Niteki şeyhi pak kutbi zemân Ayağına akar sû gibi cihan
Halkı âlem duasına muhtaç Kubbeden var başında bir ulu tâc
Ol iki minaresi meselâ Haddi zâtinde iki desti diiâ
Sâliki Hakka Mescidi Aksa Fakir olana Kâ'bedür faraza
Gelirür ehli hâli ol eâşa Benzer ol mürşidi abâpûşa
Knbbei âzami müdevverdür
Sadefi âlem içre gevherdiir
Haleti zühfl îie gelüb vecde Hakka itmiş kemerleri secde
Ama içinde sanki insii melek Dıırdıs saf saf namaza cümle direk
Vardır anda nîce sornâlâ sütun Kıymeti oldu ağırı altım
Kubbei cerh içre'bahr misâl
Ak mermerle içi mâlâmâl
Mermeri nıevcine baknea hemaıı Gark olur bahri hayrete inşam
Kiirsîler anda arşi Meviâdır Minberi Sidrei Muaîlâdır
Mahfili verdi ol makaama şeref Nice dürri yetime oldu sadef
Mahfili üstünde hûb hâfızler Aşiyâmnda bülbüle benzer
Olııbeıı Kâ'beveş ibâdetgâh Okunur âyeti Kelâmullâh
Onbeşincı asrın ikinci yarısı ile Onaltmcı asır başında yaşamış edîb ve şâir devlet adamı Tacîbeyzâde Cafer Çelebi ki 1514 de Yavuz Sultan Selimin amansız gazabına uğrayarak idam olunmuştu (B.: Cafer Çelebi, Tacîbeyzâde), «Hevesnâme» adındaki eserinde «Vasfı Hıttai İstanbul» adındaki uzun -manzumesinin içinde Ayasofyayı şu mısralar ile tasvir eder:
SIFATI AYASOFİYE
be faışn önünde bir fertande ma'bed Müzehheb sakfı dîvân mümehhed
Müşeyyed salını vü muhkem esâsı Mutaîîâ harda mînâdan sıvası
Cihan mülkîne vüs'atde müsavi 'Muallâ kubbesi eflâke hâvî
Mülevven câbecâ a'mâdiî tâkî Yeği! mermer kimi kimi somaki
Rubaim ferisi pak âyîneden pak Sütunlar mihveri aktâbı eflâk
Derûnunda ibâdet ehli bîmer
Sütunlar taklar yer yer mukarrer
Kimi varmış rükûa kimi kıyama İderler tâat ol Rabbül enama
AYASOFYA
1470 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 1471 —
AYASOFYA
Ne deniû var ise hurrem meâbid Mübarek buk'alar âli mesâcid
Kamunun şehi pervîz bahtı olubdur minberânın tâcü tahtı
İkinci Sultan Bayazıd devri şâirlerinden Serezli Sadî İstanbul sanında yazdığı bir gazelde büyük şehri överken ilk kaydettiği bina Ayasofyadır:
Şehri İstanbul ki âlemde güzeller kâmdür Dünyâaın arifleri katinde Mısrı sânîdür
Evleri zâtüî İrem mescidleri zâtül İmâd Sureti her birinün reşki behâri Mâaîdür
Mescidi Aksa Ayasofiyyesidir gûyiyâ Milki meydânı saadet dahî Atmeydânıdür
Yine Onaltıncı asrın büyük müverrihi ve din bilgini Hoca Sâdeddin Efendi Ayasofya için şu mısraları yazmıştır:
Bir ulu kubbedir merfûi a'zem İçinde mahvolur onbeşbin âdem
Anın mermerleri hiç vasfolunmaz Misâli onlann gimdi bulunmaz
Minâr âsâ sütunlar sebz ü ezrak
Somâkî ü sarı vü âk u eblâk l
Kimisin, tuncdan dökmüştür üstâd Aceb tavr üzre urmuş âna bünyâd
Dahi mevvâcı zerrin mermeri var Müzeyyen anlar ile çar dîvar
• Mülevven mermer ile sathı mefrûş Olur seyreyleyen hayrânü medhûş
Mııtabbaktır iki yerden yolu var Seğirdüb çıksa olur esb rehvâr
Aceb peykerdir ol bünyânı âlî Basiti hâkde yoktur misâli
Meğer şâhâm Osmânî binası Ki zîbâdur binası vü fenası
Hususa Camii Sultan Muhammed Ki olmuştur muallâ vü mümehhed
Süleyman Hânı Gaazi Camiini Ki vasfı âşık eyler samimi
Ne teşbih itmek olur bir binâye Ne vasfeyler sarîhü ne kinaye
Onyedinci asrın ikinci yarısı ile Onseki-zinci asır basında yaşamış Türk Dîvan Edebiyatının seçkin simalarından Nâbi Efendi de Ayasofya için bir gazel yazmıştır;
Rûzi rûze cem oîur rindau Ayâsofiyyede Halka bendi üns olur yaran Ayâsofiyyede
İtmeğiçün fikri eklü sürbü hatırdan heder Akdi cem'iyet ider ihvan Ayâsofiyyede
Olmadan desti düâ cünban Ayâsofiyyede Mügkilâtı halk olur asan Ayâsofiyyede
Mevcei amal ider enfâs ile cerha suûd Lüccei taat ider tufan Ayâsofiyyede
Her ne denlû gayri câml'de ibâdet olsa da Olur efzıın yîne şad çendan Ayâsofiyyede
Andelibânı behişti şerm ile hâmûş ider Her taraf âvâzei Kur'an Ayâsofiyyede
Âbı germi dîde vü sâbûni istiğfar ile Pak olur pîrâheni isyan Ayâsofiyyede
Ferşi berrâkı rubamın eyledikçe secdegâh Saf olur âyinei îman Ayâsofiyyede
Şeb beşeb mânendi kandili fürûzan Nâbiyâ İnşirahı dil bulur insan Ayâsofiyyede
Ayasofya eski mizah edebiyatımıza da girmiştir. Bunun en güzel örneği Onsekizinci asrın külhâni şâirlerinden Haşmetin yazdığı bir «Kasîdei Ramazaniyye» deki bir beyittir. Eskiden ramazanlarda bütün meyhaneler "kapanırdı; sofu meşreb şâirler akşamcıların perişan hali ile alay etmek için bu bir aylık meyhane ve'içki yasağını fırsat bilir, akşamcı şairler de kendi hâli pür melallerini tasvir ile yanıp yakılırlardı; Haşmet de yılın onbir ayında bade düşkünlerindendi, Aşağıdaki beytini okurken, o devrin meyhanelerinde şarabın da rakının da büyük küpler içinde dinlendirilip muhafaza edildiğini hatırlamak lâzımdır:
Yakamaz oldu kanâdîli neşâtı rindan Bekleriz biz de Ayâsofiyyede küp dibini!..
