Bu konuda elbette hayalci değildik. Bunun 20 yıllık bir zaman içinde ve büyük bir sosyal-siyasal hareketlilik zemininde oluşmuş, kendine özgü köklü (ve aynı ölçüde dirençli) bir kültürden kopmak demek olduğunu iyi biliyorduk. Öte yandan, bu tür bir kopuşu sürükleyecek yeterli ilk güçlerden, özellikle de önderlik kadrolarından yoksun olmanın açmazlarıyla da yüzyüzeydik. Yeni bir örgüt kültürünü yaratmakla yüzyüze olan insanların büyük bir bölümünün tam da kendileri, gerçekte, güçlü bir biçimde eski örgüt kültürünün canlı taşıyıcılarıydı.