire ver." dedi. Ona, "Ben de aynen senin gibi ziyaret için geldim ve Meşhed'de fakir tanımıyorum; kendiniz fakire verin." dedim.
Bir süre sonra yine aynı şeyi söyledi ve ben de aynı cevabı verip duayla meşgul oldum.
Üçüncü defa sözünü tekrarlayınca rahatsız olarak "Bugün siz iki bin riyal parayla üç defa dikkatimi dağıttınız; lütfen rahatsız etmeyin ve paranızı kendiniz fakire verin" dedim. Bunun üzerine adam, "Kıraati bey! İki bin değil, on bin riyaldir." dedi.
Oysa ben o ana kadar adamın fakire iki bin riyal vermek istediğini sanıyordum. Biraz bekledim ve sakinleşince, "Burada, yetim çocuklar için yardım toplayan bir kurum var." dedim. O, "Siz bilirsiniz; parayı istediğiniz yerde harcayın." dedi ve parayı verip ayrıldı.
Ben dua kitabını bırakarak biraz düşündüm ve içimden, "Allah için olduktan sonra iki binle on bin riyalin ne farkı var?" dedim ve bunun, bende kurbet kastının olmadığının ortaya çıkması için bir imtihan olduğunu anladım.
İhlâsın nişanelerinden biri insanın miktar, kişiler, bölgeler, işin çeşidi ve şartları arasında fark gözetmemesi ve insanların anlayıp anlamamasına, destekleyip desteklememesine, geliri olup olmamasına ehemmiyet vermeden sadece Allah'ın rızasını göz önünde bulundurmasıdır.
Elbette insanları sevmek ve işi insanlar için yapmak egoistlik ve bencillikten daha iyidir; fakat amaç ilâhî olmazsa, bunun da hiçbir değeri olmaz.
Şehid Mutahharî'nin dediği gibi, kurbet kastı zatî bir şarttır, itibarî değil, tekvinî bir şarttır, yüzeysel ve teşrifatî değil.[1]
"Mekke'ye ulaşmanın şartı, Mekke yolunu kat etmektir." dersek, bu tabiî ve zatî bir şarttır, itibarî değildir. Dolayısıyla, Allah'ın kurb makamına ulaşmanın şartı da yakın olmayı kast etmektir ve bu da zatî bir şarttır.
[1]- Velaha ve Velâyetha, 290-293
Dostları ilə paylaş: |