Bu meşhur mabedin adını aşk ve alâka maceralarına karıştıran şâirler de vardır; meselâ Onaltıncı asır şâirlerinden olup Torlak Celebi lâkabı ile anılan ve 1564 de ölen Nihâ-
.»
ni sokakta rastladığı bir nevcivan için:
Bir güzel gördüm bugün ben Ayasofyadan yana San melekdür indi Hak emriyle dünyâdan yana!..
diyor.
Geçen asır sonlarında yaşamış ve başka şiirlerinden şarklı, Erzurumlu veya Karslı olduğu anlaşılan Çeşmî adında bir şâir de Ayasofyadan bir Hafız İlyas münasebeti ile ve büyük mâbed hakkındaki halk söylentilerine temas ederek bahsediyor:
Bir eyyam edindim bir yâri güzin Ayasofyada çar ebru müezzin İsmi şerifidir tiyas o yârin Bûseçin olmağa vermişti izin
Tiki mihrâb didim keman kasma Abdest aldururdum gözüm yaşma O yârin huzûri iffetindeyken Benzerdim Camiin terler taşına
Hiç eksik olur mu engelle rakib Çatılsın melâin misâli salib O perîzâdmu tâkib ederler Sanki yılanlardır taşlan delip
Gerçi her yer bir ibâdet makaamı Topkandiî altıdır hacet makamı Her vakti seher budur duamız Nazardan saklasın Hak mehîikaamı
Mahfili şerifin bülbülü İlyas İbâdet gülşeninin gülü İlyas Ebri şafak, nûri rahmet, lütfi Hak Yüzünde ismetin ak tülü İlyas
Mushafi hüsnünde ayâü hikmet Rûyi gülgûnudur ravzei cennet Tâki ebrusunda kandili îman Kademi pâkinde ıtri muhabbet
Ayasofyadır o camii kebir Cümle nükuuşudur tehlilü tekbir Âşıkı da maşuku da yaratan Allah birdir, Aîlah birdir, birdir bir
Ayasofyada Yavuz Sultan Selimin Halifelik merasimi — Büyük mabedin sahne olduğu en azametli toplantılardan biri, Mısır seferi dönüğünde, Yavuz Sultan Selimin Halife ilânı merasimidir; Mısır fatihi ile beraber İstanbu-la gelen son Abbasî halifesi Üçüncü Mütevekkil, Büyükşehre girdiklerinin ilk cuma namazında, Ayasofyada, halifelikten istifa etmiş ve Peygamberimizin hırkasını Yavuzun sırtına giydirerek hilâfet, Abbas Oğullarından Osman Oğullarına intikal etmiştir.
Ayasofya mihrabının iki tarafındaki kandilli şaaidanlar — Kanunî Sultan Süleyman tarafından Macaristandan getirilmiş olan bu şamdanların üzerindeki kitabeler şudur: Üstüvanenin üst boğazında:
Cihan sahib kıranı Han Süleyman Ki durmaz handesine Giv ü Piyjen
Şu denlû kırdı ceyşi engürûsi Görünmez oldu sahra küştelerden
Helak İdüp kırâli nâbekân Yerin od eyledi tahkik bilsen
Kilisâsm yıkub yakdı Budini Çıkardı bu iki müşkâtî ahsen
Getürüb Ayâsofiyyâyâ çeragi Adûnun eismü canın kıldı rugen
Didi Hatif anın yâdîne târih Ebed ola sirâci din rûşen Sene 933 (M. 1526)
Üstüvanenin alt boğazında:
Nigiiii saltanat birle Süleyman Sahi derya dil Kim ol sultanıdır Aksâü Mısrü Ka'bevü Samın
Alubün Engürüs ilin tamemet ol Halüi Hak Kilisâler yıkub kıldı serâser ehlin esnamın
Getürdi fethi ekberden çeragi ey dil
Di târihi «Müebbed ola gem'i nûri İslâmın»
Sene 933
İkinci kitabedeki «Halil» den kasit, sadrâzam Makbul İbrahim Paşadır.
