İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


Vasıf Hiç Don - f anilâcılar



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə32/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   75

Vasıf Hiç

Don - f anilâcılar — Hepsi on altı, yirmi beş yaşlarındadır; kıyafetleri de bir örnek sayılır, başları açık, her beş dakikada bir defa taranmalarına rağmen saçları daima dar-ma dağınıktır; sırtlarında ya birer f renk gömleği vardır. Pantalonları, bilhassa son günlerde, naylon bir kemerle bağlıdır; kollarında birer saatleri eksik değildir; işportaları umumiyetle bir sepetten ibarettir; bu sepet bâzan bir hasırları kopmuş iskemlenin, bâzan da açılır kapanır küçük bir masanın üzerine konur.

Don fanilâcıların sıralandıkları yerler Mahmutpasadan, Eminönüne kadar olan saha, bilhassa Sultanhamamı ile Mısırçarşısı civarıdır. Bu işi meslek edinen gençlerin ekserisi Musevidir, aralarında Rumlar, Ermeniler, pek az da Türkler vardır.

İşportalarını yanyana yerleştrirler, hemen daima aralarında şakalaşırlar, arada sırada bağırmağı da ihmal etmezler: .

«Sakat yok, çürük yok, fanilalar, atletler!..» Bu satırların yazıldığı sırada (Ağustas 947) bu değişmeyen nakarata yeni bir cümle de ilâve edilmiştir: «Sakat yok, çürük yok, Amerika malı bunlar!»



Muzaffer Esen

Duieular — İlkbaharın hululünde birer dut bahçesi bulup ağaçların adedine göre kiralarlar, tablalar, tenteler hazır edip mahsul

kemale ermeğe başlayınca orada yatarlar, ağaçları devşirmek itibariyle ikiye ayırırlar, bir gün dokunulan ağaca bir gün ara verirler, dalları da bu yolda taksim ederler.

Ihlamurda dutluk, Balmumcu çiftliği; Mecidiye köyü, Mevlevihanekapu, Silivrikapu, Topkapu semtleri ballı dutlar yetiştirir. Hele o Tatar delikanlıların tabla istiflemeleri, görenleri bihakkın imrendirmeğe, hattâ aldırmağa şevke kâfidir. Bizim Üsküdar ve Kadı-köyünde de nefîs, tatlı ballı dutlar varsa da — Bilmem şimdi var mıdır. Vaiidebağmda öyle ballı dutlar vardı ki hakikaten parmakları birbirine yapıştırırdı— tablalara gayri muntazam döküldüğünden karşıkiler kadar al*be-nileri yoktur. İncirciler için de keyfiyet aynidir.

Vasıf Hiç

Ekmekçiler —< İlânı Meşrutiyete, Seferberliğe kadar fırınların kısmı âzami Rum ve Ermeniler elinde olup simitçi fırınlarında Türkler, yirmi beş paraya satılan esmer, tazeliğinde leziz ve fakat bayatlığında biraz ekşilik peyda eden bir ekmek çıkarırlardı. Fukara halkın; has ekmeklerden on para noksanına satıldığı için simitçi ekmeğine rağbetleri fazlaca idi, her fırının kendine mahsus tablakâr-ları olup her birisine birer semt tayin ederler, oralardaki evlerin ekserisine çetele mukabilinde ekmek bırakırlardı. Ekmekçi belin den bıçağını çıkarıp çenter, ev sahibi o çete-leyi bir tarafta muhafaza eder, her gün böylelikle ay başına kadar o yarım bilek kalınlı-lığmdaki tahta incelir; para verileceği vakit çentikler sayılır, görülen hesapta bıçak yine çıkar, ya tamamen verilip çetele atılarak bir yenisi meydan alır, veyahut yeni çeteleye eskilerden kalmalar da çentilip ekmekçiyi biraz infiale sevkeder. Tekmil silinirse ekmeğin hasça ve pişkinlerini bırakır, artaya bırakılırsa — takıntı hiçbir kimsenin hoşuna gitmediğinden — tablakârm suratı bir karış askıda: «Ekmekçini!» diye kapu sert sert çalınır, bir iki ay hesabı birbirine karışırsa, çeteleler elden ele, kafadan kafaya vurulduğu da görülürdü.

