Türkiye işçi sınıfı tarihinin hiçbir döneminde kendisiyle buluşma yeteneği gösteren devrimci bir politik önderliğe kavuşamadı. Bugüne kadar işçi sınıfını temsil etmek, onun öncüsü olmak iddiasıyla ortaya çıkan parti ve örgütler, ya TKP örneğinde olduğu gibi gerçekte kurulu düzeni aşamayan sosyal-reformist akımlar oldular, ya da ‘70’li yılların devrimci demokrasisi türünden, küçük-burjuva bir toprakta yeşerip gelişen sınıf dışı halkçı-devrimci parti ve örgütler olarak kaldılar. Küçük-burjuva dalganın kırılması ve sınıf hareketinin sahnenin önplanına belirgin bir biçimde çıkmasına bağlı olarak bu sonuncular (devrimci-demokratlar) nihayet işçi sınıfına yöneldiklerinde ise, kendi geçmiş ideolojik-sınıfsal kimliklerini aşamadıkları için sınıfın devrimci önderlik ihtiyacını karşılayabilecek yeteneği de doğal olarak gösteremediler.