İbrahim Hilmi Tanışık
Ayasofya ve Ermeniler — Ermenilerin Ayasofya ile ilgisi olan başlıca mevzular şunlardır :
1 __ Onbirinci asır Ermeni tarihçilerin
den İstepannos Asoğik'e göre, Ermeni ^ku
mandanlarından Vartan Mamikonyan II., İran
Hükümdarı Hüsrev Anuşirvan'a (531 - 579) is
yan ederek ailesi ve maiyeti ile birükde İs
tanbul'a gelip Ayasofya'nın banisi İmparator
Justinianus'un (527 - 565) kanunlarına intibak
etmiş ve Ayasofya'nın baş kapısına da kendi
ismini verdirmiştir. Aynı müellif bu kapı için
hâlâ Ermeni kapısı tesmiye olunmaktadır di
yor (Sen Petersburg, 1885, s. 85).
Vartan adlı diğer bir Ermeni tarihçisi de, Mamikonyanlarm Justinianus'dan Ayasofya'nın garptaki kapısını beş «kıriv» (takriben 47.50 okka) gümüşe satın aldıklarını kaydetmektedir (Venedik, 1862, s. 85).
Combefis tarafından neşredilen Anonim bir müellif de, «Sofya'nın mukaddes kapılarına onların (yani 553 yılı İstanbul konsiline iştirak eden Ermenilerin) ismi verildi ki, aynı kapı bugüne kadar Ermeni kapısı adını taşır» demektedir (B. L. İnciyan, Onsekizinci asırda İstanbul, 1956, s. 45).
Mevzuubahis kapının bugün kullanılan kapı olduğu aşikârdır.
2 _ 869 - 870 yıllarında Basil I. tarafından
yapilan yeni tamiratlardan sonra, muasır Er
meni tarihçisi mezkûr Asoğik'e göre, 989 da
vuku bulan şiddetli bir zelzele neticesinde
Ayasofyanın kubbesi yeniden harab olmuştur.
Aynı tarihçiye göre Bizanslı mimarlar künbe-
di yeniden ihya edememişlerdir. Ertesi sene
.&YASOFYA
1472 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1473 —
AYASOFYA
bir is için tesadüfen İstanbul'a gelen meşhur Ermeni mimarı Anili Dırtad, bugüne kadar tabiat afetlerine mukavemet eden kubbeyi yeniden inşa etmeğe muvaffak olmuştur. Ermenistan'ın eski payitahtlarından olan Ani'nin, bazıları zamanımıza kadar ayakta duran bir çok muazzam kilise ve sair binaları bu büyük sanatkârın eseridir. Son zamanlarda Suriyeli bir Ermeni mütehassısısmın yaptığı tetkiklerden, kubbenin bazı kısımlarında kullanılan tuğlaların kesinti tarzının Bizanslı us-talarınldne uymadığı, yani diğer kısımlarından farklı olduğu meydana çıkmıştır. Böylece tarihçinin verdiği bilginin doğru olduğu tahakkuk etmiştir.
3 — Ermenilere ait diğer enteresan bir
mevzu da Ay as of y a'da, Ermenilerin en büyük
azizi ve Gregoryen mezhebinin nıüessisi olan
Surp Kirkor Lusavoriç'in (Saint Gregoire l'İl-
luminateur) mozaik portresini1» mevcudiyeti
dir. Bu bilgiyi, W. Salzenberg adlı bir Alman
müellifi 1854 de Berlin'de neşredilen «Alt-
christliche Baudenkmale von Constantînopel
vom V. bis XII. Jahrhundert» (Beşinci ve oıı-
ikinci yüzyıllar zarfındaki İstanbul'un eski Hı
ristiyan âbideleri) adlı eserinde vermekte ve
azizin resmini de dercetmektedir. Ayakta ve
dinî merasim elbiseleri giymiş vaziyette yapı
lan bu portrenin üst kısmında, Bizans harf
leriyle «Grigorios Armenias» kelimeleri de
okunmaktadır. Bazı müdekkiklere göre bu
resmin Vartan Mamikonyan tarafından al
tıncı asırda yaptırıldığı tahmin ediliyorsa da,
mimar Dırtad'a bir şükran borcu olarak o sı
ralarda meydana getirilmiş olması da muhte
meldir. Zira mezkûr mozaikin, müteaddit zel
zele ve yangınlardan sonra altıncı asırdan za
manımıza intikal edebilmesine ihtimal vermek
biraz güçtür. 1936 sıralarında bu mozaikin
baş kapının arka tarafında yeniden meydana
çıkarıldığı İstanbul Ermeni basınında iş'ar
olunmuşsa da, bu hususta bilgisine müracaat
ettiğimiz Ayasofya Müzesi müdürü sayın Fe
ridun Dirimtekin, mezkûr mozaikin cenupta
ki kapının üstünde ve Andonios ile Nikolaos
adlı azizlere ait mozaik portrelerin yanında
bulunduğunu ve her üçünün de 1894 deki bü
yük zelzelede harab oldukları tarafımıza bil
dirmek lûtf-unda bulunmuşlardır.
4 — Onikinci asırda yaşamış olan Erme
ni tarihçesi Urfalı Matteos'a göre, kandırıla-
rak İstanbul'a getirilip, oradan da yakın bir adaya sürgün edilen Ermeni Pakraduni Hanedanının son genç kralı Kakik II. (1024 -1079) Aya Sofya'da, İmparator Dukas'ın ve Bizans Kilisesinin erkânı önünde, Grekoryen mezhebinin akidelerini (dogma) müdafaa eden bir mükâleme yapmıştır ki bunun metnini de tarihine geçirmiştir. Ünlü bazı Ermeni din adamlarının da Ayasofya'da vaazlar vermiş olduklarını tarih kaydetmektedir.