Her fırın akşam üzerleri bayat pazarlarına bir iki üç günlük hattâ haftalığa kadar bayat ekmeklerini gönderir, narhtan beş, on para noksanına sattırırdı ki bittabi onun da alıcıları bulunurdu. Bâzı kimseler de tayin

pusulası alıp hem ucuzluğundan müstefid ve hem de taamından mütelezziz ve mütena'im olurlardı.

'Evkaf idarelerinden tahsis olunmuş fodla — pidenin esmeri— pusulası alanlar da vardı. Fodlaları da imaretlerde ekmekçi Ar-navudlar tabh edip mahrutî denilebilecek bir şekilde imâl olunmuş küfelerle sırtlarına alırlar, ellerine de beş on tane çıkarıp: «Fod.la.. cı!» diye muayyen evlere bırakır geçer, yolda arzu edenlere de satarlardı.

Ayni Arnavudlar perşembe ve pazar günleri imaretlerde pişen pilâv ve zerdeyi köşe başlarında kâsesi yirmi paraya, her sabah da yine bir çanağı on paraya çorba satarlardı.



Vasıf Hiç

Elma şekerciler — Çocukları en ziyade baktıran, anne isterim diye ağlatan elma şeker, kırmızı garibaldi, galibardan tatlıya batırılmış üzeri ince bir zar gibi tatlılanmış, bir topuzlu sırığın ucuna batırılan şişelere sıralandırılmış ham elmalardır. Çocukluk bu, şaka değil, çocukluk daima kırmızıya meyyaldir, çocuk sokağa çıkar, çarşıya gider ne baklavaya ne de böreğe bakar, kırmızı kırmızı kirazlara gözünü diker, şekerci dükkânına gir-dirildiğinde bile şekerin kırmızısını ister.

Elma sekeri satanların çoğu da bir zamanlar kayıtları sıfır olanlardır. Fakat ne çare çocuğun istemesi ebeveyninin bağrını hûn eder de bir tane alıp yavrusunun eline tutuşturmağa mecbur olur.

Vasıf Hiç

Eu'amı şerifçiler, Yasini şerifçiler, ab-dest-namaz sürecileri — Hemen daima Ak-sekiîi, Konyalıdır; az miktarda şehriler de vardır; bâzan da mecbubca delikanlılara ebeve-yinleri tarafından bulunmuş rahmet vesilesi bir is olmuştur; bilhassa büyük camilerin iç harem kapularında ve Ramazan günlerinde bulunurlar. Bu satırların yazıldığı sıralarda, maalesef bâzı kıbtilerin de en'am ve yasini şerif ve abdest - namaz sûreleri sattıkları görülmeğe başlamıştır; «En'amı şerifler, yasini şerifler., hediyesi ...... kuruşa!» diye durmadan bağıran yarı meczup bir genç son yıllarda Beyazıd camiinin ayrılmaz bir siması olmuştur.

Eskialıcılar — Meşrutiyetten evvelki devrin eskicisi mutlaka Yahudidir; sırtında yüz-



AYAK ESNAFI

1400 —


İSTANBÜİ

ANSİKLOPEDİSİ



1401 —

AYAK ESNAFI




lerce kilo ağırlığında eşya alacak kadar büyük, uzun bir torba, başında üzerine ince bir yemeni sarılmış kalıpsız bir fes, sırtında yaz kış mintan üzerine giyilmiş eski bir palto, bacaklarında geniş ince bezden bir şalvar...

Bu Yahudinin sokaktan geçerken haykırışı hiç değişmez, sona doğru gittikçe uzayan •bir nağme ve gittikçe incelenen bir sesle: «Eskiler alayım!..».

Eski İstanbulda eskicinin faaliyet zamanı bilhassa kışın sonu veya başlangıcıdır, İstanbul evlerinde ilkbaharın başlangıcında ve sonbaharın sonunda geniş ölçüde mevsim temizliği yapılır, kenarda köşede kalmış eşya arasına da kullanılmıyacağma ve bir işe yaramı-yacağma karar verilmiş olanlar eskiciye verilmek üzere bir tarafa ayrılırdı; işte bilhassa bu mevsimlerde Yahudi eskiciler daha sık dolaşır, bir kapudan ayrılınca hemen öteki kapudan çağırılırlardı.

