M. Pickthall (English)
|
(Their way is) as the way of Pharaoh's folk and those before them ; they disbelieved the revelations of Allah, and Allah took them in their sins. Lo! Allah is Strong, severe in punishment.
|
Enfâl Suresi
53
ذَٰلِكَ
bu böyledir
|
بِأَنَّ
çünkü
|
اللَّهَ
Allah
|
لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا
değiştirmez
|
نِعْمَةً
ni'meti
|
أَنْعَمَهَا
onlara verdiği
|
عَلَىٰ قَوْمٍ
bir millet
|
حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا
değiştirmedikçe
|
مَا
bulunanı
|
بِأَنْفُسِهِمْۙ
kendilerinde
|
وَأَنَّ
ve şüphesiz
|
اللَّهَ
Allah
|
سَمِيعٌ
işitendir
|
عَلِيمٌ
bilendir
|
|
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
Żâlike bi-enna(A)llâhe lem yeku muġayyiran ni’meten en’amehâ ‘alâ kavmin hattâ yuġayyirû mâ bi-enfusihim(ﻻ) veenna(A)llâhe semî’un ‘alîm(un)
|
Ali Bulaç Meali
|
Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Zira, bir topluluk kendilerini değiştirmedikçe, ALLAH onlara verdiği nimetleri değiştirecek değildir. ALLAH İşitendir, Bilendir.
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunan(güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği ni'meti değiştirmez. Allah işitendir, bilendir.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir.
|
Yusuf Ali (English)
|
"Because Allah will never change(1221) the grace which He hath bestowed on a people until they change what is in their (own) souls: and verily Allah is He Who heareth and knoweth (all things)." *
|
M. Pickthall (English)
|
That is because Allah never changeth the grace He hath bestowed on any people until they first change that which is in their hearts, and (that is) because Allah is Hearer, Knower.
|
Enfâl Suresi
61
وَإِنْ
eğer
|
جَنَحُوا
onlar yanaşırlarsa
|
لِلسَّلْمِ
barışa
|
فَاجْنَحْ
sen de yanaş
|
لَهَا
ona
|
وَتَوَكَّلْ
ve dayan
|
عَلَى اللَّهِۚ
Allah'a
|
إِنَّهُ
çünkü
|
هُوَ
O
|
السَّمِيعُ
işitendir
|
الْعَلِيمُ
bilendir
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
Ve-in cenahû lisselmi fecnah lehâ vetevekkel ‘ala(A)llâh(i)(c) innehu huve-ssemî’u-l’alîm(u)
|
Ali Bulaç Meali
|
Eğer onlar barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Onlar barışa eğilim gösterirlerse sen de ona eğilim göster ve ALLAH'a güven. O, İşitendir, Bilendir.
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah'a güven. Çünkü işiten ve bilen O'dur.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a dayan, çünkü O, işitendir, bilendir.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Eğer barışa eğilim gösterirlerse sen de buna yanaş ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
|
Yusuf Ali (English)
|
But if the enemy incline towards peace, do thou (also) incline towards peace, and trust in Allah. for He is One that heareth and knoweth (All things).(1228) *
|
M. Pickthall (English)
|
And if they incline to peace, incline thou also to it, and trust in Allah. Lo! He is the Hearer, the Knower.
