İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə27/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   75

Tazelikte lâlezar-ı Kerbeîâ etti beni Tîg-i cellâd-ı verem âteş bıraktı canıma Zahm-i hunrîz-i ciğerfesâya merhemdir deyu Dağlar yaktı tabîban sîne-i sûzânıma Günde üç növbet beni dilhûn edüb dâğ-ı ciğer Bir deva kâr itmemistir derd-i bî dermanıma Akıbet bir demde kan boğdu sehîd etti beni Ey diriga kendi kanım girdi âhır kanıma Hâk-i dergâh-ı Çırağan'dan kıyâmethîz oîup Vâlidim devletle geldi külbe-i ahzânuna Çıktım istikbâline tâbut-ı hûn âlûd ile Can feda kıldım kudûm-i vâlid-i zîşanıma Ol hümâ-yi himmetin girdim kanadı altına Lâne tuttum beççe-i mürg-i dil-i nâlânıma Haeleğâh-ı beyt-i illiyîne ittim intikal Bu yalan dünyâ evi lâyık değildi sânıma Rihletimden elli gün geçtikte bâ emr-i Huda Özleyip oğlum Hüsâmeddin'i aldım yanıma Gülistan-ı âl-i Zehra'dan ciğerparem gibi Nazenin bir gonca takdim eyledim Yezdâmına Yâ ilâhi ehl-i beyt-i Mustafanm aşkına Merhamet kıl hâlime bakma benim noksanıma

Avni Bey, memuriyetinin Üsküdar Bidayet Mahkemesi âzalığına nakli üzerine Üskü-dara taşınmak mecburiyetinde kalmış, semtini öğrenemediğim bir yerde oturmuştur. Anamın sık sık ziyaret ettiği babasını son zamanlarda nikahladığı iyi bir kadınla beraber görmüş, bu çerkes kadını Avni Beye çok sadık imiş, anamı da öz kızı gibi severmiş.

Son yazılarının bir kısmının da orada kaybolduğunu anlatan zavallı anam, babasının hicranına bir de ortadan yok olan eserlerinin üzüntüsünü eklerdi. Babasının karşısında küçük yaştanberi diz çökerek okuduğu Türk Edebiyatının ölmez eserlerini anlamağa çalışan anam, güzel yazılar da yazardı. Hâtıralarını yazdığı bir defterin Darülacezede süprüntü tenekesine atıldığına eminim. Bu defter bugün meydanda bulunsaydı, •belki- de Avni Bey hakkında daha fazla şeyler öğrenmiş bulunacaktık.

Avni Bey (15 zilhicce 1301) 1883 de göz-

lerini yumduğu Üsküdardaki fakirane evinden kaldırılarak vasiyyeti mucibince Eyyub-da Bahariye dergâhının bulunduğu yerde, kain pederi Nazif Efendinin türbesinde zevcesi Emine Hanım yanına defnolunmuştur. Kütüphanesi:

Avni Bey Bağdadda bulunduğu esnada tedarik ettiği birçok mühim tarihî, edebî yazma eserler arasında bir de Mîr Ali hattı ile Mevlâna'nın müze-hheb büyük divanı vardı. Bu çok nefis kitab diğerlerinden üstün idi. Şeyh Hüseyin Fahreddin Efendinin kütüphanesinde büyük' bir titizlikle saklanan bu çok değerli eser, çok teessüf olunur ki bu satırların muharriri Hindistanda esir iken diğer kıymetli yazmalar gibi ortadan kayboldu. Yenikapı Mevlevihânesinin son şeyhi Abdül-baki Efendi tarafından Okunan ve okutulan Divan-ı Kebir-i Mevlâna'nın şimdi nerede olduğu kesin olarak belli değildiş. Bugün için mübalâğasız on bin lira değerinde olan -bu yazmanın ayna gibi parlak İran lakesi kabı üzerinde, onun hakikî sahibi olan ve bugün Darülacezenin fukara mezarlığında yeri belli olmıyan zavallı annemin hayalini görür gibi oluyorum.

Avni Beyin büyük zorluklar içinde topladığı kitab hazinesi Bahariye dergâhının son hayaleti gibi ortadan kayboldu.

Yenişehirli Avni Beyin eserleri:

l — Divan; tam divan tekniği ile tertip edilmiş bulunan divanın yarısı kadarı Hicrî 1306 (M. 1887) tarihinde Mahmudbey Matbaasında basılmıştır. Bu nüshayı okurken üzülmemek kabil değildir. O zaman Maarif Nezareti tetkiki müellefat komisyonu tarafından basım izni verilen bu divan yanlışlarla doludur. Kasideler birbirine, gazeller içice girmiştir. Tertib yanlışlıklarının bir cetveli yapılsa bir risale meydana gelir. Sansür tarafından çıkarılan beyitler, kelimeler sayısızdır. Saraya verilen bir jurnal ile toplattırılıp Ayasofya Hamamının külhanında yakılan bu divanın elde kalan nüshaları nadir bulunur kitablar arasındadır. Bu satırların muharriri tarafından muhtelif el yazısı mecmualarından uzun bir emek neticesi olarak tam külliyat halinde hazırlanan bir muazzam nüsha, şairin edebî hüviyetinin tetkiki bakımından çok mühimdir. Avni Bey matbu, eksik dîvanı ile tam olarak anlaşılamaz, basılmamış kasideleri, ga-

zelleri, mesnevileri, rubaileri hattâ bazı 'hicviyeleri onun şiir dilini tetkik eden birçok zevat tarafından görülememiştir.