Eski İstanbulda eskiciye, yaramaz çocuklar için bir umacı rolü de oynatılmıştı;' çocuklar «Seni eskiler alayımcıya (onun büyük anneleri arasında adı böyledir) veririm ha, o da seni iğneli fıçıya kor» nakaratiyle korkutulur du. '

Zamanla eskici çok değişti, Yahudiler arasına başka milletten olanlar, bilhassa kıb-tiler karıştı. Meşhur «EsMler alayım!» haykırışına yeni kelimeler ilâve edildi: «Eskiler alıyorum, eski ceketler, pantalonlar, eski ayakkabılar alıyorum!..» şeklini aldı.

Eski yalnız para ile alınmamağa, bir mübadele vasıtası olarak kullanılmağa da başladı. Bilhassa şapkanın kabulünden sonra «Bir fese bir bardak!» haykırışiyle İstanbul sokakları çın çın öttü.

Bugün de eskiler leğenlerle, sürahilerle, bardaklarla, bakır mangallarla mübadele edilmektedir. Çingeneler de yaptıkları iptidaî hasır koltuk ve masaları, oyuncak çocuk arabalarını, dikiş sepetlerini sokak sokak dolaştırarak eski eşya ile değiştirirler.

Muzaffer Esen

(B.: Alıyorum).

Fodulacılar, Fodlacılar — Meşrutiyetten sonra görünmez olmuş satıcılardan; kuskus-cuların yakınında, hemen hemen omuz başlarında, yine sehpalar ve üstlerinde tablalar. Bunlardaki ses hiç sıtma görmemiş:

— Fodlaa, fadlaa! avazleriyle ortalığı

uğuldatırlar.. Bunlar da Anadolunun, ötekiler gibi Kastamonu vilâyetlilerdi.

Fodla, peynirli pideye andırır ve peynirsiz, yağsız, pide gibi ince ve yufka; ekmeğin kaba, esmer, mahlut undan pişirilmişi idi. Sabahın ayazını yemiş, köseleye dönmüş. Yukarıda dediğim güruh ufarağına 5 para, bü-yükcesine 10 para verip alır, ortasına bir kepçe kuskus pilâvı koydurur, katlar, hart hart ısırıp gövdeye atardı.



Sermed Muhtar Alus

Gözlemeciler — Bu satırların yazıldığı sırada tarihe karışmak üzere bulunan esnaftandır. Umumiyetle Safranbolulu idiler. İkinci Mahmud devri ulemasından zarafetiyle maruf Kethüdazade Mehmed Arif Efendi şöyle bir fıkra nakleder: Yeniçeri devrinde Yenika-punun gayet cemiyetli zamanıydı, bir gözle-meci vardı, tazelerin yüzüne bakıp:

— Taze gözlema!..

Diye bağırırdı» der. Ne kadar yazıktır ki bu adamın adını kaydetmemiştir; İstanbul kütüğüne geçmeğe değer zarafete sahib imiş (B.: Börekçiler).

Hah - Seccadeciler — Hemen hepsi Anadolulu, fakat hin oğlu hin adamlardır; bir halı, seccade veya kilim omuzlarlar, otel kıraet-hanelerini ve Sirkeci, Balıkpazarı meyhanelerini dolaşırlar, bilhassa akşamın alaca karanlığı ile geceyi tercih ederler. «Haydi Gör-düs!.. Bir tane kaldı, Uşşağın!..» diye bağırırlar. Müşteri çı-kanın alâkasına keyfinin derecesine, kılığına kıyafetine, içki masasının muhteviyatına göre 300 lira, 200 lira bir şey isterler, pazarlık kapusu açılınca: «Sen de bir şey ver bakalım beyim!..» diye israr ile dururlar. İstediğinin yarısı verilirse, bu müthiş adamlara bulunmaz kelepirdir, «AL. güle güle kullan!» deyiverirler... İstanbul Ansiklopedisi adına bir etüd için yapılan çeşitli pazarlıklarda, ilk ağızda 300 lira istenilen bir seccade 25 liraya, 200 lira istenilen bir kilim 12,5 liraya düşmüştür!

