İkinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalizme sadakatini kanıtlamak için hiçbir fırsatı kaçırmayan Türk burjuvazisi, daha NATO’ya bile girmeden ve elbette sadakatini gösterip girebilmek için, Kore’ye asker gönderdi. Böylece, Kore halkının haklı devrimci kurtuluş mücadelesine karşı ABD emperyalizminin yanında yeralmakla kalmadı, Türkiye’den çok uzak bir coğrafyada yaşanan savaşın emperyalist cephesine bizzat katıldı. NATO’ya girdiği andan itibaren ise (Şubat 1952), tüm uluslararası platformlarda ve sorunlar karşısında, bu saldırgan emperyalist örgütün ve ABD’nin sadık bir izleyicisi olarak davrandı. Türk sermaye devletinin emperyalizmin hizmetinde bölge bekçiliği NATO’yla da sınırlı kalmadı. Bizzat emperyalistlerin teşviki ve yönlendirmesiyle, işlevi bakımından NATO’nun bölgesel bir uzantısından başka bir şey olmayan saldırgan Bağdat Paktı (daha sonraki adıyla CENTO) içinde yeraldı. NATO ile kölelik antlaşmaları yetmezmiş gibi, yanısıra ABD ile de bir dizi ikili kölelik antlaşmaları imzalandı. Bunlarla ABD’ye Türkiye topraklarında bir dizi askeri, siyasi ve hukuki imtiyaz tanındı ve bu antlaşmalar, her seferinde daha ağır koşullarda yenilenerek uzatıldı.