Asıl büyük ilham kaynağı büyük Türk şairi Mevlânanın Mesnevisidir. Mesneviyi ezbere bilir, Divanı Kebir elinden düşmez imiş.

II — Mecmuaları ve diğer eserleri: Kendi el yazısı mecmualarında hayatının parça parça sayfaları görülmektedir, Gelibolu ve mülhakatına ait kasaba, köy isimleri, Bağdad seyahati, bazı zevatın ölüm tarihleri, resimler, yarım kalmış rumcadan dilimize çevrilmiş bir roman, bitmemiş bir piyes, ilmî ıstılahat lügati, siyasî makaleler, imzalar, mısralar, mektup suretleri, Atesgede, Mir'atı cü-nun, Yenişehirnâme, Mesnevi tercümesi bu mecmuaların içindedir.

Avni Bey, Arap ve Acemceden başka Rumca ve biraz da Fransızca bilirdi. Avni-nin Farsça divanı İran şairlerinin bile takdi-dirini kazanmıştır. Bütün yazılarını toplu bir halde bastırmak Türk Edebiyat Tarihi namına bir kazanç olacaktır. Onun şiirlerinden uzun misaller vermeğe bu biyografinin çerçevesi dar gelir; bu hususta ufak birkaç örnek vermekle iktifa olunmuştur.

Gazel

Mahşer bizim âyiııe-i keyfiyyetimizdir Gavga-yı kıyamet haberi haîetimizdir Bir âteşe saldın bizi ey mâhlika kim Duzeh eser-i nâire-i hasretimizdir Ya bar-ı belâ ya kadeh-i meygede-i gam Avni çekelim her ne ise kısmetimizdir

Kıt'a

Mey sun duracak zaman değildir sakî Vakt-i gam-ü imtihan değildir sakî Dünyay-i denî kim yalandr derler Vailah Mllâh yalan değildir sakî

Cevdet Paşa Kasidesinden

Adliye makamı görmemiştir Zatı gibi bir vücud-i âdil Binlerce ecille bir t mecelle Tertibine olmamıştı kaaîl

Beyitler

Şarab efşan olur bâl-ü per-i pervane döndükçe Sükûnetyap olur tûfan-ı gam peymâne döndükçe

Hey'eti mecmua-i efrad-ı milk-i milletin Efkârın sorsan felek ehl-i maaşın gösterir

AVNİ PAŞA

— 1356 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1357 —

AVRUPA




CERRAHPAŞA


1896 da Cerrahpaşa - Kocamuştafapasa Caddeleri, Haseki Caddesi, Davudpaşa • Hekimoğlu • Altımermer Caddeleri, Avratpazarı - Direklerarası, Canbaziye ve Hobyar Mahalleleri

(Hatıratına göre kroki - plânı çizen; Reşad Mimaroğlu)

l— Davudpaşa Bahçeli Kahvesi; 2— Hasekibostan Hamamı; 3— Haseki Turşucusu; 4— Südcü; 5— Bakırcı; 6— Bakkal; 7— Haseki İmaretij Haseki Kız, Mektebi, Haseki Medresesi, Şifahine; 8— Timarhane; 9— Zindan; 10— Hekimoğlualipaşa Camii; 11— Davudpaşa Camii; 12— Mezarlık; 13— Helvacı Ömer Ağanın dükkânı 14— Çukur Çeşme; 15— Komik Abdürrezakın evi; 16— Divanı Muhasebat Reisi Zühdi Beyin konağı; 17— Haseki Camii; 18—• Tekke; 19— Bayrampaşa Türbesi; 20— Yağhane; 21— Taşmekteb; 22— Arabhoca Mektebi; 23— Taştekneler; 24— Levazım Reisi Ali Pasa konağı, yıkılmıştır; 25— Davudpaşa Rüş-diyesi; 26— Çiftefırın; 27— Şeyhülharem Mescidi; 28— Balmumucuların Evi, Müşir Edhem Paşa; 29— Tunuslu Ömer Efendinin evi; 30— Celâl Sâhir Beyin evi; 31— Takiyüddin Pasa konağı; 32— Hobyar Mescidi; 33— Namık Kemal'in pederi Mustafa Beyin konağı; 34— Çiçek bostanı; 35— Vasilâki Eczahanesi 36— Mezarlık; 37— Abdülcebbar Beyin kagir konağı ve bahçesi; 38— İzzet Pasa konağı; 39— Evkaf Müsteşarı Hüsnü Efendi konağı; 40— Kör Mehmedin kahvesi; 41—Mimaroğlu ailesinin evi; 42— Hasib Paşa konağı; 43— Meşhur konak?; 44— Sakızlı Nikelinin sebze bostanı; 45— Karakol; 46— Defterdar Hüseyin Rüşdi Efendi konağı; 47— Canbaziye Mescidi; 48— Mezarlık; 49— Kapuçuhadarı Ali Beyin evi, Cerrahpaşa Eczahanesi; 50— Arkadiyus Sütunu; 51— Fırın; 52— Avratpazarı, Direklerarası ve Bahçeli kahveler; 53— Panayotun bostanı.