Hallaçlar — İstisnasız hemen hepsi Karadeniz yalısı uşaklarıdır, Büyükşehri semt semt dolaşanları da çalâk yapılı, sırım gibi adamlardır; hırpanî kıyafet alâmeti farikası gibidir, evlerde atacakları pamuğu götürü pazarlık ederler. Hallaç için evde bir oda boşaltılır, bir süpürge, bir desti su verilir, ev sahi-

bi, gani ve sahi insan ise bir yemek ile ekmek de verir. Bir odasında hallaç çalışan evden sokağa akseden sesler, İstanbulun kendine hâs âhenklerindendir denilebilir. Eskiden, düğünü yaklaşmış kız evlerinde hallaç tokmağının pamuk diden kirişde çıkardığı ses, ki «dan., tiz., dan., dan...» lı bir notası vardır, günlerce devam eder. müstakbel gelin kıza, ev halkına, konuya komşuya yakın bir istikbaldeki aile saadetini müjdelerdi.

Hallaç


(Kesim; merhum İsmail İsa'nın yağlı boya tablosundan Ayhan eli ile)

İstanbulda sık sık görülmüş vakalardandır, ihtiyar sinirli kaynanalar, eve gelin girdikten sonra, hallaca yataklarını attırmaz olurlar, eve ne zaman hallaç gelse, onların da inad ve ısrarı artar, nihayet, gelin, kaynanasının gece yatısı misafirliğine gitmemesini fırsat bilir, kapudan geçen bir hallacı çağırıp kaynanasının yatak şiltelerini, yorgan, yastıklarını attırır, bir cemile olmak üzere pufla gibi yatağını yapar hazırlar, fakat kaynana döner dönmez feryadı figanı basarak şırak şırak düşer düşer bayılıp aydır; kadıncağızın şiltesi içinde, bir gül yüzüğü, tek taş küpeleri, bir tkaç beşi birliği ve cenaze parası olduğunu öğrenince gelin de fenalıklar geçirir, zabıtaya müracaat edilir, edilir ama hallaç uşağını koyduıısa bul., yüzlerce hallaçdan hangisi, ge-ün elin herifine alıcı gözle bakacak değil a.. üstü başı nasıldı, genç mı, kıranta mı, kör mü, topal mı, sarı mı, esmer mî?.. Ve bâzan çok

vakidir, ihtiyar kaynanacık o pufla yatağa hasta düşer., ve ona yatak ölüm döşeği olur.

Burhan Olker

Hassacı, patiskacılar — Meşrutiyetten evvel bunlar Yahudi ayak satıcıları idi. Bu iş, kağşamış, ihtiyarlayıp takatten kesilmiş ta takımın harcı değil; sırtta okkalarla yük taşınacak. Gençlerin, dermanlıların kârıydı.

Sesleri -—ötekiler gibi— cırlak cırlak ayyuka çıkardı. "

— Hasseeleeer, iiincee paatiskaaa!

Patiska malûm, hasseye gelince: Hindis-tanm Madras eyaletinde, Madapolam şehrinde çıktığı için Avrupalıların Madapolam, İstanbul hanımlarının da Madampol dedikleri, pamuk bezinden bir nevi kalın patiska..

Bu satırların yazıldığı sırada Göztepe İstasyon çarşısında şimdi dükkân tezgâh sahibi olan Bay Yakup (Yako) bundan 50 yıl evvel, delikanlı çağlarında iken, sırtına koca balyayı alır; kan ter içinde, havalinin sayfiyeleri arasında, yukarıda dediğim ağızla bağırıltı-ları ayyuka çıkara çıkara gezer, tozardı. Birkaç sene geçmeden basma, yünlü filân da satmağa başladı. Git gide işi büyüttü; balyalarını çoğalttı, eşeğe yükledi. Nihayet bugünkü dükkânı açıp çeşitleri bollaştırdı ve epeyce

kalanturlaştı.

Sermed Muhtar Ahıs

«Hatıra bunlar!» cılar — Has mânada uçarı, pırpırı, ayağına üşenmez şehri külhaniler-dir ki, akşamları, Sirkeci, Balıkpazarı, Galata meyhanelerini dolaşarak Atatürk'ün alçıdan dökülmüş büstlerini satarlar, cevval, tannan bir sesle: «Hâtıra bunlar!..» diye bağırırlardı. Son yıllarda pek görünmez olmuşlardır. Büyük Devlet adamının üfulünü takib eden aylar, bu külhanilerin en kazançlı devrini teşkil etmiştir; Yanık yahut Yandım lâkabı ile mâruf bir Hasan, İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği hâtıralarında, o aylar içinde her birinden iki lira kâr etmek üzere 5000 alçı Atatürk büstü sattığını, hattâ öylesine ki, alanların hiç pazarlık etmediklerini ve bu para ile kendisine esaslı bir iş tutacağını söylemiştir.