|
Enfâl Suresi
63
وَأَلَّفَ
ve uzlaştırdı
|
بَيْنَ
arasını
|
قُلُوبِهِمْۚ
onların kalblerinin
|
لَوْ
şayet
|
أَنْفَقْتَ
sen verseydin
|
مَا
bulunan
|
فِي الْأَرْضِ
yeryüzünde
|
جَمِيعًا
herşeyi
|
مَا أَلَّفْتَ
yine de uzlaştıramazdın
|
بَيْنَ
arasını
|
قُلُوبِهِمْ
onların kalblerinin
|
وَلَٰكِنَّ
fakat
|
اللَّهَ
Allah
|
أَلَّفَ
uzlaştırdı
|
بَيْنَهُمْۚ
onların arasını
|
إِنَّهُ
çünkü O
|
عَزِيزٌ
daima üstündür
|
حَكِيمٌ
hüküm ve hikmet sahibidir
|
Türkçe Transcript (*)
|
Veellefe beyne kulûbihim(c) lev enfakte mâ fî-l-ardi cemî’an mâ ellefte beyne kulûbihim velâkinna(A)llâhe ellefe beynehum(c) innehu ‘azîzun hakîm(un)
|
Ali Bulaç Meali
|
Ve onların kalblerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalblerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzünde bulunanların hepsini harcasaydın bile kalplerini uzlaştıramazdın. Ancak, onların kalplerini ALLAH uzlaştırdı. O, Üstündür, Bilgedir.
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalblerini (böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azizdir, hakimdir.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Ve onların kalblerinin arasını uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine onların kalblerinin arasını uzlaştıramazdın; fakat Allah, onların arasını uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Onların kalplerini kaynaştıran da O'dur. Sen, yeryüzündeki her şeyi bağışlasaydın, onların kalplerini yine de kaynaştıramazdın; ama Allah onları birbirine ısıtıp yaklaştırmıştır. O'dur Azîz ve Hakîm.
|
Yusuf Ali (English)
|
And (moreover) He hath put affection between their hearts: not if thou hadst spent all that is in the earth, couldst thou have produced that affection, but Allah hath done it: for He is Exalted in might, Wise.(1230) *
|
M. Pickthall (English)
|
And (as for the believers) hath attuned their hearts. If thou hadst spent all that is in the earth thou couldst not have attuned their hearts, but Allah hath attuned them. Lo! He is Mighty, Wise.
|
Enfâl Suresi
67
مَا كَانَ
yakışmaz
|
لِنَبِيٍّ
hiçbir peygambere
|
أَنْ يَكُونَ
olmak
|
لَهُ أَسْرَىٰ
esirler sahibi
|
حَتَّىٰ
kadar
|
يُثْخِنَ
ağır basıncaya
|
فِي الْأَرْضِۚ
yeryüzünde
|
تُرِيدُونَ
siz istiyorsunuz
|
عَرَضَ
geçici malını
|
الدُّنْيَا
dünya
|
وَاللَّهُ
Allah ise
|
يُرِيدُ
istiyor
|
الْآخِرَةَۗ
ahireti
|
وَاللَّهُ
Allah
|
عَزِيزٌ
daima üstün
|
حَكِيمٌ
hüküm ve hikmet sahibidir
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
Mâ kâne linebiyyin en yekûne lehu esrâ hattâ yuśḣine fî-l-ard(i)(c) turîdûne ‘arada-ddunyâ va(A)llâhu yurîdu-l-âḣira(te)(k) va(A)llâhu ‘azîzun hakîm(un)
|
Ali Bulaç Meali
|
Hiç bir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Hiç bir peygambere, yeryüzünde savaşa katılmaksızın esirler edinmesi yakışmaz. Siz bu dünyanın geçici malını istiyorsunuz; ALLAH ise (sizin için) ahireti ister. ALLAH Üstündür, Bilgedir. *
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Hiçbir peygamberin, yeryüzünde ağır basmadıkça (kesin zafere ulaşıp üstün gelmedikçe) esirleri olması layık değildir. Siz dünya malını istersiniz, oysa Allah ahireti kazanmanızı murad eder. Allah azizdir, hakimdir.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Yeryüzünde ağır bas(ıp küfrün belini iyice kır)ıncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Allah daima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Hiçbir peygamber için, yeryüzünde ağır basmadıkça, esirlere sahip olmak uygun değildir. Siz şu iğreti dünyanın nimetini istiyorsunuz; Allah ise âhireti istiyor. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
|
|
Dostları ilə paylaş: |