Mahşerde bakıp çeşmine ol mest-i itabın Hâşâ ola Allahü tââlâ mütehayyir

& # *


Öyle nıe'j'ûsi tesellâyim bu hasretgehde kim Mucib-i sâdi olur hülyada gelmez hatıra

Avni Aktuç

AVNİ PAŞA (Şerif Mehmed) — Matematik bilginlerinden; Harbiye mektebinin er-kâmharb sınıfları astronomi ve taksimi arazi muallimi; (H. 1292) 1876 da, Harbiye mektebinden çıkan erkânmarbîerin birincisidir; mektepteki künyesi «Avni Efendi Sultanse-lim» idi. Tophanei Âmire Meclisi âzalığmda, Demirkapıda Askerî Feriklik rütbesinde de Harbiye Nezareti istihkâm dairesi ikinci reisliğinde bulundu. Galatasaray Lisesi edebiyat muallimi iken ölen Refet Avni, bu zatın oğludur. Paşa, yazın Göztepede deniz kenarındaki köşkünde, kışın da Çenberlitaş karşısında, arsasına Turan apartmaniyle diğer bir aprtman yapılmış olan kaynatasına ait penbe boyalı 'kagir konakta otururdu.

Sermed Muhtar AIus

AVNİPAŞA SOKAĞI — Süleymaniye El-maruf mahallesi sokaklarındandır. Ayşeka-dmhamamı ve Kirazlımescid sokakları arasında uzanır.

Ayşekadınhamamı Sokağı kavşağından gelindiğine göre yol, iki araba geçecek genişlikte ve kaba tas döşelidir, ilerde hafif sola döndüğü yere kadar hep üçer katlı ahşaplarla bezenmiştir.

Kıvrım yakınlarında bozulan ve hafif me-yilleşen yol, kıvrımdan sonra birden dikleşir, ikişer üçer kat kagir ve ahşaplar arasından geçerek yokuş halinde ve bozuk bir şekilde Kirazlımescid Sokağına kavuşur. Sekenesi orta hallice müslüman, Türk aileleridir. (Temmuz 1947).

İsmail Ersevim

AYNİYE — Bilhassa İstanbulda Sultan Aziz zamanında çok taammüm etmiş bir kukuletalı kaput - yağmurluktur. Serasker Hüseyin Avni tarafından ordu erkân ve zabıtanı için de kabul edildiğinden paşanın adına nis-betle Avniyye denildiği söylenir. Tercihan deve tüyü ve siyah çuhalardan yapılır, bedeni ve kolları bol, kukuletanın kenarı, önleri, omuz, yan dikişleri ve kol dikişleri çuhanın renginde bir şeritle çevrilirdi.



Avniye; Hafız Ömer Faiz Efendinin sırtında (Resim: Ayhan)

Kışın ayıp örter, yağmurlu havalarda şemsiye aratmaz, iyi bir çuhadan yapılanı eskimek bilmez, müteva-zi, kalender işi bir kisve idi. A-lafrangalığa düş ;,f kün olmayan İstanbullular tara-fından bir yarım asır kadar seve seve giyilmiştir. Abdülâ-zizin de av-niy-yeli bir fotoğra fi vardır.

AVRAM GALANTl— (B.: Galanti, Av-ram).

AVRAM LEON (Mişonoğlu) — Matbaacı; H. 1300) M. 1882 de açmış olduğu matbaası Çakmakçılar Yokuşunda aralık sokakta idi. Hurufat ve litografya üzerine türkçe, rumca, fransızca, ermenice ve yahudice eserler dizer ve basardı. Matbaası ve kendi hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi. : Resmî Maarif Salnamesi.