İzraaritçiler — İkinci Abdülhamid devrinde sokaklara atılan cıgara artıklarını toplayan birtakım insanlar vardı. Bunlar, umumiyetle Tatar delikanlıları idi. Aralarında yalın ayak, başı kabak dolaşan, pantalon yerine



AYAK ESNAFI

1402

istanbul

ANSIKLOPEDİSÎ

1403 —



AYAK ESNAFI


renkli şalvar giyen oğlancıklar, saçları bellerine kadar inen, takunyalı küçük kız çocukları da vardı. Çocuklar, daha fazla kahve ve kıraethaneieride dolaşırlar, masa ve iskemle altlarındaki izmaritleri toplarlardı. Bunlara izmaritçi denildiği gibi «Başakçı» da derlerdi. . Izmaritciler, topladıkları sigaraların kâğıtlarını çıkarırlar, tütünlerin yanık ve siyah yerlerini ayıklayıp temizlerler, sonra puro şeklinde 'bükülmüş kâğıtlara sararlardı; buna «fişek» derlerdi. «Fişek» lerin fiatı —ölçüsüne göre — beş -paradan başlıyarak yirmi paraya kadar satılırdı. İzmaritler, sebiller civarında, sokak köselerinde önlerine birer yaygı bezi sererek:

— Âlâsıdır, harmanım! Diye satarlardı.

Üstad Hüseyin Rahmi'ndn 1324 senesinde Boşboğaz gazetesinde izmaritçilere ait şöyle bir fıkrası vardır: «Sokaklarda sigara başı toplayan izmaritçilerin, namı diğerle başakçıların tekessürü münasebetiyle bunların esnaf sırasına idhali Şehremanetince tahtı karara alınmış ise de izmaritçi namına bakıldığı surette Balıkhaneye, başak tâbirine nazaran Ziraat Nezaretine nisbetleri lâzım gelmekle bu hususta tereddüt hasıl olmuştur.»

Münir Süleyman Çapanoğlu

Kadayıftılar — Kastomonu ve civarı sekenesinden olup kimisi kadayıfa dükkânlarında çalışanlardan, kimisi de başlı başına

iş yapanlardandı.

Bunlar dükkânlardan çiğ tel,kadayıfı üç kuruşa alıp pişmiş olarak Yenicami avlusu ve bâzı pazar yerlerinde yüz paraya satarlardı. Galiba «herkes sanatının hırsızıdır» darbı meseli bulunduğuna nazaran bu adamlar da kadayıfı, çiğce bırakıp suya kuvvet verdiklerinden idare ettirip vaktü zamanı geldiğinde sılaya giderlerdi. Bu alışverişe karışamam Yaradan bilir.

Bunlar da hemen hemen sönmüş gibidir. Zira çoktandır göremiyorum

Vasıf Hiç

Kâğıdhelvacılar — Kâğıt helvası ve helvacısı İstanbulun has damgalarındandır; eskiden bunlar da tamamen de meydandan kalkardı. Kadıköy yakısında, Boğaziçinde Gök-suda, Sariyerin Çırçır, Hünkâr, Kestane sularında revaçtaydı. Satıcıların omuzunda seh-

pa, üzerinde tahtadan değirmi bir tabla, üstünde kapağı beşik örtüsü çatılı, sağı solu kuleli, boyalı çinkodan, nakışlar ve resimlerle süslü kutu. Kutunun iki yanında birer cam kavanoz; bunların içinde de sakız leblebisi.

Kâğıt helvasının piyata tabağı çevresindeki büyükleri yalın kat, çifter, hattâ altı ve sekiz katlı olurdu. Genişliğine göre 10, 20, 60 para ve iki kuruşa. Küçükleri, çay fincanı tabağı kadarları çam fıstıklı, fındıklı ve sısam-lıydı; bunlar da 20 paraya.