5 — Ayasofya isminin menşeine gelince, bu hususta Onsekizinci asır Ermeni edebiyatının en mümtaz simalarından biri olan ve eserlerinden geniş kültüre sahip olduğu beliren İstanbul patriği Nalyan Agop Başpiskopos (1701 -1764) «Narek» adlı ermenice dua kitabının Tefsiratmda (İstanbul, 1745) enteresan bir vak'a anlatıyor. Önce Aya Sofya isminin, eskidenberi umumiyetle aynı ismi taşıyan bir azizeye ithaf edilmesi kanaatinin mevcut olduğunu yazıyor ve bu kanaati haiz olanlar meyanmda, tefsir ettiği kitabın müellifi Kirkor Narekatzi'yi (951-1003) de zikrediyor. Halbuki kendisi bunu tekzip eden ve yunanca tarihî eserlerde okuduğunu ifade ettiği aşağıdaki hikâyeyi anlatıyor.
Ayasofya inga edildiği sıralarda bir gün, ustalar ve ameleler yemeğe giderlerken, bir çocuğu inşaat üzerine bekçi olarak bırakırlar. Az sonra çocuğa fevkalâde güzel bir melek görünür ve orada beklemesinin sebebini sorar. O da söyler. Bunun üzerine melek, sen de git yemeğim ye diye ısrar eder. Fakat çocuk vazifesini .terketmek istemez, zira herhangi bir şeyin kaybolmasından endişe eder. Melek, yerine kendisinin muhafızlık edeceğini bildirir. Çocuk da vaadine ne suretle güvenebileceğini sorar. Melek ise «İlâhî Hikmet» şahit olsun der ve avdetine kadar oradan ayrılmayacağını beyan eder. Bunun üzerine cesaretlenerek o da diğerlerinin yanına yemek yemeğe gider, fakat vazifesinden ayrıldığı için onlardan azar işitir. Çocuk gördüklerini anlatır, onlar da keyfiyeti Justinianus'a bildirirler. Melek oradan ayrılmasın diye, çocuğun tekrar kiliseye girmesine müsaade etmezler ve kilisenin de «İlâhî Hikmet» yani «Ayia Sofya» tesmiye olunmasına karar verirler.
Kevork Pamukçuyan
Ayasofya kartpostallara — İstanbul âbidelerini gösteren kartpostallar arasında, Aya-
sofya resimleri pek çoktur. Cumhuriyet devrinden evvel ecnebi seyyahlara satmak için gayri muslini vatandaşlarımız tarafından basılanların üzerine, bazan yaldız ile ve fransız-ca «Souvenir de Constantinople», İstanbul yadigârı ibaresi basılırdı. Kartpostallarda, Aya-sofyanm, hemen daima, Sultan ahmed tarafından görünüşü tercih edilmiştir.
Bir tarih vesikası olan en kıymetli Ayasofya kartpostalı, Karaköy meydanında 21 numarada J. Ludwigsohn tarafından basılan bir kartpostaldır.
Bu kartpostal Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ordusunun son ve büyük zaferi kazandığı günlerde ismi tesbit edilemiyen bir Türk matbaacısı tarafından toplattırılmış ve üzerine «Meczufo» mahlasını kullanan bir şairimizin şu kıt'ası nesih matbaa harfleriyle basılarak Türk askerinin İstanbula girdiği satışa arzedilmis ve İstanbullular tarafından bir günde kapışılarak tükenmiştir.
Çok şükür oldu müyesser fethi sahii mühm Doğdu şehri Staabula tekrar müşa'şa' nûıi din Ceysi islâmı görüb kırk ikide Meczub didi: Eâzibi cennatü Adnin fedhulûhâ hâiidin
Meczubun kim olduğu da, maatteessüf öğrenilemenıişür.
Ayasofyada Evliya Celebi — Ayasofya-nın keyfiyeti binası böyle tavsif olunur ki ekalimi seb'adan kûhi bi sütun pare ahcâri zîkıymetleri... kesan ber keşan çekerek... gû-nagûn nakşi bukalemûni ibretnümun taşındı ve üstad Ferhad pîşesi marifetiyle taşların tîşeleri aşındı. Olkadar ihtimamı tam bezle-düb camiin nısfını yedi yılda tamam ettiler ve ahcâri firavan Ayaslog ve Aydıncıktan gel-mişdir. Ve rengâmîz (mermerler) Karaman ve Şam ve Kıbrıs ceziresinden ve nice bin somaki ve zenbûri ve zeytuni ve zerkanî mücellâ sü-tuni müntehâlar Atina kurubundaki (Akropol) Temâşalıkdan ve ekseriya mermeri hamları Marmara ceziresinden naklolunnıuşdur. Ve nice yüz mimar ve mühendis tarzı tarhında serkârlığa mübaderet idüb herbiri hünerler izhar idüb ihsan ahırlardı. Anıma cümle mimarların pîşvâsı İgnados mimar idi.