AVRAT PAZARI — Satıcısı da alıcısı da kadın olan pazarlardır ki İstanbulda da bir semte vaktiyle adını verecek kadar büyük bir Avratpazarı kurulurdu. İstanbul Avratpazarı, Cerrahpaşa - Kocamuştafapasa Caddesi boyunda, kısmen de Arkadiyus sütunu önünden Tasmektep, Bayrampaşa medrese ve tür-basine çıkan yağhane sokağında ve kısmen de • Haseki Caddesinin buraya düşen parçası üzerinde kurulurdu ki semt Avratpazarı diye maruftu. Hattâ, Kanunînin zevcesi Hurrem Sultanın, cami, mektep, medrese, imaret, hamam ve bir hastahaneden mürekkep muazzam hayratı inşa edileceği zaman, sureti mahsusada burası, Avratpazarı seçilmişti.

İstanbul Ansiklopedisinin asîl ve necib dostlarından Reşad Mimaroğlu, göndermek lûtfunda bulunduğu notların birinde, ki bu. notların hepsi İstanbulun tarihî ve içtimaî topografyası bakımından eşsiz bir kıymet taşımaktadır, Avratpazarı hakkında şunları yazıyor:

«Aslen o semtti olan pederim İbrahim Lütfi Bey ve büyük validem Hadice Ruhfeş hanım Cerrahpaşa Avratpazarının kurulduğu zamanlara yetiştiklerini söylerlerdi. Şehzade-başındaki Direklerarasmm küçük çapında, üzerleri kiremit ile örtülü ahşap diğer bir D'reklerarası da Cerrahpaşada Avratpazarm-da vardı. 1905 tarihinde çatı kaldırılmış ve altındaki dükkânlar sokağa çıkmıştır. Burada dört bahçeli kahve, bir tatlıcı dükkânı, iki bakkal bir de manav vardı; bu Direklerarası-nm hududu, Üçüncü Belediye dairesi çıkmazı ile Canbaziye Mescidi sokağı idi. Yine merhum pederle büyük valide 1255 = 1839 tarihinden, evvel, Avratpazarının Direklerarası kısmının

daha geniş ve uzun, Cerrahpaşa Camii yanın-dakini Kürkçübaşı Sokağının başına kadar imtidat ettiğini söylerler idi».

AVEATPAZÂR! HAMAMI — (B.: Haseki Bostan Hamamı).

AVRATPAZARI YANGINI — (H. 1140) M. 1727 de Sipahi çavuşlarından Mehmed Çavuşun evinden çıkan ateşle bir iki ev yandı; yapılan tahkikatta yangının bu zatın bir acem kölesi tarafından intikam maksadiyle çıkarıldığı anlaşıldı.

AVRUPA — İkinci Malımud devri sonları ile bilhassa Tanzimat Devri demlen Ab-

t- ]<ÎSq A Hasetınıâ



VA°\m3'-'~~ ı Hastıkjnt'.

V/för\ti1nfl J / j *


AVRUPA KÜTÜBHÂNESİ

1358 —

İSTANBUL

1359 —

AVRUPA TİYATROSU




dülmecid ve Abdülâzizin münevver mutlaki-yet devrinde, Türklerin Avrupalı kılık ve kıyafetine rağbet etmeğe başladıkları sırada, kadın ve erkek, saç kesimi ve yüz çeki düzeninde de yenilikler olmuştu; Kadınlarda alın boyunca iki kaşın üstüne dökülen top kâkül bıraktılar; erkekler, bilhassa gençler ve bulûğ çağındaki oğlan çocukları yazın başlarını usturaya vurdurur ve kısın da bir parmak eninden fazla saç bırakmazken saçlarını Avrupalılar gibi uzattılar, yüz şekillerine göre yandan, ortadan ayırıp taradılar; kadınların top kâ-külleriyle nevcivanların ve oğlanlaîarın uzun saçlarına «Avrupa» denildi.

İkinci Mahmud devrinin kıyafet inkılâbına kadar, bulûğ çağından sonra saç ancak köçek oğlanlar veya mahbubdost e-kâbirin yârü ağyardan gizli bakıp büyüttükleri sînebülbülleri tarafından bırakılırdı; İkinci Mahmudun setire pantalon giydirmesi kadar taranan uzun saçlar da mu-taassıb muhafazakârlarca hoş karşılanmamıştı, «Firenge taklid bid'at» dediler; devrin zihniyetini gösteren bir fıkra vardır:

Etem Pertev Paşa, iki oğluna setire pantalon giydirip Sultan Mahmuda götürür, padişah çocukları sevip okşadıktan sonra babalarına: «Başlarını tıraş ettirmişsiniz başları da Avrupa olsun» der, Pertev Paşa: «Nezle oluyorlar da efendimiz..» diye cevap verecek olur. Sultan Mahmud: «Alışırlar alışırlar saçları Avrupa olsun..» diye emreder.