Kadıköy yakısında önceleri Debreld Haydarın; o gaiplere karıştıktan sonra yine Deb-reli Âkifle kardeşi Tevfiğin; hemşehrileri ve Fenerbahçenin gediklisi Selimin helvasına uyar yoktu. Unu, yağı iyi kaliteden, pişirilişi de tam kıvamında. Boğazicindekilerin tatlısı daha boldu. Göztepe, Erenköy havalisinde dolaşan Haydar, Akif ve Tevfik, bahar girince Merdivenköyünde oda tutar, takım tak-lavatı getirip helvaları yapar, sokak sokak dolaşırlar. Bağırtıları da hep ayni ve hiç değişmez:

— Heeelva kitiiiir!.. Heelva taaaze!

Kestane çıktı mı, kâğıt helvası paydos!

Kahveciler"— Artık tarihe karışmış esnaftandır. Haftanın her günü, muhtelif semtlerde kurulan pazar yerlerini, cami avlularını dolduran kalabalığın arasında seyyar kahveciler de tümen tümen. Ekserisi sakallı, hattâ ak sakallı adamcağızlardı.

Omuzlarında sırık, sırığın bir ucuna iple bağlı, içi mıcır dolu kahve ocağı; öbür ucunda cezveler, fincanlar, kahve ve şeker kutusu, bulaşıkları yıkayacak suyun paslı tenekeden, emzikli ibriği.

Etrafta kahve tiryakileri çok Hemen se
ğirtirler; yıkılan bir duvar kenarına çökerek,
bir taş üstüne ilişerek, bir kenarcığa çömele-
rek okkalıyı lıöpürdetirler.
- ' Sermed Muhtar Alus

Eskiden kahve takımı bir askı ile omuzda veyahut takım bir sepet içinde omuzda, mangal elde, yorulduğu yerde oturur, -dükkânların önlerinde dolaşır, bir köşe başına indirir icrayı sanat ederdi. Çarşularda gözüne kestardiği herhangi bir köşeye âdeta temellük eder, işinin hızına göre küçük iskemleler atar, lokma mangırını Hakkın inayetinden beklerdi. Bu yüzden Hicaza gindenleri dahi biliriz. Kırlarda ağaç altlarında, şimendifer güzer-

gâhı münasip kıyılarda çöplenip ev bark sahibi olanlar da az değildi. Bugün bunların gezicilerinin mevcudu kalmayıp kenar yerlerde yazıcılıkla iasei yevmiyesini çıkarmağa sa'y edenlere nadiren tesadüf olunmaktadır.

Elyevm bu is yalnız pazar yerlerinde işlemeğe münhasırdır.



Vasıf Hiç

Kasablar — Tarihe karışmış esnaftandır; omuzda bir sırık, etler dizili, elde bıçak, belinde bir peştemal: «Semiz!..» diye gezenler veyahut işlek, münasip bir mahal tutup bir sehpa üzerine et sırığını vaz ile dükkânlardan daha ziyade iş yapanlar vardı. Yalnız bâzı pazar mahallerinde göze çarpmaktadır.

Vasıf Hiç

Kebab kestaneciler, Unnabcılar — Eskiden »kebab kestaneciler, unnabcüar da hep Aranvuddu. Eylül girdi mi kestane çıkar; dondurmacıların bâzıları, işportalara ,doldurup bunları başlarına oturtup elleriyle hiç tutmadan, at cambazhanesinde muvazene oyunları yapan bir cambaz meharetiyle taşırlar, acele acele tırısı tutuşlarında bile, düşürmezler; mesirelerde, sayfiyeler civarında dolaşıp satarlardı. Bağırtıları şöyleydi:

— Keeestaneee kebaaap!

Bir hafta, on gün geçti mi işportanın üçte bir kısmında unnab. Malûm a, unnabın ömrü kısadır. On beşyirmi gün ya sürer, ya sürmez, tükenir. Zira şekerciler kapışıverir. Batman batman (batman tartısı yurdun, her vilâyetinde değişen, yerine göre iki okkadan sekiz okkaya kadar varan bir ölçü) alarak reçelini yapıp Ramazaniyelik bakır kaplara dolduruyorlar.

