“Türkiye devrimci hareketinde bugün de acısı duyulan düşünce kısırlığı, yalnızca birikimsizliğin, teoriyi küçümsemenin, dogmatizmin ya da kopyacı ve taklitçi eğilimlerin değil, örgütlerin yaşamında ‘önderlik’ kavram ve kurumunun bürokratik bir yorumla yozlaştırılmış olmasının da sonucudur. Düşünen önderler/uygulayan militanlar, zımnen benimsenmiş, fiilen yerleşmiş bir anlayıştı küçük-burjuva bürokratik örgütlerin pratiğinde. Yüzlerce, binlerce militan şu veya bu örgütün saflarında, her türlü fedakarlığı göze alarak çalışıyor, savaşıyordu. Ama, bu aynı örgütlerin düşünce yaşamına pek az, çoğu kere de hiç katılmıyor, bunun ortam ve(164)olanaklarından yoksun kalıyordu. ... Abartmadan denebilir ki, geçmişte örgütlerin iç yaşamına, tabandan gelen düşünce ve eleştirilerin bastırılması ve boğulması çizgisi egemendi. Ortada gerçekten bir “sürü” vardıysa, bunun sorumlusu “değnekli çoban”lardan başkası değildi.