«Tâki bu binayı azîm Taaki Kisrâ misal (dört kemer) payeleri mahalline dek tamam olub bir gicede mimarbaşı olan İgnados gaib oldu. Meğer bir tebdili (kıyafet) ile Kmlelma diyarına varub anda dahi Rimpapanın izniyle
bir (kiliseye) mübaşeret idüb anı dahi nısfının yedi yılda tamam etdikde bir gice oradan dahi firar ile İslâmbola geldikde bâııii ma'bed tarafından (azarlandıkda), îgnados: — Bu me-sillû binayı azîmin temeli muhkem olmak lâzımdır. Firar itnıesem binayı tekmil etmek üzre cebir olunacağım şüphesizdir o halde muhkem olmazdı!» demekle kubbenin inşasına (başladı). Yüz saha ki amudlar üzre kubbeler ile iki tabaka dahi amûdi müntehâlar üzre taaki havrenkler üzre kubbei eflâk misilli bir kâsei sernigûn ve rasası hâsı nilgûn ile mestur bir kubbei azîm nıa'mûr etdiler ki feleki atlası bûkalemûunda böyle bir kubbe (kendisinden evvel ve sonra) bina olunmamışdır. Bu kubbei âlinin tâ zirvei âlâsında yüz kantarı İskenderî altuııdan bir haç alem, idüta şu'lei şems ile tâ Alem Dağından ve Keşiş Daşmdan ve İstranca Dağlarından fark idi-lur idi.
Kırk sene zarfında ma'bed tamam olduk-da enderun ve bîrununa on iki bin hüddam tâyin olunmuşdur... Tâ bu mertebe ma'mur oldu ki milleti Nasârânın la teşbih kâbeleri idi.
«Badehu vilâdeti Resulü Âlem Efendimizi tebşir eden leylei mübarekede vukubu-laıı zelzelei azîme Taaki Kisrâ ve Kubbei Kı-zılelma ve Kubbei Ayasofiyyeyi (yıkmakla) ba'de zaman Hızır Aleyhisselâm ihtarı ile üçyüz kadar keşiş rahib Buhayrânın delaletiyle Mekkeye varub ol vakitler henüz küçük yaşlarında olan Cenabı Muhammed Aleyhis-selârnın (tükrüğünden) bir mikdar alub bir de nakşi desti mübareklerini almışlardır 'ki Ebu Talibin hattı destiyie ceylân derisinde men-kuşdur. Elhasıl (Peygamberimiz tükrüğüyle) âbı zemzem ve türabı pâki Mekkeden bi»er mikdar (alan keşişler) avdet idüb kubbenin müııhedim olan kısmını binaya (başladılar). Hâlen Resulü Ekrem tükrüğü ile bina olunan (yer), kubbenin kıble tarafmdadır, malûmu olan canlar nazar ettikde Allahümme salli âlâ Muhammed derler, zira kubbenin' sair mahallinden bu kısım münevverdir. Ba'delfeth Ebülfeth, bu kubbe Hazreti Risaletin tükrüğü ile kaim oldu deyu tâ kubbei âlinin ortasına bir zincir ile teberrüken bir altun top asmıştır ki elli kilei runıî buğday alur. Bu top altında Hazreti Hızırm bulunduğu ve arasıra sulehayı ümmetten bazılariyle mülâki olduğu
AYASOFYA
— 1474 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSÎ
— 1475 —
AYASOFYA ÇARŞISI
cihetle (haceti olanlar arasında) Hızıra mülâki olmak üzere ol müzehheb top altında kırk gün sabah namazı eda etmek rivayeti (halk arasında söylenir).
«Kubbelerin cümlesinin içinde üstad nakkaş erjengi efrenk Mâni nâm zat müzehheb ve mînâ tesavir ve eşkâli garibe ve acibe ve sihrâmiz timsali kerûbiyan ve gayri âde-miyan suretleri nakş etmişdir ki nazar (iden-lerin hayretten parmağı ağzında kalır). Kub-bei azîmin dört pâyei azimlerinin tabakai âlisi nihayetinde dört köşede birer melek sureti vardır, la teşbih biri Cibril, biri Mikâil biri İsrafil, biri Azrail suretleridir ki hâlâ kanadla-rını küşâde idüb dururlar ki boyları kanadla-riyle beraber) ellişer ziradır. (Hazreti Muham-med doğuncaya kadar) bu melek suretleri göbeğinde olan ağzından (konuşurlar imiş), Cebrail sureti olacak alâim ve vakayii beyan edermiş, Mikâil sureti canibi garbda olub düşman zuhur ve (kıtlık, açılk) olur deyu haber verirmiş ve İsrafil sureti, canibi şimalde olacak ve-kayiden haber verirmiş ve Azrail timsali hükümdarların "(ölümünü) haber verirmiş.
«Kıblenin orta kapusu cümleden âli ve (boyu) elli zira bir babı kebîrdir ve bunun levhaları sefine! Nuhun Cûdi dağı üzerindeki ankazına nisbet olunur. Ve bu orta kıble kapusu üzre tâbut misal bir sandukai tavil içre kıraliçe Sofiyenin na'şı mumya halinde olarak medfundur derler, nice eşhas ol sandukaya (el atmağa) cür'et etdiklerinde cami içre bir zelzele ve velvelei azîme yepda olub (el çekmeğe) mecbur olmuşlar imiş...
«Ayasofya makamlarını beyân edelim: «Makam kıble kapusu — Kanadlan Hazreti Nuhun gemisi tahtasından olması mervi idüğünden cümle misafirin tüccar (deniz adamları) ol kapu dibinde iki rekât hacet namazı kılub ellerini kapunun tahtasına sürüb Nuh Nebi ruhuna bir fatihai şerif tilâvet idüb sefere teveccüh eder, gayet mücerrebdir.
«Ziyaretgâhı terler direk — hakkında nice kiylü kal vardır. Kıble kapularınm canibi garbi nihayetindeki kapunun iç yüzündeki bucakda (dört köse) yekpare bir beyaz mermer sütundur ki boyu onbir ziradır. Aşağısında biı* adam boyu bakır kaplıdır; daima ter-
ler durur. Bir rivayetde temelinde tılsımlı define vardır. Diğer rivayetde Yâvedud Sultanın âhı süzinâkinin hararetinden terler. Bir rivayetde dahi Cenabı Resulü Kibriyanın ağzı tükrüğü ile kireç bu sütun altında (karıl-dığından) anın nemnâk tesiriyle terler. Garib temaşadır. Bir âdem (baş ağrısına) mübtelâ olub bu amudun terinden başına sürse biem-rillâh halâs olur. Bir âdemin yüreğinden kan gitse, bu direğin terinden yalasa biiznillâh halâs olur. Bir âdemiarubu ısıtması tutsa, bakırın deliklerinden parmak ile toprak çıkarıb da bağlasa, biemrillâlı istifrağ ederek halâs olur, gayet mücerrebdir.
«Ayasofya kuyusu — Bir âdem yürek oynamasına ve hafakan marazına mübtelâ olsa, üç cumartesi Ayasofya içindeki kuyunun suyundan alessabah aç karnına üçer ker-re nûş itse biizni Hûda kurtulur derler.
«Altın top — Bir kimse (unutkanlığa) uğrasa gerektir ki Ayasofya kubbesinin ortasında asılı olan top altında yedi kesre sabah namazını kılub üç kerre Allahümme yâ keşifül müşkilât ve yâ âlimüssirrü vel hafiyat diyiib her vakitde yedişer siyah üzüm yise -^ biemrillâh öyle zeki ve necib ve mürşid olur ki işitdiği elfaz derununde (sanki taş üzerine nakşolunmuş gibi kalır). Altında bir kerre ibadet edenin dünyevî ve uhrevî müradları hâsıl olur. Hattâ Akşemseddin oğlu Hamdi Çelebiye Göynük kasabasında olkadar (bunaklık) galebe eder ki bir âdem kendisine selâm vermek istese kâğıda bir selâm resmi ya-zarmış. Ana nazar idüb vealeykümüsselâm der imiş. Bu (altun-top altında şifayab oldu), be-lâhatten halâs olub ol an Yusuf ve Züleyha telifine baglayub yedi ayda itmamı müyesser oldu.
«Makamı soğuk pencere — Kıble tarafında Hünkâr kapusunun iç yüzünde şimal tarafına açılmış bir (pencerei) can safadır ki daima anda bâdı nesîm esüb âdeme hayat verir Taşrasmdaki bâği iremin hoş elhan bül-büli güya sının nağmelerinden âdeme gıdayı ruh hâsıl olur. İbtidai fetihde Akgemseddin tefsiri şerif dersini tilmizlerine nakledüb. Bunda Kur'an tilâvet eden vesair ulûma meşgul olan tekmili fünun idüb musannif ola! diye hayır dua edüb el'an anda bir kerre Besmele diyen mahrum kalmamışdır. Hattâ üsta-
dımız (Şeyhler şeyhi) Evliya Efendi ;bu pencerede ilmi kıraati aşere okudup nice bin adam bu mahalde sahibi kıraat olmuşlardır».
Evliya Çelebi, Ayasofya maddesi içinde, İkinci Selim zamanındaki bir taun salgını münasebetiyle bu mabette yapılmış büyük bir taun duasından bahseder ve bu duaya 57,000 (!?) kişinin iştirak eylediğini kaydeder (B.: Kelâmi Ağa).
Büyük seyyah, henüz çarebru bir genç iken Hicrî 1045 (M. 1635) de hocası Evliya Mehmed Efendiden hıfzını tekmil etmiş ve bu yıl Ramazanmının Kadir gecesinde, Ayasof-yanın müezzin mahfelinde Kur'an okurken sesinin güzelliği devrin hükümdarı Dördüncü Muradın nazarı dikkatini çekmiş ve derhal Kozbekçi Mehmed ve Silâhdar Melek Ahmed Ağalar tarafından mahfeli hümâyûn huzura çıkarılmış, pâdişâhın iltifatına nail olarak Enderuna alınmıştı (B.: Evliya Çelebi).
Ayasofyada Lady Montague — On sekizinci asır ortalarına doğru, Lâle devri başında İstanbula, İngiliz elçisinin refikası olarak gelen İngiliz edibesi Lady Montague, meşhur şark mektuplarından birinde, Kontes de P*** ye yazdığı mektupta Ayasofyayı şöyle tasvir eder:
«Saraydan sonra en meşhur bina, Ayasofya; fakat bir Hıristiyan burayı görmeğe güç muvaffak oluyor. İstanbul kaymakamından üç defa müsaade istettim, nihayet belli başlı efendileri toplamış, matlubumu lütfetmek kabil olup olmadığını müftüden sual etmiş. Bu iş onlara o derece mühim gelmiş ki, tamam üç gün müzakere edilmiş, nihayet mükerrer ısrarlarıma muvafakat gösterilmiş. Diğer camilere Hıristiyanlar bilâ müşkülât bırakıldığı halde Türkleri bu cami hakkında kuşkulandıran sebebi bir türlü anlayamadım Burası vaktiyle bir kilise olduğu için, galiba, el'an mozayik halinde görülen ve zaman ile harabeye yüz tutan azizlere dua edilip de camiin kudsiyetihe halel getirilmesin diye çekiniyorlar. Umumiyetle zannedildiği gibi, Türklerin İstanbulda buldukları tasvirleri kamilen tahrib ettikleri katiyen yalan. Ayasof-yanm 113 kadem mermer direklere müstenid kemerler üzerine inşa edilmiş, taşları ve döşemeleri de mermerden. Muhtelif renkte mermer direklere müstenid iki dehliz görülüyor. Kubbe mozayikle süslü, fakat kısmen harabe
yüz tutmuş. Bana bunlardan bir avuç getirip gösterdiler, cam gibi veya avanturin yapılan terkib gibi göründü. İmparator Kostantinin mezarını da gösterdiler, Türkler buna pek ziyade hürmet ediyorlar.