Unnabın yeni devşirilmişi, gevreği makbuldü. Kabuğu buruşuğunu, içi porsumuşunu



Kebab kestaneci (Resim: Fotoğrafdan Ayhan eli ile)

geç, (Sası sası bir koku almış, kurtlanmıştır) denir, öylesini kimseler almaz, yemezdi. Mesirelerin, sayfiye tiyatrolarının son demlerinde onlara müdavim hanımefendiler, kerime ve gelinleri küçük hanımfendiler arasında un-naba bayılanlar, yiyecekleri zaman kabuklarını soymak için yanlarında sedef saplı, küçücük çakı taşıyanlar çoktu. İncecik kabuğunun hazmı batî sayılır, o çıkarılmadan ağza konmazdı. İpek ajur güderi, podüsuetten eldivenli elleriyle soyup soyup yerlerdi.

Vaktaki Kasım yaklaşıp, havalar serinleyip köşklerden, yalılardan kışlık konaklara taşınılınca kebab kestaneciler Bahçekapısı, Divanyolu, Şehzadebası gibi kalabalık caddelerin bir köşeciğini peyler, bütün kış oradan ayrılmazlardı. Geceleri de Direklerarasındaki çaycıların, kıraathanelerin, cuma ve pazar akşamları orada oyunlar veren Kel Hasanın, Şevkinin tiyatro kapılarında gecenin geç vaktine kadar ayazda beklerlerdi.

Sermed Muhtar Alus

Keten helvacılar — Şimdi de olduğu; gibi beyitler okuyarak gezerlerdi. Bâzı kahvehanelerde dahi yüzük oynayarak mağlûp olan tarafa helva çektirirlerdi. O vakitler Harbiyede meşhur bir helvacı vardı, işitirdik. Bu helvacılar şimdi de aynen gezmektedirler. Gerek tahan, gerek keten helvası eskiden mart ayının hululünde piyasadan kaldırılırdıysa da Harbi Umumiden sonra da yaz mevsiminde her dükkânda kazanlar kaynamakta keten helvalar da çekilmektedir (B.: Bu madde içinde tahan helvacılar).

Arnavudların bir de un helvası satışları


vardır ki, tablalarında pide de bulundururlar
amele kalabalığı bulunan mahallelerde işlerini
çevirmektedirler. Vasıf Hiç

Kınacılar, damla ve çam sakızcılar — Yarım asırdan fazladır; benim çocukluğumda seyyar kınacılar vardı. Hattâ siyahı bir kadın sokaklarda:

— Yeşil kına! Yaprak kına! Dilde menşur (meşhur) bizim kına!..

Diye gezerdi, çoktandır böyle şeyler görülmemektedir. Onların da tabla ile damla sakızı satanları vardı. Anadolulular çömlekimsi bir şişe içinde çam sakızı satarlardı. Şimdi o çam sakızlarını kıbti kızlar satmaktadırlar.

Vasıf Hiç

AYAK ESNAFI

_ 1404 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ



1405 —

AYAK ESNAFI




Kokucular — Yerlerini esanscılara terk etmiş esnaftır; eskiler umumiyetle Antalyalı idi, gülyağı, hacıyağı, kallemisyağı satarlar, kahveleri dolaşırlardı. Şişenin koku bulaşmış mantarlarını el üstüne, üste başa sürerler, parmaklarını bulaştırıp tesbihlemi kokulatır-lardı. Esanslar çıkınca, kokucular da yarı bıç-kmlastı; camlı bir 'kutu içinde koku şişeleri ve türlü biçimde üçer, beşer, onar, onbeşer gramlık boş şişecikler... Gezip dolaştıkları yerlerde umumiyetle esnaf kahveleri, meyhaneler, ayak takımı arası., çoğu laubali... Bu yerlerin gedikli müşterileriyle senli benli, «Beybaba.. Ağabey» diye hal hatır sorarlar, tanısın tanımasın ellerindeki şırıngalarla üste başa ağır kokular fışkırtırlar... El üstüne mantar sürme bunlarda da var... «Bu akşam senin kokudan getirdim!.. Bu şişeyi senin için doldurdum!.. Ağabey, seninkinin sevdiği koku!., "ftraş olmuşsun, kokusu darbenden!» gibi aşinalıklar... Yıkanıp paklanıp o gece gelişi güzel bir umumhane yahut muayyen bir evdeki dostuna gidecekler kendilerini gözlemede... Bu gibiler mükrim de olur... Bahşişinden, başka bir iki bardak şarap veya birkaç kadeh rakı da ısmarlar. Bağırmaları da şeddeli: «EssansL». «Essans beyler!..».. İkind Cihan Harbinin son yıllarında görünmez olmuş genç irisi bir hafız vardı, çocukluğunda güzelce bir şey imiş, âşinâlarının masalarına oturur, içki içmez, cıgara ikram edilirse alır; sesi de lıalâvetlice, gazel okurdu... İşinden hoşnut idi; esans satarak ev 'bark sahibi olmuş idi.