Aşağıdaki manzume adını tesbit edemediğimiz muhafaza-•kâr bir şairin «Avrupa» lı bir . genç paşazadeyi tehzil yollu yazılmıştır:



Pek yaraşmış ak pantalon mum gibi Peşindeki âşıkları kum gibi Güzel beyim civanların içinde Taze çıkmış sakızlı lokum gibi

Gönül çeler başındaki avrupa

Güzel beyim hem nazlıdır hem hoppa Geçen asır sonunda Alafranga hanım
Davet itsem aceb gülüm gelir mi yaşmak ve ferace altında


Hâne viran hem semtimiz pek sapa (Müsâhibzâde, Eski İstanbul yaşayışı)

Çeçen asır sonunda İstanbulda Avrupa modası, bir Hanımefendi ve sabahlığı içinde küçük

hanım

(Müsâhibzâde, Eski İstanbul yaşayışı)

Beyimin saçına reşk itse gerçek Ağzı sulanarak tavşanla köçek Köçekler içinde Menekşe, Fulya Yasemin var anıma yok böyle çiçek



Uşak olsam ben giydirsem ben soysam Avrupayı hem tarasam hem koksam Lütfedüp de ayağını öpdürse Yüreğimde ne gam kalır ne tasam

Paşa babanıza arzetsen nola Beni katsın beyim yanına îala Sitem etme avrupanı savurup Dime bu kuluna avucun yala.

AVRUPA KÜTÜPHANESİ — 1880 - 1890 arasında, Babıâli Caddesinin Fransızca kitab ve gazete satılan ilk dükkanlarından biridir, sahibi A. Biberciyan adında bir ermeni idi; bilhassa ecnebi dil öğrenmeğe hevesli mekteplileri «l'Ecolier Illustre»

«Le Petit Francais Illustre» gibi mecmualara abone kaydederlerdi.

Bibi.: Devrin Gazeteleri.

AVRUPA TİYATROSU — Geçen asır sonlarında Calatanm oyunlu rezalethanelerin-den; Ahmed Rasim, «Fuhuşiatîk» deki hâtıraları arasında, bu tiyatroyu şöyle tasvir ediyor:

«Peruz'un kaşı, gözü, ağzı, burnu, tavrı, hali, göz süzüşü, nağmeleri, davudî sesi daha dilfirab, daha cazib, daha tatlı gelirdi. Meselâ boynunda mısırbuğdaycı sepeti, elinde tas ile

çıkarak:

Mısırımı kavururken

Dumanını savururken diye başlayıp;

Usta yapar, çırak satar



Satamazsa dayak atar

kuyruğu ile bitirdi mi localardan, sandalya-lardan çiçekler, buketler, fiyongalı mektuplar atılır, şangırdı, hüngürdü, patırdıdan bina yıkılacak zannedilirdi!

Peruz daha işveli, daha şiveli, daha marifetli, daha şehvet âmiz, daha munis görünüyordu. Onun için tiyatronun sahneye karib ciheti dopdolu bulunuyordu. Tersane, topçu neferlerinden, sıkma potur üstüne kukuleteli sako giymiş naturlardan, dellâklardan, hafiye efradından, mavnacı, salapuryacılardan tutun da kalem mümeyyizlerine, on dört on, beş yaşlarındaki çocuklara varıncaya kadar bütün tenevvüat buralarda ahzi mevki ederlerdi. Arada sırada hissi rekabet sahneye işporta artığı limon, portakal kabuğu, çiy yumurta, muşmula attırır, rakipler arasından tokattan, sopa, usturpadan başlayan münazara ustura, bıçak, demir keşidesi, bazan da tabanca endahtı ile nihayet bulurdu.

O zaman Peruz için derler idi ki: — Çok kimsenin katili olmuş, çok gencin canını yakmış bir kahbedir!..

Bu hükmü hattâ bir vak'a da ispat ettiydi:

Bir günı oyun henüz başlamamıştı. Sahneye giden yolun solunda bir oda vardı ki oro-da kahve, bira gibi meşrubat satılırdı. Bittabi ben buraya giremezdim. Sözün doğrusu girmeğe de cesaret edemezdim. Çünkü burada Galatada ün kazanmış kabadayılar, hacamatçılar (!), polisler, biraz evvel söylediğim hafiyeler, şuradan buradan getirilmiş karılar, pa-

ralı, enayi tutkunlar bulunuyordu. Hıncahınç dolar, yer bulunmazdı.

Evet. Bir gün yine bu oda böyle yükünü almıştı. İçeriden Peruz kemali havf ve telâşla fırladı. Ardı sura odanın kapısından içi dışına çıkıyormuş gibi bir boşanma göründü. Çıkanların cümlesi de korkudan yekdiğerine benzemişlerdi!

O anda acı acı bir ieryad duyuldu. Bu

feryad:


— Ah!.. Vuruldum!.. Sol mememden!,.

Yandım!.. Diyordu. Çıkanların biri de:

— Bıçakçı Petri vurdu!..

Diyor, gözler dönük, baş açık, eller, dudaklar lerzedar bir halde:

— Tutun!