«Size Ayasofya gibi gayet meşhur bir binayı natamam bir surette tasvir ediyorum; fakat sanatı mimariye pek az vukufum olduğunu bildiğim cihetle hiç teferruata girişmiyorum. İstanbulda öyle camiler gördüm ki Ayasofyadan ziyade hoşuma gitti, meselâ Sü-leymaniye Camii...» (Ahmed Refik tercümesi).
AYASOFYA (Küçük) — (B.: Küçtikaya-sofya).
AYASOFYA BOZASI — Evliya Çelebinin kaydına göre Onyedinci asır ortasında İs-tanbulun en namlı 'bozalarından idi, sertliği ile meşhurdu; ırgat, hamal, sandalcı ve tellâk gibi ayak takımı, Ayasofya bozasından bahse tutuşup içerlerdi. İçki yasağı devirlerinde, müsekkir olarak içilirdi.
AYASOFYA ÇARŞISI, MEYDANI, VE SIRA KAHVELERİ — Ayasofya yanındaki Adliye konağının yandığı tarihe kadar (1932), Ayasofya önü, Büyükşehrin kalabalık ve hareketli yerlerinden biri idi. Büyük bir mâbed, Adliye Sarayı ve büyük bir hamam bu faaliyet merkezini bir saç ayağı şeklinde çerçevele misti. Atkestaneleri altında ve Ayasofya hamamının önünde ahşap barakalar halinde sıra kahveler uzanır, yazın mâbed önündeki ağaçlar altına arkalıksız bodur hasır iskemleler atılır, Camiin taş döşeli büyük avlusu, şadırvanı fırdolayı çevirmek üzere keza iskemlelerle donatılır, türbeler önündeki duvar boyunca ve Adliye karşısındaki köşede bulunan, sebilden mabedin doğu kapusu yanına kadar duvar boyunca sıralanmış olan kahvehaneler, bakkallar ve arzuhalcılar Ayasofya çarşısını teşkil ederdi. Cami ile hamam arasında Adliyeye doğru uzanan meydanımsı caddenin iki kenarı boyunca, ağaçlar altında kira arabaları dururdu. Kaç göç devrinde kendini bilen hanım hanımcık kadınlar, Ayasofya meydan ve çarşısından yaya geçmezlerdi. Bu semt, Meşrutiyetten beriye, faaliyet ve hareketini parça parça kaybederek nihayet Adliye yangını ile büsbütün söndü; bu satırların yazıldığı 1948 yılında, günün hemen her saatinde ıssız ve tenhadır; Müze olan Ayasofyanm ziyaretçileri
— 1476
ANSÎKLOPEDlSİ
1477
Ayasofya Çegmesi (Resim: Nezih)
lir. Çeşmeler kesme mermerden, ayna taşları yekpare mermer olup az derin kemerlidirler. Küçük çeşmeler, lüleleri kopmuş, susuzdur; büyük tunç lüleli orta çeşme semtin suyunu temin etmektedir. Tekneler, kemerlerin altına rastlar, diğer çeşmelerde olduğu gibi çıkıntı teşkil etmediğinden kırılmaktan kurtulmuştur. Çeşmelerin kitabeleri şunlardır:
Ayasofya (Resim ve plân:
AYASOFYA ÇEŞMESİ
ecnebilerle mahdut mikdarda mektep talebelerine inhisar etmiş, muazzam ve muhteşem hamam kapanmış, depo olmuş, Adliyenin topladığı mahşerî kalabalık da Postahaneye hicret etmiştir. Meydan - Cadde, etrafın mesken kesafetinden ve okuldan mahrum olması yüzünden, çocukların mahalle stadı da olamamıştır. Yaz günlerinde, tek tuk. sevdazede çiftlere rastlanır, öyle ki, Ayasofya hamamının önündeki revak sütunları üzerinde kalem •ve tebeşirle yazılmış randevu saatleri dahi okunur.
Evliya Çelebinin kaydına göre Ayasofya meydanı, Onyedinci asır ortalarında, Büyük-şehir halkının belli başlı mesire yerlerinden biridir. Fakat bu meydanın hududunu çizmek güçtür; kaba taslak Ayasofya ile Sultanahmed camileri arasındaki saha diye tarif etmek mümkün olup, bu takdirde hamam, meydanın ortasına düşer. Onyedinci asır ortalarında Evliya Çelebinin bahsettiği meydan, irili ufaklı ahşap binalarla dolmuş olacaktır ki, Hicrî 1153 ve 1154 yıllarında iki yangın burasını silip süpürmüş, fakat yerlerine ayni tip yeni binalar yapılması gecikmemiştir. Zamanımızda görülen meydan, .Balkan Harbinden sonra Şehremini Operatör Cemil Paşa (Cemil Topuzlu) tarafından açılmıştır; aşağıdaki notlar, Belediye Mektupçuluğundan emekli Bay Osman Erginin «Mecelle! Umuri Belediye» adındaki büyük eserinden nakledilmiştir:
- «Sultanahmedle Ayasofya arasında kâin meydana gelince, burası 1328 -1329 senelerinde ve Cemil Paşanın zamanı emanetinde açılmıştır. Evvelce mezkûr meydanın yerinde •bir iki mahalle mevcud idi. 1327 -1328 senelerinde iki defa vukua gelen harik dolayı-siyle mezkûr mahalleler kamilen yanmış olduğundan Cemil Paşa muhterik mebani arsalarını istimlâk ettirerek meydana kalbettir-miştir.
«Gerçi Sultan Abdülmecid devrinde Darülfünun olmak üzere Adliye Nezareti binası inşa olunduğu zaman Ayasofya etrafında kısmen istimlâkler icrasiyle tevsiat yapılmış ise de Adliye Nezareti cephesine amud ve Ayasofya binasına muvazi ve iki tarafı ağaçlıklı cadde Sultan Abdülâziz devrinde küşad edilmiştir.
«Ayasofya ile Türk mimarisinin bir nü-munei bedii olan Sultanahmed camii arasın-
İSTANBUL
daki haili kaldırarak her ikisini de enzan te-magagerâna olanca mehabet ve azametiyle iraeye muvaffak olmasından dolayı İstanbul ahalisi Cemil Paşaya medyunu şükrandırlar». 1947 yılı haziranında Adliye karşısındaki sebilin mermer cephesi üzerinde Ayasofya çarşısının yıktırılmış ahşab baraka dükkânlarından birine ait şu duvar kayıtlarına rastlanmıştı:
23 haziran 25 polise, 10 nüfusa, 25 Kürde, 25 Müddeiumumi, 40 Besinci, 25 Baha, 10 Şahin, 35 Mehmedden. 70 Mecidden, 25 Kâmile, 30 Mukbile, 20 Besinci Hukuk.
Bunlar bir kahveci hesabı olsa gerektir. Sebil üzerinde okunan diğer bazı yazılar da şunlardır:
Süleymaniye 78 simit, Hüseyin efendi 1756 adet simit, çocuğun duhulü: l teşrinievvel 1923, hamamda Mustafa efendi 32 kuruş.
* Aklı bılmıyan başına taç
İster tok gezsin, isterse aç
Mastika düz rakı elde kadeh var iken Lökmanlar bile bulamaz anın derdine ilâç
* Bütün dünyayı gezdim bulamadım başıma bir taç
Şu İstanbulda ne zengini tok gördüm, ne fukarayı aç
* Silivrikapu, Karabaş Mahallesi, Lanka Sokağında
Manife Hamın.
Ayasofya meydanı, tarih boyunca çok mühim bir vaka olarak Meşrutiyetin resmen ilânına sahne olmuştur. En heyecanlı günlerini de 31 Mart vakasında yaşamıştır (Bak: 31 Mart Vakası).
İstanbul da şaiben idama mahkûm mücrimlerin sehpası, zamanımızda, ' Ayasofya önündeki meydan - cadde üzerine kurulur; bu satırların yazıldığı sırada burada ipe çekilen son mahkûm, Çatalca cinayetinin faili Küçük Alidir ki, kendisine verilmiyen bir kızın anasını ve babasını, vahşiyane bir surette katletmiş olan bir adamdır.
Af ÂSOFYA ÇEŞMESİ — Alemdar Caddesi üzerinde Ayasofya Caminin önünde müstakil bir adacık üzerindedir. "Ortadaki büyük, iki yandaMleri küçük, bir arada üç çeşmedir, İ. Hilmi Tanışık «Çeşmeler» adındaki eserinde üçüzlü tâbirini kullanmıştır.
1911 (1330) de Mimar Kemal - Vedat Beyler ekolumun mahsulü bir çeşme olup ortadaki büyük çeşmenin kemeri üzerinde Beşinci Melımed Reşadın tuğrası bulunduğuna göre bu hükümdarın hayratı nazariyle bakılaM-
AYASOFYA ŞAMAMI
Sağdaki küçük çeşmenin ayna taşı üstünde Besmelei şerife; kemerinin üstünde:
Ve eealna minelmai kiiîlii gey'in hay
Büyük çeşmenin ayna taşı üstünde: Ve yeskun feha ke'sen kâne min echane necibâ
Solda küçük çeşmenin kemeri üstünde: Ve sekahüm rabbühüm saraben tahûrâ
Ayna taşı üstünde:
Aynen filıa tesma selsebiîâ ,
1330
Orta çeşmeye su geldiğine göre Büyük-şehrin en işlek bir caddesini tezyin eden bu eserin iki yanındaki küçük çeşmelerin metruk ve susuz durması göze hoş gelen bir şey değildir; küçük bir himmet Ayasofya çeşmesine hakkı olan taraveti bahşedecektir.
Bibi.: İ, H, Tanışık İstanbul Çeşmeleri I; REK ve Muzaffer Esen, Gezi notu.
AYASOFYA HAMAMI — Ayasofya üe Sultanahmed Camii arasında îstanbulun en büyük Hamamı ve bir Mimar Sinan yapısıdır.
Hamamı
Reşad Sevinçsoy)
AYASOFYA HAMAMI
_ 1478 —
istanbul
Dostları ilə paylaş: |