Behçet Elver

Koz helvacılar — Meşrutiyete kadar hepsi yine Arnavud; kâğıt helvasına, kebab kestane ve unnaba mayna verenlerdi. Havalar iyice soğuyunca ortalığa çıkar, kalabalık caddelerin köşe baslarında sehpalar üzerine tablalarını oturturlar. Dolaşanları nâdirdi.

Sermed Muhtar AIus

Yüzde doksan dokuzu Debre, Priştine, Pizren, Luma havalisinden Arnavudlar olup bunlar da tabla üstünde gezdirirler kışın -esasen kış gıdasıdır - ya muşamma veya bir camekânla helvayı muhafaza ederlerdi. El'an da bu tarzda hareket etmektedirler.

Vasıf Hiç

Köfteciler —- Perşembepazarı, Çeşmemey-

daııı, Tahtakale, Uzunçarşı gibi kalabalık çarşı boylarında, mesire yerlerinde, tatil günlerinde meselâ Edirne-kapu dışı gibi kışlalara giden yollar boyunda görülen esnaftır. Bir elde masa, bir elde hindi tüyünden yelpaze.. Çoğu şehri, külhani, ekseriya kabadayı kırması, şayak pantalonlu, kırmızı veya beyaz yün kuşaklı., önde -kirli olması şart bir önlük... Fes kenarından, şimdi kasket kenarından perçemler taşmış olacak... Etin cinsi meş-kûk: Yüzde seksen kaçak kesilmiş karaman koyunu, sığır, hattâ eşek ve at etidir. Baharı bolca., köftelerin yanı sıra birkaç parça domates ve birkaç baş arnavud biberi kızartılır ve taze çeyrek ekmek bıçak; ile yarılıp köftelerle beraber domatesler ve biberler göbeğine yerleştirilir., kokusu manzarası iştihaaverdir. Köfte-. lerin taneleri hemen bir küçücük lokma boyundadır...

Kömürcüler — Büyükşehrin bilhassa fakir ailelerin barındığı mahallelerde dolaşan esnaftandır; tek atlı, çift atlı arabalarla, bâ-zan da üç tekerlekli el arabaları ile geçerler; hemen umumiyetle:

— Elleme kömürü!... Diye bağırırlar; kömürü el kantariyle tartarlar kantarlar damgasız, eksiktir, topuzun, içi uyulmuştur; kendileri pirpiri kıyafet, el yüz, göğüs bağır kömür tozu içinde, ekseriya yalınayak, yahut çıplak ayağa bir yemeni, ökçesi basık kundura geçirilmiş., alış veriş bir kilo, iki kilo, en kabadayısı dört kilo üzerinden (eskiden bir iki okka) teneke mî, kova mı, her ne getirilirse evvelâ darası alınır, sonra uzun saplı bir kürekle kömür doldurulup tartılır. Köprüüstü biübülcüleri ve balıkçılar —-İkinci Abdülhamid devrinde «Cisri cedid» denilen Galata köprüsünün üstünde dilencinin de, satıcının da bini bir paraya. Ne antika şeyler görülür, ne de yakası açılmadı-k tekerlemeler duyulurdu:

— Uçmaz, kaçmaz, Üsküdara geçmez, on
paraya bir bülbül!

Bu, renk renk boyalı, incecik teneke .borudan, üstündeki ıvır zıvır ileri geri çekilince bülbül gibi öten bir düdüktü. Ötede başka bir ses:

— Bu balık başka balık, 10 paraya bir
•balık!

Kırmızı, mavi, yeşil, mor renklerde; orta parmak boyunda, jelatinden, şeffaf balık re-

simleriydi. Avuca alınca, sıcaktan kıvrılır, büklüm büklüm olur, canlıya andırırdı.


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin