Şüphe yok ki, sorunun 1902 Rusya’sında kendini ortaya koyuşunun kendine özgü bir karakteri ve çerçevesi vardır. İdeolojik birlikten, merkezileşmiş bir ortak örgütlenmeden, dolayısıyla da kurumlaşmış bir merkezi önderlikten yoksun, bölünmüş ve birbirinden önemli ölçüde kopuk mahalli örgütlerden oluşan bir hareketin sorunlarıdır burada tartışılan. Böyle olunca, merkezileşme, öncelikle her türlü bilgi ve ilişkinin merkezileştirilmesi, merkezi önderliğin yönetimine ve denetimine sunulması, en acil, en öncelikli, dolayısıyla özgün olan sorundur.
Fakat sorunun kendine özgü pratik görünümü bu olsa bile, Lenin’in bu kendine özgü sorunu “parti faaliyetinin son derece önemli bir ilkesi” çerçevesi içinde tanımladığına özellikle dikkat edilmelidir. Merkeziyetçilik ve ademi merkeziyetçilik kavramlarının diyalektik ilişkisi üzerine yapılan tanımlamanın, bizim bugünkü sorularımız bakımından da hayati bir önemi olan en kritik sonucu şudur: “Partiye olan sorumluluğu mümkün olduğu kadar ademi merkezileştirmeliyiz. Bu ademi merkeziyetçilik, devrimci merkeziyetçiliğin zorunlu bir önkoşulu ve zorunlu bir düzelticisidir”.(157)