Nârasiyle tiyatronun merdiveninden kaçıyordu.

Ne dersiniz? Bir dakika sonra koca binada zavallı mecruhtan başka kimse kalmadı

idi...


Ben refikim ile beraber arka camlardan birinin önünde dona kalmıştık. Korku ikimizi de sanki mıhlamıştı. Caddeye bakabildiğim zaman yüzlerce kimsenin başı yukarıda âva-kibe intizar en birikmiş olduklarını gördüm.

En nihayet bir iki polis, ellerinde tabanca olduğu halde gölündüler. Ardları sıra üç kişi de geldi. Bıçakçı Petri odanın camından atlamış gitmiş imiş!...

Mecruhu kaldırdılar, koltuğuna girdiler... Sürükler gibi götürdüler. Biçarenin üstü başı kan içinde idi. Sararmış, gözleri kapanık, ağzı açık idi.

Yine diyorlardı ki:



  • Komik Hamdi Efendi içeride bayıl
    mış!..

  • Büyük İsmail Efendi sahnenin altına

saklanmış!..

.Peruz ortadan kaybolmuş!...»

Sermed Muhtar Alus da «On ikiler» adındaki romanında şunları yazıyor:

«Avrupa tiyatrosu Komik Arifin idaresinde. Burada da, birkaç yıl sonra İstanbula ün yayacak aktrisler ve aktörler:

Meşhur Peruz, Aranik, hanende Deli Peruz, Agato Eleni... Kavuklu Hamdi, Büyük ismail, Komik Ali Rıza, Küçük Asım (Asım Baba), Davulcu Ahmed, Hasköylü Avram...

AVRUPA TÜCCARI

— 1360 —


İSTANBüL

ANSİKLOPEDİSİ

1361

AVUKAT CADDESİ




Peruz, Şerbethane Sokağı umumhaneci-lerinden Kalifaryanın kızı; babalığı da meşhur Tavukçu Mihal.»

AVRUPA TÜCCARI — Üçüncü Selim zamanı ile Tanzimat'tan az sonraya kadar geçen devir içinde, Türkiye tebaasından olup da bilhassa Türkiye ile Avrupa arasında ticaretle meşgul ve devletçe himaye gören gayri müslimlere verilen, resmî bir unvandır. Bu devlet himayesine, bu mevzuda yazı yazanların tabiriyle imtiyaz demek caizse, ayni imtiyaza sahip olan Türkiye tebaası müslüman tüccarlara da «Hayriye tüccarı» unvanı verilmişti (B.: Hayriye Tüccarı).

Gerek Avrupa tüccarlarının, gerekse Hayriye tüccarlarının devletçe sureti mahsusada himaye edilmesine Kapitülâsyonlardan istifade eden ve «müste'men» denilen ecnebi tüccarlara karşı alınmış bir tedbir olarak bakılabilir.

Avrupa tüccarları, dahilde ve hariçteki ortaklariyle beraber, büyük sermayeleri temsil ederlerdi. Ellerinde firmanın mümessiline hitaben yazılmış birer beratı hümâyûn vardı ki, Avrupa tüccarı intihap olunanlardan beratın tevcihinde ve tebeddülü saltanat vukuunda tecdidinde 1500 kuruş bir harç alınırdı; o devrin rayicine ve işin azametine nisbetle beratı yazacak kâtip efendiye «kahve bahşişi» denilse yeridir; bunu «o zamanlara göre mühim paradır» diye âdeta bir imtiyaz bahşettirecek bir hazine kazancı gibi göstermek, herhalde yanlış olur; Selimi Şalisi iclâs kasdi ile İstanbula gelip de Hicrî 1223, (M. 1808) dar-bei hükümetinde İkinci Mahmudu tahta oturtan Alemdar Mustafa Paşanın muhafızlarından aleîâde bir neferin başına üç bin kuruşluk şal sardığı düşünülürse, Hicrî 1224 (M. 1809) de tecdid olunan Avrupa tüccarları beratlarından alınan harçların bir imtiyaz bahsi •karşılığı olmadığı anlaşılır. Eski Belediye Mektupçusu Osman Nuri Ergin, Mecellei Umuru Belediye adındaki eserinde Avrupa tüccarlığının başlangıcını, 1795 - 1802 arasında tesbit ediyor.

Avrupa Tüccarlığı adiyle dış ticaret devlet himayesine alınırken bir Ticaret Nezaretinin temeli atılmak zarureti de hasıl olmuş, Avrupa tüccarlarına bir merci olarak nazır ünvaniyle Divanı Hümâyun beylikçisi memur edilmiştir; tüccarların bu nazır ile daimî te-

masını temin için de, aralarından bir sene müddetle iki vekil seçmeleri usulü kabul edilmiştir. Ellerine verilen beratlarla Avrupa tüccarlarına, ortaklarına ve ikişer nefer hizmetkârlarına temin olunan menfaatler şunlar olmuştur.•>

«Kendileri veya .adamları, kasdi ticaret ile bir yere gidecek oldukta, yol emirlerinin çıkmasında sürat ve suhulet gösterilecektir. Adamlarından biri, icabederse, memleketin diğer herhangi bir ticaret merkezinde oturabilecektir. Herhangi bir yerden senetli alacakları oldukta, vekillerin ve esnafın tevatü-ren şehadetleri inzimamı takdirinde, matlubu mahkemece tahsil olunacak ve ancak yüzde iki tahsil resmi alınacaktır. Müslim ve gayri müslim Türkiye tebaasından biriyle veya bir ecnebi ile 4000 akçadan ziyadelik dâvalarına, kenar mahkemelerde değil, arz odasında, sa-dırâzam huzurunda bakılacaktır. Gerek müslim, gerek reayadan biri, Avrupa tüccarını dava edip murafaa için hâkim huzuruna çıkartmak istediğinde Avrupa tüccarının itibarını kesredici bir muamelede bulunulmayacak mahkemeye, nazır tarafından tâyin edilen mübaşir ile getirilecektir, hapsi iktiza ederse, yine nazır (Divanı hümayun beylikcisi) tarafından hapsedilecektir. Avrupa tüccarlarının müsts' men tüccarlarla bir nizâları' zuhur ederse, dâvaları evvelâ nazır tarafından mümeyyiz tüccarların iştirakiyle tetkik edilecek, netice, da- . vanın arz odasında rüyet edilmesi için Reisül-küttapîığa (Hariciye Nazırlığına) bir takrir ile bildirilecektir; Bu niza' taşrada, 4000 akçelikten az olanlar mahallî hükkâm tarafından hal ve fasledilecek, 4000 akçelikten yukarı dâvalar İstanbula nakloluncaktır. İthal mallarından, müste'men tüccarlar gibi yüzde üç gümrük resmi ödeyeceklerdir. İhraç mallarından da keza yüzde üç resim ödeyecekler, kendilerinden gümrük izinnamesi gümrük harcı, mastariye ve refti gümrük namlariyle bir akçe ve bir habbe taleb olunmıyacaktır. Gümrük eminleri tarafından alınan bu gibi resimler derhal iade ettirilecektir. Avrupa tüccarlar, valiler ve voyvodalar tarafından şer'i şerif hilâfına tecziye ediimiyeceklerdir. Avrupa tüccarları da, kendi ticaret işlerinden; gayri şeye karışmıyacakiar, bilhassa kocabaşıların umuruna müdahale etmiyeceklerdir; eğer bir yerde beratlı Avrupa tüccarından gayri koca-

başılığa lâyık kimse bulunmazsa, bütün ahalinin muvafakatini bildirir bir hüccet tanzimi şartiyle, o Avrupa tüccarı kocabaşı olabilecektir; fakat reaya hakkında bir taaddisi görülürse, kendisine neticenin vahim olduğu anlatılacaktır. Beratlı tüccarlardan birinin ölümü takdirinde, veresesi sagir ve sagire, gaip ve gaibe değilse ve mirasın taksimini istemeyip ölünün işini hali üzere devam ettirmek arzusunda iseler, tereke mühürlenmiyecektir, bu takdirde verese, mühür keyfiyeti için tazyik edilmiyecektir. Avrupa tüccarları, kendileri için senevi 20 kuruş, beher hizmetkârı için de onar kuruş cizyeye tâbi olup bu cizyeler vekiller vasıtasiyle tahsil olunup Avrupa tüccarlarının defteri mucibince toplu olarak her sene muharremin başında nazıra, nazır tarafından da İstanbul cizyedarma teslim olunacaktır. Ellerinde Avrupa tüccarı hizmetkârlığı beratı olanlara ayrıca cizye kâğıdı ve-rilmiyecektir. Avrupa tüccarlarının evlât ve taallû-katı ve beratlı hizmetkârlarından gayri hizmetkârları diğer reayanın tâbi olduğu cizyeye tabidirler. Beratlı Avrupa -tüccarları, kendilerinin Türkiye tebaası olduklarını unuturlar, ubudiyet ve raiyet âdab ve merasiminin, dışında harekette bulunurlarsa, ellerinden beratları alınacaktır. Avrupa tüccarı beratı alanlar, beratlarını İstanbul Kadılığı siciline kayd ettireceklerdir.»

Beratîı Avrupa tüccarları, bu devlet himayesiyle kısa bir zaman zarfında büyük servet sahibi oldular. İçlerinden, emtiai ticariye-yi kendi gemileriyle nakleden büyük armatörler çıktı. Bazıları küfranı nimette bulundular, Türkiye aleyhine siyasete karıştılar, Etniki Eterya gizli cemiyetine girenler, Mem-leketeyn ve Mora isyanlarında rol oynayanlar, Morada âsi çete reislerine para yardımında bulunanlar, silâh kaçıranlar oldu.

AVTAYLON (Haham) — On sekizinci asır ortalarında yaşamış seçkin bir bestekâr, Edir-nede doğmuş, muhtemel ki genç yaşında İstanbula gelmiş ve şöhretini Büyükşehirde yaymıştır. Türkler arasında «Küçük Hoca» lâkabı ile tanınmış olan bu sanatkâr, muhtelif makamlardan şen ve şuh yürük semailer, gerdaniye faslını, segah peşrevini bestelemiştir. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı

Bibi.: Avram Galanti, Türkler, Yahudiler

AVUKAT CADDESİ — Beyoğlu, kazasının Şişli nahiyesinin Paşa mahallesi ile Düa-tepe mahallesi yollarından; Yemişlibahçe Sokağı, Şahap Sokağı kavşakları ile Darülaceze yolu arasında uzanır. Yemişli bahçe, Şahap sokakları kavşağından girildiğine göre Şahadet Sokağı Lala şahin Sokağı, Evranoszade Sokağı, Şahmerdan sokağı, Ortanca Sokağı bu cadde üzerinden geçerler. Her iki kolda , kavşakları vardır. Ortanca sokağının biraz ilerisine -kadar olan birinci kısmı iki araba genişliğinde ortası paket taşı, iki kenarı ka-bataş döşeli, ortası yüksekte iki kenarında ka-bataş döşeli birer kişilik yaya kaldırımı olan bir caddedir. İki kenarı boyunca ikişer, üçer, •katlı büyük bir kısmı kagir, ahşap .ve beton evler sıralanmıştır. Sol kolda Lalaşahin sokağı ile Evranoszade Sokağı arasında Ayii Apos-toli rum ortodoks kilisesi vardır. Bu parça bir çarşı boyudur: Sağda bir attar, bir sirkeci, ahşap bir kulübede bir eskici, iplik dokuma fabrikası, bir sütçü, bir kunduracı, iki terzi, bir saraç, bir kahve, tekke, bir attar, Düate-pe Mahallesi muhtarlığı, iki bakkal, bir kömürcü, bar akamsı bir kulübede bir eskici, bir helvacı, bir çayevi, solda bir terzi, bir arpacı, bir saraç, iki bakkal, bir baharatçı - kökçü attar, bir kömürcü, bir kalaycı, bir kasap, bir tatlıcı, bir kahvehane, bir helvacı, bir çayevi, bir aşçı, bir fırın bulunmaktadır. Sol kolda Ortanca Sokağı kavşağı, sağ köşesinde arsa yanında kabataştan yapılmış terkos suyu bir çeşme vardır ki bu semtin su ihtiyacını temin eder. Yemişlibahçe Sokağı kavşağı köşesinde dört katlı Feriköy Kardeşler apartmanı bulunmaktadır. Bu kısımda sekene, Türk ve gayri müslim karışıktır. Ortanca Sokağında başlıyan caddenin ikinci kısmı, manzarasını değiştirerek meyilli, bozuk, sonuna doğru dirsekli, toprak bir yol halinde Darülaceze yolunda sona erer. Sağda Feriköy Kuyu Sokağı ile bir kavşağı vardır; Bulanıkdere Sokağı ile de bir dört yol ağzı yaparak kesişir. Yalvaç sokağı, Karakullukçu sokağı, Ferahnak Sokağı ile de keza birer kavşağı, solda Teneke sokağı, (bu sokak 1934 Belediye Şehir Rehberinde gösterilmediği halde sokak üzerindeki levhada Teneke Sokağı diye yazılıdır.) Kahramanbey Sokağı ile birer kavşağı vardır. Üzerinde birer katlı bakımsız ahşap evceğizler, bir, iki tane ikişer katlı, kagir veya ahşap evler ve



AVUKATŞERÎPEFENDİ SOKAĞI

1362


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1363

AYAİRİNI



arsalar vardır. Sekenesi umumiyetle fakir Türk aileleridir. Sağda dört bakkal, solda bir kahvehane, bir çayevi, bisiklet tamircisi, Paşa mahallesi muhtarlığı bulunmaktadır. Sokağın sonuna doğru sokakta sıtma mücadele memurları tarafından tahta kapakla kapatılmış bir kuyu, biraz daha ilerisinde ağzı yekpare mermer bilezikli çıkırıklı bir kuyu daha vardır. Mahalle halkının anlattığına göre sular idaresi tarafından su geçirilecek diye su boruları döşenmiş ve bu vesile ile de üç sene-denberi sekiz yüz kadar ev yıktırılmış. Bu satırları yazarken bu mütevazı semtin bir bahçeli kahvesinde gramofonla plâklar çalınmakta, sokakta yalın ayak toraman çocuklar oynaşmakta idiler; pek şenlikli idi (mart 1947).


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin